Feeds:
Posts
Comments

Archive for the ‘Türkçe’ Category

Arkada tema olarak düşündüğüm müzik tarzı: Gats – Susumu Hirasawa (Berserk Anime)

Subtitle: Çocuklar her şartta çocukturWhatever the circumstances, kids remain kids

Blurb by ChatGPT: ‘Çocuklar ve büyükler’ (Kids and adults) weaves a touching series of vignettes—from a high-stakes Subbuteo (‘finger’ football) tournament ending in a surprising interruption to bittersweet scenes in a ramshackle park—centered around the character İshak (Isaac), a well-cultured, stoic and compassionate young adult who also has a cheeky side


Bölüm 1: Subbuteo turnuvası (Bölüm 0’dan ~iki yıl sonra)

Kanları Testosteron dolu bir grup genç, bir sınıf odasında Subbuteo adında bir parmak futbolu oyunu oynuyorlar:

(Turnuvanın grup aşamasında)

Mesut (Numan’ı yendikten sonra, Erol Büyükburç’tan esinlenerek): Beni göz ardı etmeyin! Ben buradayken benim ağırlığıma göre hareket edin! Gelmiş-geçmiş en büyük Subbuteo oyuncusuyum ben!

Arif (Furkan’a karşı): Ya Allah! Bismillah! Şuuuut… ve direk! Ah be!

Esat (Yavuz’a karşı): Bu sefer elimden kurtulamazsın! Al sana 3-0!

Mesut (Gerzek Şaban’dan esinlenerek): İhsan sen bir sus Allah rızası için! B*kunu çıkarıyorsun! (Gülüyorlar) Gülenler de sussun (Kahkahalar)

Muhsin: Golleri yiye yiye obez oldun be Osman’ım!

Esat: Hay ağzını kırayım! Yine elendik!

Mesut (Penaltı esnasında, Yedi Bela Hüsnü’den esinlenerek): Şimdi kalecini laciverde boyadım Muhsin!

Muhsin (İhsan’a karşı): Bu ne arkadaş? Gol atmaktan yoruldum yemin ederim!

Mesut (Hakem İshak’a, Yılmaz Vural’dan esinlenerek): Hoca bitir hoca! Kaç dakika kaldı?

(Furkan, Muhsin, Yusuf ve Mesut gruplarında ilk ikiye kalıp, Yarı finale çıkmaya hak kazanıyorlar)

Yarı final maçında Hakem İshak: Gençler biraz sakin! Anlıyorum; kazanmak istiyorsunuz fakat birbirinizi kırmaya değmez!

(Birkaç dakika sonra)

Muhsin: İşte bu be! Böyle yenerler işte! Yusufcum seni kenara alalım da finale hazırlanayım ben…

Yusuf: Muhsincim tebrikler ama cıvıklaşma istersen…

Gruplarda elendikten sonra kendi kendine anonsçu rolüne soyunan Yavuz: İlk defa para ödüllü, 4.ncü Subbuteo turnuvası finaline hoş geldiniz! Bir tarafta son iki yılın şampiyonu, Subbuteo efsanesi, rakiplerinin korkulu rüyası, karizmatik, sempatik, akıllı, ahlaklı, entelektüel, ‘Per Aspera Ad Astra’, ‘Memento Mori’ ve ‘Amor fati’ felsefelerini tüm kalbiyle benimsemiş, ve genç kızların hayali: Furkan! (Herkes alkışlıyor; oley çekiyor)

Furkan: “Ulan Yavuz! Ben bile gaza geldim!” (Herkes gülüyor)

Diğer tarafta da terden leş gibi kokan, dünyanın en gıcık suratına sahip, üçkağıtla ve balına kendini finalde bulan Muhsin! (Islık ve ‘yuh sesleri arasında)

Muhsin: “Hadi lan! Balınaymış!”

