Feeds:
Posts
Comments

Archive for the ‘Discussions’ Category

Zamanında Hz. Öme­r(r.a.)’­le Hz. Ebubekir(r.a.) ara­sın­da bir tar­tış­ma ol­uyor, ve bilindigi kadarıyla da bu tartışmada Hz. Ebubekir az da olsa haksız olan tarafta. Fakat Hz. Ömer bu tar­tış­ma­dan piş­man­lık du­ya­rak Hz. Ebû Be­ki­r’­in evi­ne git­miş, onu ev­de bu­la­ma­yın­ca der­hal Efen­di­mi­z(s.a.v)’­in hu­zu­ru­na ge­lmiş.

Hz. Ebubekir’de orada… Tam Hz. Ömer sö­ze baş­la­ya­cak­tı ki Efen­di­mi­z’­in si­ma­sı­nın ren­gi degişiyor. Bu­nu fark eden Hz. Ebûbe­kir, Hz. Öme­r’­in azar­lan­ma­sın­dan en­di­şe ede­rek di­zleri üze­ri­ne çök­müş va­zi­yet­te bu iş­te ken­di­si­nin Hz. Öme­r’­den da­ha ile­ri git­ti­ği­ni söy­le­mi­­­­­ş. Fakat beklenenin aksine Efendimiz ora­da bu­lu­nan diger sahabi efendilerimize de hi­tap ede­rek, pey­gam­ber­lik­le gö­rev­len­di­ril­di­ği ilk gün­ler­de ki­mi da­vet et­tiy­se te­red­düt, şüp­he ve iti­raz ile kar­şı­lan­dı­ğı­nı, fakat te­red­düt et­mek­si­zin he­men ina­nan tek ki­şi­nin ise Hz. Ebube­kir ol­du­ğu­nu söy­lemiş. Ardın­dan da şöy­le bu­yur­du: “Şim­di as­hâ­bım! Siz bu aziz dos­tu­mu, ba­na bı­ra­kır­sı­nız de­ğil mi?”

Bu­hâ­rî, Fe­dâ­ilü As­hâ­bi­’n-Ne­bî, 5

Efendimiz(s.a.v) nasıl hayatın her alanında bize örnek olmalıysa, vefa konusunda da bize en güzel örnektir. Efendimiz kendisine en zor günlerinde (ozellikle ilk peygamberlik geldigi zamanlarda) sahip çıkmış olan Hz. Ebubekir’i hep en ön sırada tutmuş ve ona hep vefalı davranmıştır. Sonradan (çok sevdigi amcası ve ilk zamanlardaki en güçlü koruyucusu) Hz. Hamza, (“benden sonra peygamber gelseydi o olurdu” dedigi) Hz. Omer, (çok sevdigi damadı, aşere-i mübeşşere’den) Hz. Osman, (ilk müslümanlardan, çok sevdigi damadı) Hz. Ali, (“Allah’ın kılıcı” ünvanlı) Hz. Halid gibi insanlıgın zirvesi olan sahabeler huzur halkasına katılsada, o ilk dostunu hiçbir zaman unutmamıştı ve kendisini onlardan dahi üstün tutmuştu*.

Vefa konusunda zorlandıgım zamanlar çok oluyor. Uzun zamandır gormedigim/konuşmadıgım bir büyügümün bana karşı kötü düşünceler besledigi konusunda (dogru ya da yanlış farketmez! açıkca soylemedikçe böyle düşünmemeliydim – bana yakışan bu degil) vesveseye kapılıp, ona karşı içimdeki sevgi/saygının bir anda azaldıgını hissettim. Sosyal medyadan bir-iki paylaşımıda hoşuma gitmedi, içimden kötü şeyler geçirdim onun hakkında. Fakat biraz zaman geçtikten sonra benim için yaptıgı (ufakta olsa) bir iyilik/nazikligi gördüm bir foto albümümde – ve bu hatırayı aklıma getirerek vesveseyi uzaklaştırdım. O kişi hakkındaki kötü düşünceler aklımda oldukça, kalbimin de kirlendigini hisseder gibi oldum. Allah korusun, O(c.c.) korumazsa çok çabuk kayarız bu kaygan imtihan dunyasında.

Bunun için ben herkese bir ‘iyilik’ günlügü (benevolence diary) yazmayı tavsiye ediyorum. ‘Günlük’ derken dizilerde gördügümüz ergen kızların yazdıgı saçma-sapan ‘aşk’ günlükleri degil tabi. Gün-gün kısa notların oldugu bir günlük; ve bu günlükte arkadaşlarınızın, anne-babanızın, abi-abla-kardeşlerinizin, ögretmenlerinizin sizlere yaptıkları iyilikleri not edeceksiniz. Kendi yaptigınız iyilikleri degil**.

Boyle bir günlügün amacı da insanların bizlere yaptıgı iyilikleri hatırlamaktır. Maalesef insan olarak çok unutkanız. Hatta üstad Bediuzzaman gibi büyük alimler ‘insan’ kelimesinin kökünün ‘nisyan’dan geldigini söylerler, yani ‘unutmak’tan. Dolayısıyla unutmak dogamızda var. Hepimiz birşeyleri unutuyoruz. Ozelliklede bize yapılan iyilikleri… Buda bizi bazı insanlara karşı kötü düşünceler beslememize yol açabiliyor. “Benim uzerimde emegi olmayan bir insan nasıl oluyorda bana boyle davranabiliyor” diyebiliyoruz, oysa o kişi belkide bize zor günümüzde yardım etmiştirde biz unutmuşuzdur. Dolayısıyla da bizim ona karşı kötü hisler beslememiz vefasızlıktır!

Bu tarz bir senaryoya örnek olacak gerçek bir hikaye: Zamanın Sevilla Emiri El-Mutamid (Muhammad ibn Abbad al-Mu’tamid)’in eşi Prenses Rümeykiye (Romeykiyyah) ile arasında geçen bir olay… Prenses bir gün sokakta yürürken süt satan kadınların bileklerine kadar çamurda çıplak ayaklarıyla dolaştıgını gorüyor ve çok hoşuna gidiyor (eski günlerini hatırlatıyor kendisine). Saraylarına döndüklerinde “keşke bizde o kadınlar gibi olabilsek” diyor kocasına. Emir’de kölelerine saray hareminin dışarısında amber, misk, kafur agacı yagı (camphor) vs. ile camuru karıştırmalarını emrediyor, ve Prenses ve kölelerinin orada istedikleri gibi oynamalarına izin veriyor.

Bir zaman sonra, Rümeykiye ile Emir arasında sert bir tartışma oluyor. O an ki sinirinden Rümeykiye: “Vallahi ömrüm boyunca senden iyilik gördügüm bir gün olmadı” diyor. O an beyninden vurulmuşa donen Emir, eşinin bu lafı karşısında kısık ve hayal kırıklıgına ugramış bir tonla: “çamur gününü de mi görmedin Rumeykiye?” diyor.

Rumeykiye bu cevap karşısında eşine yaptıgı haksızlıgı (ve vefasızlıgı) anlıyor ve susuyor; ve eşine ufak bir gülümsemeyle kendisinin haklı oldugunu belirtiyor…

Hatasından dönmeyi bilmeli insan! Maalesef bir kaç kere eşler arasında bu tarz lafları (sokakta yanlışlıkla) duydugum oldu. Ozellikle bayanlar sinirlenince, (belkide yıllarca evli oldugu) eşine “ben senin için saçımı süpürge ettim, sen benim için hiç birşey yapmadın” diyebiliyor. Böyle şeyleri iki tarafta birbirine dememeli. Cünkü 100% yanlış bir söylem, söyleyen tartışmada haklıyken bile haksız duruma düşer. Vefasızlık yapmamalı! Kulların hoşuna gitmeyen, Allah’ında hoşuna gitmez!

Burda aklıma bir menkıbe geldi: Zamanın birinde önemli bir evliya varmış. Gencin biri bu mübarek zatla tanışmak icin evinden çıkmış ve uzun bir yol almış. Eve varınca kapıyı çalmış ve kapıyı evliyanın eşi açmış. “Teyzecim ben üstadı aramıştım” deyince, kızgın bir tonla “Gitti yine ormana beni yalnız bıraktı burda, neymiş agaç kesecekmiş” demiş. Teyze hep kötü şekilde bahsediyormuş eşinden. Biraz bekleyince ormandan eve dogru gelen evliyayı görmüşler. Bir aslanın üzerine yüklemiş odunları, digerinede kendisi oturmuş şekilde… Genç, evliyanın elini öpüp nasihatını almış ve evine dogru yola koyulmuş. Yolda dönerken de evliya için dua etmiş: “Ya Rabbi böyle mübarek bir zata daha uygun bir eş ver, şimdikinden kurtar onu”.

Genç bir-kac sene sonra yine evliyayı ziyarete geldiginde, yine kapıyı bir bayan açmış fakat bu seferki degişik bir teyzeymiş. Teyze, evliyanın yeni eşiymis. Eski eşi vefat etmiş. Genç evliyanın nerede oldugunu sordugunda, teyze “Ah ne desem boş evladım. Efendi yine kendini yoruyor, ormana agac kesmeye gitti. O kadar söyledim yorma kendini, ben yaparım diye fakat dinlemiyor” demiş. Genç duasının kabul oldugunu anlamış. Teyze efendiye daha layık bir insanmış kendisine gore. Biraz zaman geçince evliya ormandan belirmiş. Fakat bu sefer aslanlar yok, evliya sırtına almış kestigi odunları… Genç durumu sorunca, “A be evladım ne yaptın sen? Allah bana eski eşimin bazı huylarına sabrettigimden ve vefalı davrandıgımdan dolayı benim seviyemi arttırmıştı”.

Insanlar yaptıgı iyilikler karşılıgında rıza-yı ilahi dışında birşey beklememeli. Fakat hiçbirimiz (haşa!) Peygamber (seviyesinde) degiliz! Insan olarak bazılarımız birazcıkta olsa vefa bekleyebilir yaptıkları iyilikler karşılıgında. Bunuda onlara çok görmemek lazım. Hatta ben insanların daha çok onurlandırılması taraftarıyım. Birbirimizi (haddi aşmadan) onore etmek bu kadar zormu da, çok az yapıyoruz? Karsındakini onurlandırmak seni yükseltir, alçaltmaz… Allah Vefiyy’dir, vefalıları sever!

Ornek olarak güzel haber alınca o kişilerle paylaşmak, “seninde payın var, Allah razı olsun” demek onları da memnun edecektir. Sevgi ve başarılar paylaşarak çogalacaktır…

Maalesef ego-santrik bir zamanda yaşıyoruz. Bir çogumuz kendimizi başkalarıyla kıyaslıyor ve onların bizden bazı konularda yuksek olmasını kıskanıyoruz. Maalesef içimizde onlara karşı haset besliyoruz… Bilmiyoruz ki haset insanın içini tüketir, birazcık mutlulugu varsa onu da alır goturur. Insanları sevmeyi ögrenmeliyiz, bu da bize emegi geçenlere vefalı olmakla başlayacaktır. Onları sevmeyen, kimseyi sevemez!

Zor gününde yardım etmişlere hep vefalı ol, onların yaptıgı ufak iyilikleri bile gözünde büyüt. Hiç unutma! Onları hep hayırla yad et, dualarından eksik etme. Kötü gün dostları çogu zaman ‘iyi’ gününde senin gözüne pek görünmezler. Kesinlikle ‘iyi’ gününde (insanın nefsine hoş gelse de) yalakalık yapmıyor diye onları unutup, sırf ‘iyi’ gün dostlarını onların önüne koyma. Bence insan anne-babasına, kendi uzerinde emegi geçenlere ve ‘kötü gun’ dostlarına karşı (alenen kotülük yapmıyorlarsa) her zaman haksızdır! Boyle bilirse, hiç bir zaman araları bozulmaz bu insanlarla…

Son bir menkıbeyle bitireyim: Adamın biri nehir kenarında yürürken bogulan bir adamı goruyor. Hemen atlayıp adamı güç bela kurtarıyor fakat bogulmak uzere olan adamın çok sevdigi şapkası nehirde sürüklenip gidiyor. Bogulan adam: “Allah razı olsun kardeşim, sen olmasan bogulacaktım” diyor.