İshak: “Gençler! Hadi artık! Yerinize…”

Furkan v Muhsin’in Subbuteo maçı. Kaynak: ChatGPT kullanarak oluşturulmuştur – fakat update edeceğim ve önerilere açığım

Çekişmeli geçen bu şampiyonluk maçının son dakikalarında skor berabereyken Muhsin bir penaltı kazanıyor ve hızlıca golü atıyor. Muhsin’i (biraz da haklı sebeplerden!) gıcık bulan diğerleri – yaşça büyük ve maçın hakemi olan – İshak’a Muhsin’in penaltıyı Furkan hazır olmadan kullandığını söyleyerek itiraz edince, penaltı tekrarlatılıyor. Muhsin çıldırıyor ve seyirciler arasında en çok itiraz eden Osman’a: “Sana attığım 5 golün acısı sürüyor anlaşılan. Kapa çeneni!” (“Oooo!” sesleri)

Osman: “Sen bu kafayla devam! Hadi Furkan sustur şunu!”

Penaltının tekrarında ise Furkan (farkında olmadan kalecisini çok az çizgisinden çıkararak) penaltıyı kurtarıyor. Hakem, Muhsin’in çıldırmışça itirazına “biraz sakin olman lazım artık. O kadar çıkmak normal” deyip penaltıyı bu sefer tekrarlatmıyor. (Herkes sevinç çığlığı atıyor)

Muhsin bir an kendini kaybediyor ve kendine has (ve odadaki herkese gıcık gelen) ses tonuyla:
Cennetle cehennem maç yapmış! Şeytan “Boşuna oynamayalım, biz kazanırız!” demiş. Melekler de, “Olur mu? En iyi futbolcular bizde…” demiş. Şeytan “Ama hakem de bizde!

Hep bir ağızdan: “Muhsin azdı yine! At şunu oyundan İshak abi!”

Herşeye rağmen İshak Muhsin’i tekrar uyarıyor, itirazları uzayınca da kırmızı kartla diskalifiye edip, şampiyonluğu Furkan’a veriyor. Muhsin de İshak’a “senin gibi hakemin!” diyor ve Furkan’ı itip, ortalığı velveleye veriyor.

Bu ufak itiş-kakış sırasında binaya bir bomba düşüyor…

Görünen tek şey toz bulutu… Duyulan tek ses kulak uğultusu… Alınan tek koku da yıkıntı kokusuydu…

Gençlerden biri ağlayarak: İshak abi! Duyuyor musun beni!?

Sesimi duyan var mı?

Kendimi iyi hissetmiyorum…

Sesimi duyan yok mu?


Bölüm 2: Parkta (Bölüm 1’den ~1.5 yıl sonra)

Yarısı yıkık-dökük, yarısı da yeni inşa edilmiş bir mahallenin parkında 10-15 çocuk oynuyor: Birinin yüzü, diğerinin ayağının yarısı yanmış… Bir kolu olmayan bir çocuğu da annesi oynatıyor… Bir yetim genç de kenardan onları izliyor hayran bir şekilde…

Etrafında fır dönen (Newton, Spithead ve Luna adında) üç kedisiyle İshak da elindeki aletler ve sağdan-soldan bulduğu malzemelerle parktaki araç ve oyuncakları tamir ediyor.

İshak ve parktaki çocuklar. Kaynak: ChatGPT kullanarak oluşturulmuştur – fakat update edeceğim ve önerilere açığım

Kenarda duran yetim gence İshak: “Gel hadi Muhsin; durma orada! Yardım et bana!” diyor tatlı bir şekilde. Muhsin, İshak’ın çırağı gibi oluyor zamanla… Hatta, beraber yeni kaydırak, tahterevalli, monkey bar/tırmanma demirleri ve salıncaklar yapacak kadar ustalaşıyorlar.

Zamanla, yan mahallelerde yaşayan zengin ailelerin çocukları da bu parkta oynamaya başlıyor ve park iyice kalabalıklaşıyor.

Yine kalabalık bir günde altı çocuk aynı anda salıncağa binince salıncak kırılıyor ve çocuklar yaralanıyor. Zengin mütevellilerden biri bunun sorumlusu olarak görülen İshak’a bir tokat atıyor.