Fakat yıllar geciyor, aynı mahallede yaşayan bu iki adam arasında ufak-tefek olaylar yaşanıyor. Bu ceviz kabugunu doldurmayacak olaylar yıllar geçtikce (zamanında bogulmaktan kurtarılan) adamın gözünde birikiyor ve en sonunda agzından şu sozler çıkıyor: “Bu adamın kimseye bir faydasını görmedim. Hatta çok sevdigim şapkamı da bunun yüzünden kaybettim bir zamanlar”.

Evet, tiksindik bu adamın yaptıgına… Fakat bu duruma “biz de düşüyor muyuz acaba?” diye düşünmeliyiz…

Sözlerim önce nefsimedir…

——————————

PS: Sevdigin/saydıgın/sana emegi geçen iki kişinin arasının bozuk oldugunu gördükten sonra aralarını yapmaya çalışmamakta vefasızlıktır! Fakat tartışmada (kendimize gore) haksız gördügümüz tarafı da bozmamak gerekir, “abi/abla oyle şeyler soyleme, sana yakışmaz” gibi laflarla – tam agızlarından kırıcı birşey çıkacakken, laflarını keserek – ortamı yumuşatmaya calışmalıyız.

PPS: Kişisel olarak kimsenin kalbini kırmak ya da nefsine hoş gelmeyecek şeyleri yuzlerine söylemek istemem. Fakat sevdigim ve/veya saydıgım insanların (kendime gore) hatalarını görüyorsam uyarmayı gorev bilirim. Karşımdaki anlar yada anlamaz. Ben karakterimin geregini sergilemek zorundayım. Allah şahit kimseye şirin gözükme gibi bir niyetim hiçbir zaman olmadı, inş. bundan sonrada olmayacak!

—————————–

^Kaynak: ‘The History of the Mohammedan Dynasties in Spain’ by Aḥmad ibn Muḥammad Maqqarī ve Ibn al-Khaṭīb

*Fakat Efendimiz o kadar da dengeliydi ki, bütün sahabeler yinede içten içe Efendimizin en çok kendilerini sevdigini sanardı.

**Iyilik yap denize at misali… Balık bilmese de Halık bilir. O’nun (c.c.) bilmesi yeterdir!

Read Full Post »

vase breaking

Could be a song about a guy/girl whose trying to get the attention of the girl/guy he/she likes by (intentionally but apparently ‘by accident’) bumping into her/him, dropping stuff on the floor, doing clumsy stuff.

Can’t tell you I need you
Can’t tell you I want you
Stop thinking about you
Coz I can’t breathe around you

Seems like you’re not gonna talk to me either

So…
Oops oops whoopsie daisy
Oops oops whoopsie daisy (x2)

Can’t tell you I love you
Stop guys walking around you
Wished I wasn’t so speechless
A coward, so sapless

Although you’re brightening my day
Haven’t got a clue what I’d say
As my brain’s numb when you’re close to me

So here it goes…
Oops oops whoopsie daisy
Oops oops whoopsie daisy (x2)

Oh Lord!
Give me hope, give me strength
The load, is getting too much
Don’t wanna keep doing this no more
She’s worth it but I’m at a loss
One last time, here it goes…

Oops oops whoopsie daisy
Oops oops whoopsie daisy (x4)

Read Full Post »

Kalite/görgü parayla pulla değil, kitap, ilim ve eğitimle alınır...

Kalite/görgü parayla pulla değil, ilim ve eğitimle alınır. Kaliteli her insanın bir ‘duruş’u vardır.

Hiç kimseyi kendimiz gibi düşünmüyor diye aşağılayamayız(mamalıyız!). Fakat “buyur kardeşim, neden böyle düşünüyorsun bir anlatıver” dedigimizde, bir argüman üretemiyorsa ve sorularının karşısında kıvırıyor ve ordan oraya atlıyorsa, o adamdan alabilecegin bir cevap olmadıgını anlayacaksın; ve derhal yanından uzaklaşacaksın. Cünkü boyle insanların bir duruşu yoktur ve onlarla konuşmak tamamıyle zaman israfıdır. Daha bir dakika önce ak dediğine bir dakika sonra kara diyebilir. Bu yüzden birisiyle (seviyeli şekilde – hakikati bulma amacı ile) tartışmaya başlamadan önce bakarım bir duruşu varmı diye…

Ben kendi yaşadıklarımdan örnek verecek olursam: Dünya görüşü tamamen zıt bir insanla, ornegin bir ateist arkadaşla bile din ve Tanrı’nın (Allah’ın) varlıgı konusunda konuşabiliyor, tartışabiliyorum çünkü adam(lar)ın bir duruşu var. Diyor ki “bana bilimsel şeylerle gel dinleyeyim”. Ben de çapım yettigi kadar onlara bilimsel argümanlarla geliyorum; ve şu ana kadar ki her konuşmam sonrasında (benim bir özelligimden degil, Allahın inayeti) bana “evet senin söylediklerinde de haklılık payı var” dediler. Karşındakinin samimi bir duruşu olunca ona göre bir argüman üretebiliyorsun – ve tatmin olursa “evet haklıymışsın” ya da “anlayabiliyorum seni” diyebiliyor. Düzeyli, seviyeli adamın hali – tamamen zıt fikirde dahi olsa – başka oluyor!

Insanların ekonomik refah düzeyini arttırabilirsin fakat bu tek başına toplumun ‘kalite’ ve ‘seviye’sini artırmaz. Etrafında olan bitene karşı duyarlı ve gerekli duruşu sergileyen insanlardan oluşan bir toplum istiyorsak (aynı şeyleri/şeylere düşünmesine/inanmasına gerek yok) – ki istemeliyiz – bunu egitimle ve görgümüzü arttırarak (e.g. farklı ülkeler gezerek, kitaplar okuyarak, insanlarla tanışarak, kritik düşünerek) halledebiliriz.

Fakat maalesef (inşallah degişir diye dua ediyorum), bizim milletimizin söylenildigi (yada caka sattığı) gibi ne muhafazakar, ne demokrat, ne meritokrat, ne liberal, ne dindar, ne de egalitaryan bir duruşu var. Cünkü *demokrasiyi sadece sandığa gitmek diye algılayandan demokrat olmaz! Bütün çapsız/liyakatsız arkadaş/akrabalarına torpil arayandan meritokrat olmaz! Kendisi gibi olmayan insanların (e.g. Kürt, Alevi, Sünni, Ermeni) ezilmesine/alenen haklarının yenilmesine ses cıkarmayandan liberal olmaz! Devamlı ve 5 vakit namaz kılma oranının %10’larda dolaştıgı, zekatını tam verenlerin belki dahada az olduğu millet dindar olamaz! Sadece dört parmak göstererek ‘Rabiacı’, “Kahrolsun Israil” diye böğürerek ‘Filistinci’ olamazsın! Ağzında (haşa!) sakız yaptığın Efendimizle (S.a.v), Yaradanımızla (c.c.) ilgili bir kitap dahi okumamışken, “çalıyorlar ama çalışıyorlar” diyorken, (küçük günahları bıraktım) büyük günahları (e.g. zina, kumar, yalan, hırsızlık, yolsuzluk) dahi önemsemiyorken muhafazakar olamazsın! Sırf bir gruba kininden dolayı, dünyanın her yerine yayılmış Türk okullarını kapatmaya çalışan bir iktidara oy vererek miliyetçi olamazsın! Kahvede bütün gününü nazik yerinin üzerine oturarak ve sigara/alkol içerek geçiren tipler bu ülkeyi bir arpa boyu ileri goturemez! Daha ‘insan’ olamamışken, ‘müslüman’ hiç olamazsın!

Milletimizin maalesef “şöyle güzel bir duruşu var” diyemiyorsun – partizanlık, **jingoizm, nepotizm ve benzeri kotü hasletlerin dışında mutabakata varacağımız bir duruşumuz yok… Maalesef aynı problemler (hatta fazlasıyla) ümmette de var. Belki namaz kılma, Kuran okuma oranları daha yüksektir ama kural tanımamazlık, herkesin kafasına göre kendi ‘şeriat’ını uygulama hastalığı, bilim/sanat/tarih düşmanlığı gibi ‘gerilik’ler oralarda diz boyu!

Bu kadar problemi çözmek için nerden başlanır bilmiyorum fakat en azından ‘iyi’yi anlayacak kapasite olmalı insanlarda/toplumda. Sonra da yapanlar ‘bizden’ olsun yada olmasın, iyiye iyi, kötüye de kötü demeyi öğrenmeliyiz. Evrensel etiğin öğretilmesini çok önemsiyorum bu noktada (Lütfen nesli ihya etmek için yazımı okuyunuz)…

Allah sonumuzu hayretsin, şuurumuzu artırsın ve dünyanın en büyük milletleri arasına yine soksun bizi! Dua ile…

*Demokrasinin düzgün işlemesi için medyanın özgür olması, güçler ayrılıgının ilkesinin uygulanması ve hukukun üstünlügünün tesis edilmesi şartdır. Bunların olmadıgı yerde Sisi gibi bir katil %96, Esed gibi bir zalim ise %88 oy alır.

** Bizde ‘Milliyetçilik’le karıştırılıyor, fakat bizdeki faşizanca, ırkçılıga kayan ‘sözde’ bir milliyetçilik. Ben vatanımı-milletimi-tarihimi-atalarımı severim (hem de çok!) fakat kesinlikle sırf Türk olmaktan dolayı kendimi kimseden üstün görmem.

 

PS: Allah’a karşı çok küstahlıgım oldu fakat dünya namına kimseye veremeyecegim hesabım yok! Babam dahi bana torpil yapmadı, yapmaz! Hayatda ne başardıysam Allah’ın inayeti ve gayretimle başardım!

Insan haram yerse, suç işlerse, kamu malından aşırırsa, para-mal-makam karşılıgı kalemini-şerefini-iffetini-izzetini satarsa… Tabi ‘duruş’ sergileyemez! Duyarsız ve kulaktan dolma bilgilerle yaşayan halka birşey d(iy)emiyorum, fakat ortalıkta alim-yazar-düşünür gibi dolaşan insanlara birde bu gözle bakmanızı tavsiye ederim!

PPS: Olaylara kader penceresinden (kendi çapımca) bakmaya çalışıyorum çogu zaman. Mesela “Allah bize ne diye dogru-düzgün muhalefet partileri nasip etmiyor?” diye kendi kendime düşünüyorum… Sonra aklıma “Bir toplum kendinde olan durumu değiştirmedikçe, (hiç şüphe yok ki!) Allah da o toplumda olan hali değiştirmez.” ayeti geliyor… Cevabımı buluyorum… Allah bize saçma-sapan iktidar partilerinin peşinden gitmeyi degil, hakkın peşinden gitmeyi nasip etsin!

Read Full Post »

Elimde bir istatistik yok fakat herhangi bir şehrin merkezine inip, 10 kişiye akraba evliligi hakkındaki fikirlerini sorsak, herhalde yedi-sekizinin ya da daha fazlasının “olumsuz” beyanda bulunacagını düşünmemiz yanlış olmaz. Fakat fikirlerinin nedenlerini irdelesek, bilimsel ya da genetik olarak beyanlarını makul delillerle destekleyebileceklerin sayısının bir-ikiyi geçecegini söylemek mümkün olmayabilir. Bu blog yazımda akraba evliliklerini bilimsel objektiflik içerisinde, subjektif kanaatlerle değil, somut deliller ışığında degerlendirmeye calışacağım. Ayrıca, genetik ve sağlıksal açıdan akraba evliliklerinin masaya yatırmanın yanı sıra, dünyada akraba evliliklerinin yapılma ve yayılma sebeplerini de kısaca ele alacağım.