Birkaç gün sonra adam özür diliyor ve çocuklarının bu parkı ve kendisini çok sevdiklerini söylüyor – ve İshak ve çırağına biraz harçlık veriyor. İshak başta kabul etmese de zorlayınca kabul ediyor. Parkı düzgünce yenilemesi için İshak’a malzeme ve yeni alet parası da veriyor.

Kısa sürede park güzelleştikçe çocuk sayısı daha da artıyor. Çocuklarının artık oyuncaklara binmek için sıra beklediğini gören adam çocuklarına özel muamele göstermediği için İshak’a kızıyor ve kendi çocukları oynarken diğer çocukların binmesini engellemesi için günlük para teklif ediyor.

İshak, annesinin ısrarlarıyla birkaç gün o adamın çocuklarına özel muamele göstermeyi denese de sonrasında vicdanı el vermiyor ve teklifi reddediyor.
Adam: “Ulan insana benzediniz sayemde! Şimdi gelmiş bana dayılanıyorsunuz!

İshak: “Teşekkür ederim abi ama burası herkesin hakkı – kimseyi kovamam. Verdiğiniz giysileri de geri vereyim”

Adam: “İstemez; ne halt yerseniz yeyin – biz gidiyoruz!

Adam da birkaç gün içinde evinin bahçesine kendi parkını yaptırıyor ve çocuklarının ilişkisini kesiyor.


Bölüm 3: Yeniden başlıyoruz (Bölüm 2’den birkaç ay sonra)

İshak son cıvatayı da çevirdikten sonra, nefeslenip:

“Muhsin bak bugün ne buldum!”
“Aaa Subbuteo! Ronaldo’yu bulmuşsun abi! Furkan hep onu seçerdi forvette!”

“Al senin olsun…”
“Sağ ol abi!” (Gözleri dolar)

“Bir de eski evimizin enkazında bak ne buldum! Hem de kutularca! Rahmetli babam aldı sanırım benden habersiz…” – Elinde birkaç yıl önce yazdığı ve bir süre ‘Best Seller’ olan komik anı kitapları… Büyük bir kısmı yırtık ve yanık halde…

(Bir sessizlik olur… İkisinin de gözleri dolar)

(Şakacı ses tonuyla) Muhsincim, şu ‘dömitas’ kaşığını uzat da kahvemize biraz şeker ekleyelim.

Anlamadım abi. Çay kaşığı mı istedin?

Mon Dieu! C’est terriblé! Anlamazsın tabi cahıl. Çay kaşığı şu biraz daha büyük olanlar; ‘Dömitas’ en küçük olanlar. Kahve kaşığı olarak kullanılır medeni dünyada…

İshak’ın bu şakalaşmalardan sonra keyfi yerine gelir ve mutlu bir şekilde çocuklara dönerek: ‘Hadi bakalım! Dönme dolabı ilk kim denemek ister?’ der ve yeni yaptığı dönme dolaba oturan dört çocuğu çevirmesi için Muhsin’e sinyal verir…

İshak’ın yeni dönme dolabını deneyen çocuklar ve Muhsin. Kaynak: ChatGPT kullanarak oluşturulmuştur – fakat update edeceğim ve önerilere açığım

(Dönme dolap herkesin ilgisini çeker ve uzun bir sıra oluşur)

Muhsin (kısık sesle): Abi biliyor musun? O adam sana tokat attığında çok ağrıma gitmişti ve o günün gecesi onu öldürme planları yapmıştım. Sonra ruh haletim değişti ve çaresizliğimizi düşünüp, kendimi öldürmeyi düşündüm.

Fakat – Allah’a şükürler olsun ki – vazgeçtim. Tek sebebim de seni yalnız bırakmamak ve üzmemekti. İyi ki varsın!

İshak: Sen de iyi ki varsın! Allah’ın izniyle her zaman yanında olacağım!