Klinik genetikte (Clinical Genetics), ikincil kuzenler (second cousin; Figür 1’e bakınız) ve/ya daha yakın akraba olanlar arasındaki evlilikler ‘yakın akraba evliliği’ (consanguineous marriage) tanımı altında toplanmaktadır. Fakat ‘yakın akraba’ derken, bu tanım icerisinde ‘ensest’ (ebeveyn-çocuk arası ya da kardeşler arası) ilişkiler bulunmamaktadır. Ulkemizde (ve dünyada) daha çok birincil kuzenler (first cousin; Figür 1) arasında evlilikler olmaktadır ve bu türden evliliklerin genel olrarak yapılan tum evlilikler içerisindeki oranı %20 civarındadır. Akraba evlilik oranları Türkiye’nin batısına nazaran, doğusunda yaşayanlar arasında daha yüksek oranlarda görülmektedir.

Akraba evliliği çeşitleri

Figür 1a: Akraba evliliği çeşitleri (Doktora tezimden)

Akraba evliliği çeşitleri

Figür 1b: Akraba evliliği çeşitleri (Doktora tezimden)

Genetik olarak akraba evliliğinin doğrudan ortaya çıkardığı en büyük risk, çekinik (recessive) mütasyonların çocuklarda homozigot (çift kopya) durumda olma olasılığını yükseltmesidir. Konuyu kısaca açıklamak gerekirse, normal şartlarda her insanın her hücresinde her genden iki kopya vardır (toplamda ~21000 değişik genimiz, ikinci kopyasıyla beraber her hücrede ~42000 gen var). Bunlardan bir kopyası babadan, diğeri ise anneden gelmektedir. Herkeste bu genlerden birkaç tanesi mütasyonlarla inaktif ya da normal fonksiyonunu yapamaz hale gelmiş şekilde baba ya da anneden aktarılmış olarak bulunmaktadır. Fakat buna rağmen çoğumuzda doğuştan genetik bir hastalık yoktur. Bunun nedeni ise bir ebeveynden mütasyonlu bir kopya alınsa da, diğerinden normal/fonksiyonel bir kopyanın alınmasıdır. Bu normal kopya vesilesiyle de çoğumuz biyolojik olarak normal bir gelişim gösteriyoruz.

Üstelik bazi genlerimizin iki kopyası dahi mütasyonlarla inaktif olmuş (ya da normal fonksiyonunu yapamaz hale gelmiş) olsa saglıgımız açısından çok önemli olmayabiliyor (örnek: koku almamıza yardımcı olan genler; bazı kokuları almayıveriyorsun o kadar). Fakat bazilari da bildigimiz uzere genetik hastalıklara yol açabiliyor (ülkemizde çok görünen iki örnek: Türkçe’de ‘Ailevi Akdeniz Ateşi’ ve ‘Akdeniz anemisi’ olarak bilinen ‘Familial Mediterranean Fever’ ve ‘Beta thalassemia’). Coğumuzun bir kopyasını taşıdığı bu tarz hastalık oluşturan mütasyonlar sadece bize ya da ailemize mahsustur. Bu yüzden akraba olmayan bir insanda sizde bulunan mütasyonların bulunması çok düşük bir ihtimaldir. Yakın akraba evliliklerinde ise, aile ağacını yakın bir geçmişte bağlayan bir ata olduğundan (bu dedeleri olabilir mesela, Figür 2’deki örneğe bakınız), o atada olan mütasyonların bir tanesinin (yada daha fazlasının) iki kuzende de bulunma riski, iki akraba olmayan insanda olma olasılığına göre çok daha yüksektir. Ӧrnek olarak iki birincil kuzenin ortalama olarak genlerinin %12.5’i aynıdır, bu yüzden çocuklarının genlerinin ortalama %6.25’i aynıdır; dolayısıyla bu olasılık, aynı zamanda bir mütasyondan iki kopya bulunması olasılığıdır da. Akraba olmayan insanların evlenmesinde ise, yukarıda da bahsedildigi üzere, herkes hastalık oluşturabilecek mütasyon(lar) taşısa da, bu çiftlerde farklı genlerin bir kopyasının inaktif hale gelmiş olması, çocuklarında hiçbir genin iki kopyasının da birden mütasyonlu olmamasını sağlamaktadır (‘homozigot’ duruma gelme olasılığı çok düşüktur).

Figür 2

Figür 2: Akraba arasındaki evliliği, akraba olmayanların arasındaki evliliklerden ayıran, aynı mütasyonun iki kopyasının aynı kişide bulusma olasılığının normale nazaran yüksek olmasıdır. Figür 2’de de görüleceği üzere, hastalıklı çocukların buyuk annelerinde oluşan mütasyon torunlarının evlenmesiyle mütasyonun iki kopyasının buluşma olasılığı yükselmiştir (klinik genetikte, böyle aile agaçlarında erkekler kare, kadınlar ise daire ile temsil edilir. Jenerasyonlar ise yukarıdan aşağı doğru ilerler). Iki ebeveynde de aynı mütasyonun bir kopyası olunca, (mütasyonun homozigot durumda olması ve) çocukta hastalık oluşma riski 4’te birdir. Figür: Doktora tezimden)

Peki, bu hastalık oluşturan mütasyonların iki kopyasının birden (yani homozigot şekilde) doğacak çocuklarda olma olasılığının yükselmesi dışında, “sırf akraba evliliği yapmış olmanın zararları var mıdır?”. Biraz daha açmak gerekirse: diyelim akraba evliliği yapmış bir çiftin çocuklarının hiç birinde genetik bir hastalık görülmedi – ki böyle bir sürü aile var; bu çocuklarda bizim görmediğimiz başka bozukluklar var mı? Bu soru, genetikçi ve klinik araştırmacıları hala meşgül ediyor. Bu soruyu istatistiki (empirik) olarak araştırmak/cevaplamak için akraba evliliğinin sık gorüldügü toplumları, akraba evliliğinin az oldugu Avrupa ülkeleriyle kıyaslamışlardır. Bu araştırmalarda çok farklı ve değişken sonuçlar çıksa da, 2011’de o ana kadarki en çok katılımcıyla yapılmış araştırmada akraba evliliğinin düşük doğum yapma ve çocukken hastalanma riskini 4%-7% arasında arttırdığını rapor etmişlerdir (Bittles and Black, 2011). Fakat araştırmayı yapanların da belirttiği üzere, bu araştırmanın ve bu rakamların bazı sorunları vardır; çünkü karşılaştırılan iki popülasyon (Bati ve Orta Dogu) arasındaki tek fark akraba evliliği oranları değildir. Ornegin Avrupa/Bati sağlık hizmetleri kategorisinde Arap ve/ya da Orta Doğu ülkelerine (yada diğer akraba evliliğinin sık görüldüğü ülkelere) nazaran çok daha üstün bir durumdadır. Çocukların doğum sırasında düşük doğma oranları da nispeten azdır. Ayrıca yeni doğmuş çocukları enfeksiyonlardan koruma adına, ya da enfeksiyon sonrası tedavi etme şartları da daha gelişmiştir. Bunun gibi nedenlerden dolayı 4% ya da 7%’lik farkın ne kadarının sırf akraba evliliğinden dolayı olduğu tartışmalıdır. Böyle karşılaştırıcı/comparative analizlerde, sonucu etkileyecek faktörlerin (sağlık kurumları, hastalıklara karşı başlatılan engelleyici tedbirler, hayat tarzları vb.) kontrol edilmediği sürece, doğru bir şekilde sırf akraba evliliği yapmış olmanın çocukların sağlığına getirdiği etkiyi bulmak imkansızdır. Ama görünen birşey vardır ki, bu rakamlar doğru olsa dahi, genel olarak (ailede çocuklar hastalıklı doğmuyorlarsa; bunun altını çizmeliyim) akraba evliliği yapmış olmanın zannedildiği (ve beklendiği) kadar zararlı olmadığıdır – eğer ortada bir zarar varsa tabi.

Peki, akraba evliliğinin potansiyel olarak bazı genetik riskleri olmasına rağmen neden Arap yarımadası, Hindistan vb. gibi bazı cografyalarda çok görülmektedir de, Avrupa ve Amerika kıtası gibi bazılarında (bazı ‘Amish’, ‘Hutterites’ gibi ‘ethno-religious/etnik-dini’ grupları saymazsak) neredeyse hiç görülmemektedir? Bu soruyu kapsamlı bir şekilde analiz etmek/cevaplamak için onlarca doktora tezi yazmak gerekir. Fakat belli başlı nedenlere bakıldığında, sosyo-ekonomik nedenlerin çok önemli faktörler olduğunu gözlemlemek zor değil (Figür 3’e bakınız). Ayrıca gurbetde yasayanların kendi dinine ve/ya kültürüne yakın birilerini bulup evlenme olasılığı düştükçe, insanların akrabasıyla evlenme olasılığı da o derece yükselme eğilimi göstermektedir.

Figür 3

Figür 3 (Doktora tezimden)

Akraba evlilikleri hakkındaki kanaatler hakkında dinlerin de doğrudan ve/ya dolaylı şekilde etkileri olmuştur. Orneğin Islam öncesi Arabistan’da akraba evliliklerinin az olduğu yönünde belgeler bulunmaktadır. Bunun sebebinin de Araplar arasında diğer kavimleri kendi tarafına çekmek çok önemli olduğundan, kavimler arasında dostluk köprüleri kurma adına kavimler arası kız vermeler, kavim-içi kız vermeye oranla daha cazip olmasıdır. Fakat İslamın gelmesiyle kadınlara verilen ekstra haklardan dolayı (özellikle miras hakkı), diğer sosyolojik nedenlerin yanında ailenin malının dağılmaması adına yakın akrabayla evlilikler çok daha cazip hale gelmiştir (Bittles ve Hamamy, 2010). Bunun içindir ki bugün Arap yarımadasındaki ülkelerde akraba evlilikleri %50’lere ulaşmaktadır (consang.net‘de bütün ülkelerin akraba evliliği oranlarını bulunabilir). Islam dininin akraba evliliğini teşvik eden hiçbir kaidesi olmamasına rağmen, bu durum dinin akraba evliliğine dolaylı etkisini gösteren çok güzel bir örnektir. Hatta Efendimiz’in (s.a.v.) “kuzenlerinizle evlenmeyin” (Hussain, 1999) ve Hz Omer’in (r.a.) “uzak kavimlerden evlenin” (Albar, 1999) dedikleri yönünde bilgiler bulunmaktadır – sahihlikleri konusunda bu iki referansa güvendim.

Tarihte de akraba evliliğine ilginç etkiler yapan olaylar görmek mümkün. Orneğin, bazı hukumetler/krallar kanunlarla akraba evliliğini azaltmaya yönelik girişimlerde bulunmuşlar. Hindistan’da amca-yeğen evliliklerini durdurmak için 1955’de alınan kararın (Hindu Marriage Act) Güney Hindistan’da neredeyse hiç etkisi olmamasından (ki bu tarz evliliklerin en çok yapıldığı bölge), zamanla kanun kaldırılmıştır (Kapadia, 1958). Çin’de (Han Çin tarihinde) anne tarafından olan kuzenler evlenebilse de, aynı soyadı taşıyan kuzenler (baba tarafından olan kuzenler)in evliliği kanunlarla ‘ensest’ gibi gorülmüş ve yapanlara agır cezalar öngörülmüştür. Hristiyan dunyasında ise, sözleri kanun sayılan Papa 1.nci Gregory (540-604) akraba evlilikleriyle ilgili bir soruya “kuzenleriyle evlenenlerin çocuğu olmaz ” demiştir (Bittles, 2012). Bunlar gibi onlarca örnek verilebilir ve bu olayların akraba evliliğinin yayılmasında yada bazı coğrafyalarda bitmesinde önemli roller oynamıştır. Tablo 1’de dinlerin akraba evlilikleriyle ilgili kural ve/ya gorüşleri mevcuttur.

Tablo 1

Tablo 1 (Doktora tezimden)

Akraba evliliğinin ‘her zaman kötü’ olarak anılmasında, medyanın da önemli rolü vardır. Zamanında genetik hastalıklı 3-5 ailenin manşet yapılmış olması özellikle Batı düşüncesine yakın görüşlü insanlarda büyük bir iz bırakmış ve ‘gericilik’ olarak görülmüştür. Oysa akraba evliliklerinin bazı bölge ve kültürlerde (özellikle bazı kırsal bölgelerde) sosyolojik olarak önemli artılarının olduğunu bilimsel araştırmalar ortaya çıkarmıştır. Akraba evlilikleri yapan çiftler arasında boşanmaların düşük seviyelerde olduğu belirtilmiştir. Bunun özellikle evlilikte gelin tarafının damadın ailesi tarafından tanındığından, aralarında daha az problem olmasına sebebiyet verdiğini, ayrıca eşler arasında bir problem olduğunda aile efradının daha yapıcı olduğunu bulmuşlardır. Bundan dolayı, bu stabil ailelerin çocuklar üzerinde de psikolojik olarak olumlu etkileri vardır (suça az bulaşma, psikolojik hastalıkların az olması, eğitimsel başarı vs.). Ayrıca evlenme sırasında verilen mihirler/hediyeler (örnek olarak: İslamda erkekten bayana, Kuzey Hindistan’da ise genel olarak bayandan erkeğe verilir), akrabayla evlenince genel olarak çok az (ya da yok) oluyor – bu da fakir insanlar için evlenebilme adına çok önemli bir faktördür. Bütün bu faktörler batı insanı için birşey ifade etmeyebilir fakat kırsal ortamda ve/ya fakirlik içinde yaşayan insanlar icin hayat-memat meselesi olabiliyor (Figür 3’te detaylar mevcuttur).

Birçok konuya degindim. Kısaca özetlemek gerekirse, akraba evliliği yapan herkes çocuklarının sağlığı açısından kötü bir şey yapmış denemez. Çünkü yukarıda da bahsedildiği gibi, sırf akraba evliliği yapmış olmanın (genetik bir hastalığın ortaya çıkmadığı ailelerde) bilimsel olarak kesin bir şekilde zararı vardır denemez (şimdilik yoktur da denemez, fakat zararı varsa bile çok az olduğu aşikar). Lakin genetik analizlerin gittikçe ucuzladığı bir dönemde, akraba evliliği yapmayı düşünen çiftlerin bu tür önleyici testlerden yaptırmasını sağlayacak reklamlar ve teşvik programları devlet ya da STK’lar tarafından düzenlenmelidir – özellikle genetik hastalıkların olduğu bilinen aileler üzerine yoğunlaşılmalıdır.

Son olarak, ailemde akraba evliligi yapan yok; olmasını da istemem. Bu yazımın amacı kesinlikle akraba evliliklerini övmek ya da yayılmasını sağlamak değil, hakkaniyetli davranmaktır; akraba evliliklerinin ötekileştirilmesinin doğru olmadığını ve bazen (gereksiz bir şekilde) riskli, bazen de iyi sonuçlar doğurabilen kompleks bir olgu olduğunu göstermek ve tartıştırmaktır. Bence, zaten yapılan ve bundan sonra da (büyük ihtimalle) yapılmaya devam edecek akraba evliliklerini yeterli dayanaktan yoksun (‘gericilik’ gibi) kanaatlere dayanarak engellemeye calışmak yerine, bu konu hakkında araştırmaları sıklaştırmak, halkı bilgilendirmek (hem akraba evliliği yapanları, hem de karşı olanları) ve genetik testleri ucuz ve daha erişebilinir hale getirmek öncelikli amaçlar olmalıdır.

Referanslar

A. Mesut Erzurumluoglu, 2016. Population and family based studies of consanguinity: Genetic and Computational approaches. PhD thesis (Doktora tezim). University of Bristol.

A. Mesut Erzurumluoglu et al, 2016. Importance of Genetic Studies in Consanguineous Populations for the Characterization of Novel Human Gene Functions. Annals of Human Genetics, 80: 187–196.

Albar, 1999. Counselling about genetic disease: Islamic perspective. Eastern Mediterranean Health Journal. 5, 1129-33.

Bittles, 2012. Consanguinity in Context. Cambridge University Press.

Bittles and Black, 2010. The impact of consanguinity on neonatal and infant health. Early Human Development. 86, 737-41.

Bittles, Hamamy, 2010. Endogamy and Consanguineous marriage in Arab populations. Genetic Disorders among Arab populations. Heidelberg, Springer. 2nd Ed., 85-108.

Hussain, 1999. Community perceptions of reasons for preference for consanguineous marriages in Pakistan. Journal of Biosocial Science. 31, 449-61.

Kapadia, 1958. Marriage and Family in India. Oxford University Press. 2nd Ed., 117-37.

Read Full Post »

Human mutation mesut erzurumluoglu

Primary ciliary dyskinesia (PCD) is a rare disease that affects tiny, hair-like structures (called cilia) that line the airways. Respiratory cilia carry mucus (which contains inhaled dust and bacteria) toward the throat to be coughed/sneezed out of the body (or digested). In PCD patients, these cilia do not perform their job properly thus allow bacteria and dust to stay in your airways and cause chronic respiratory diseases/infections.

humu22698-fig-0002

Cross‐sections of respiratory cilia in (A) control (non affected) and (B) CCDC151 mutated proband. Image from Alsaadi and Erzurumluoglu et al (2014,  Human Mutation)

We, at the Bristol Genetic Epidemiology Lab (BGEL, University of Bristol, UK), discovered a new Primary ciliary dyskinesia (PCD) causal gene (collaborating with colleagues from the King Saud University, Saudi Arabia).

I, on the 27th of November 2013 – whilst analysing the DNA sequencing data obtained from our participants – discovered the c.925G>T:p.[E309*] mutation in a homozygous state (i.e. two copies of the mutation) within the CCDC151 gene of one of our PCD affected participants. The CCDC151 gene was a great candidate as indicated by previous animal studies, however was not observed as a ‘causal gene’ in PCD affected individuals.

Once this mutation emerged as a clear candidate, we then followed it up by further phenotyping, and bioinformatics and wet-lab studies; and this finding was eventually published more than a year later (i.e. December 2014 issue) in the very respectable clinical genetics journal ‘Human Mutation’ (manuscript sent: 2nd Jun 2014^).

Please see the paper (Alsaadi and Erzurumluoglu et al, 2014. DOI: 10.1002/humu.22698) and the supplementary files for further details on the methods used and full list of co-authors.

 

Author Contributions:

AME wrote the manuscript (with guidance from SR, TRG and INMD). AME carried out in silico and wet-lab analyses. INMD and MMA led the study; and together with SR, KKA, PAIG and TRG, provided guidance throughout study and also commented on the manuscript. MMA carried out diagnosis and obtained consent from family. ACA, MM, HZO and MMA led the collection and processing of EM images for cilia. PAIG and AME performed DNA extraction, quantification and other DNA quality control procedures. All authors approved final version of manuscript.

 

^Now we know that another group (Hjeij et al, 2014) had submitted a paper with similar findings (albeit with additional animal models) to the journal AJHG a week before us (23rd May 2014). Although both groups identified CCDC151 to be a PCD causal gene independently, subsequent citations have all been directed to their paper – reflecting the critical importance of publishing before anyone else.

Read Full Post »

Please be aware of the fallacies you commit when constructing an argument – and likewise spot them when the opposition is using them against you. Constructing a completely valid argument is one of the hardest things and therefore requires sincerity, practice and knowledge. The former reason is important as committing fallacies can be an easy ‘exit strategy’ from a debate – and can win you the argument in the eyes of an uninformed/uneducated audience.

For those of you looking for real-life examples of the fallacies below, I’m sure you can observe them very frequently in political debates – and therefore can improve your ‘valid’ debating skills by not emulating them.

There is a Coursera course on How to Reason and Argue. Also see this link.

Examples of fallacies used in arguments

NB: I have always been against ‘useless’ debates (e.g. Science v Religion, Islam v Christianity) and more in favour of dialogue. However I do recognise that debates are sometime a must for human intellect to evolve, especially in natural and social sciences.

PS: There are also other biases which we probably all have – and all need to be rectified before we can reach our full potential as ‘open-minded’ human beings. See below:

Biases which affect our decisions in a negative way

Biases which affect our decisions in a negative way

Read Full Post »

Türkiye’de riskin en yüksek oldugu ülkelerden

Türkiye’de genetik ve kültürel (ozellikle yemek kültürü) sebeplerden dolayı diyabet oranımız (ve riskimiz) çok yüksek… Seker, yağ, tuz ve hamur işinin azaltılmasının yanı sıra, vücut kitle endeksinize (body mass index, BMI) dikkat edin ve az bile olsa spor yapın (günde yarım saat yürüyüş bile çok etkili)…

BMI’ınızı öğrenmek için tıklayın – ayrıca lütfen linkteki diğer uyarılarıda okuyun…

Read Full Post »

Obesity is a big problem World-wide

Obesity is a ‘big fat’ problem World-wide (Image from Wikipedia)

Obesity increases the risk of a variety of disorders such as coronary heart disease (UK’s biggest killer!) and cancer (e.g. colon, breast) and influences other health related traits such as increasing blood pressure and blood fats. Therefore it is always important to know what your normal range for body mass index (BMI) is. Keeping within this range is bound to decrease your risk for obesity related disorders – although should not be solely relied on. Intake of right amount of minerals and vitamins is also crucial.

The NHS have created an online BMI calculator which I found very useful:

BMI healthy weight calculator

 

PS: Please also check the BMI of your loved ones (especially elder members) as most people usually ignore the early signs and become obese… Warn them if they’re overweight so that it is easier to lose weight compared to when they’re already obese!

PPS: There is also some useful and succinct info on this website

content provided by NHS Choices

Read Full Post »

Peace is the only way forward! (Image from www.israellycool.com)

Peace is the only way forward – for both sides! (source URL: www.israellycool.com)

A few hate-driven Palestinians (or whoever they are) fire rockets to Israel aiming to kill their citizens. Israel has the right to find and punish them (and only them!). However, what Israel does is go out and kill civilians (including many children and women) in return by using weapons of mass destruction. Now tell me what the difference is between Israel (a state) and those few brainless radicals. I really can’t see the difference in the way they act. Surely a state has to act differently than a bunch of terrorists! We must be against anyone, any group and any state who kills civilians! It doesn’t matter who they are or what they claim to represent! Terrorism (and killing civilians) has no religion or ideology!

Graffiti in Bristol, UK - Palestinian people deserve freedom and independence just like Israel does

Graffiti in Bristol, UK – Palestinian people deserve freedom, peace and independence just like Israel

Belfast International Peace Murals

Belfast International Peace Murals

Both sides must take a long hard look at themselves. As long as these atrocities carry on (on both sides) and we keep turning a blind eye, there’ll never be peace in the Middle East; and therefore the World. For peace to ever become sustainable, inter-faith and inter-cultural dialogue is a must! People must learn and agree to disagree! I do not want to see one more life ending prematurely due to terrorism (by radical groups or by states) – on both the Palestinian and the Israeli side; or any other side! One life is one too many!

The greatest way to avenge your enemy is by learning to forgive” – Quote from the documentary

Read Full Post »

A collection of “must read” documents provided by the UBU Turkish Society website:

Avoiding plagiarism – Effective note making – Exam stress

How to write a good CV – How to write a Research Proposal

Improving your reading skills – Making the most of lectures

Poster presentations – Referencing & Bibliographies

Revision and exam skills – Using Twitter in research and impact

What is critical reading? – What is critical writing? – Writing a Dissertation

Writing Essays – Writing for Science – Writing Reports

 

Also see the interview by Prof. Eric Thomas for tips and suggestions on how to be successful (click below to download):

NoS magazine (May 2013) – Interview only

NoS magazine (May 2013) - Interview by Mesut Erzurumluoglu

NoS magazine (May 2013) – Page 1 of Interview with Prof. Eric Thomas

Read Full Post »

« Newer Posts - Older Posts »