(Muhsin ağlar. İshak’ın da gözleri dolar. Sarılırlar)

İshak: Benim sinirlendiğim veya üzüldüğüm zaman açıp-baktığım bir defterim var – içinde bana huzur veren Ayet, Hadis ve güzel sözlerin olduğu… Bugün de baktım ve Efendimizin (SAV) vefatının hemen ardından yaşanan hadiseleri not ettiğim sayfa gözüme takıldı. Hz. Ömer aldığı vefat haberinin ardından yaşadığı büyük üzüntü ile etrafında tartışan insanlara “Muhammed öldü diyenin kafasını keserim” diyor. Orada bulunan Hz. Ebubekir de arkadaşına çıkışmak yerine her zamanki gibi aklı-selim davranıyor ve önemli birşeyi hatırlatıyor: “Her kim Muhammed’e (SAV) tapıyorsa, bilsin ki, O ölmüştür. Her kim de Allah’a ibadet ve kulluk ediyorsa bilsin ki, Allah Hayy’dır, ölümsüzdür”.

Allah bize her zaman destek olacak ve doğruyu hatırlatacak insanlarla tanıştırsın inşallah!

Muhsin: Amin abi! Allah’a ne kadar şükretsem azdır!

İshak: Çocukları iyi eğlendirdin bugün! Allah razı olsun!

Muhsin: Sence ileride bir tema parkımız da olur mu abi?

İshak: Ne diyorduk hep?

Beraber: Per Aspera Ad Astra!

İshak, göğe bakarak: Sağlığımız yerinde, sevdiklerimiz yanımızda olduktan sonra neden olmasın? İnşallah olur!


Bölüm 0: İshak hakkında (Bölüm 1’den ~iki yıl önce)

İshak elitlerin oturduğu bir masada buluyor kendini. Kocaman masada belki 30 kişi var ve hepsi birbirinden şık. Önünde de en az on çeşit çatal, kaşık ve bıçak var. Garsonlar ellerinde yemeklerle belirince, karşıdan bir hanımefendi Fransızca “Demitasse si vous plait (Dömitas lütfen) diyor. Liseden kalma Fransızcasıyla kendisinden “Dömitas” diye birşey istediğini anlıyor fakat ne olduğunu bilmediğinden kadının gösterdiğini düşündüğü çatalı nezaketen uzatıyor. Kadın anında “Mon dieu! C’est terriblé(Aman Tanrım! Ne korkunç!) diyor ve tüm oda onun cahilliğine hunharca gülüyorlar.

Babasının bağırışıyla bir anda uyanıveriyor… Rüyaymış meğer!

İshak gece Güneydoğu Asya gezisinden çok yorgun geldiği için yeyip-içtiklerini topla(ya)mamıştı; sonra da kulaklığında Barış Manço’dan Dönence loopa girmiş şekilde salonda sızmıştı…

Hoş geldin beyefendi! Dün Handan Hoca kapımıza dayandı ve ‘Sizin oğlan bizim kıza kötü bir laf etmiş. Sizin gibi anne-babanın oğluna hiç yakışmıyor. Lütfen uyarın!’ dedi! Yerin dibine girdik senin yüzünden!

“Kötü birşey demedim; alındı gereksiz şekilde! ‘İyi görünmüyorsun. Hasta mısın?’ dedim sadece! Asıl onların bana özür dilemesi gerekiyor. Betül annesine gidip “Anne! İshak bana ‘Hasta mısın?’ dedi” deyince, Handan Hoca ‘Kızım o kendi hasta!’ dedi. Hoca beni dinlemeden kendi kızını kayırdı.

“Neyse ne! Hocandan ve Betül’den özür dile yarın!”

“Bu arada benim Patek Philippe ve Rolex’ler yerinde yok. Bir yere mi koydunuz?”

Anne ve babası her yere baktı ama bulamadılar. İshak o an anladı: havaalanından beraber geldiği taksici ona “İshak Kervancı; ünlü iş adamı Bayram Kervancı’nın oğlu musun yoksa?” diye sormuştu… Gelirken taksici uykusuzluktan devamlı şeridinden çıktığı için İshak ona kenara çekmesini söylemiş; sonra da yol üzeri bir istasyonda kahve ısmarlamıştı. Eve varınca da davet edip, atıştırmalık birşeyler hazırlamıştı. O ara taksici Şeytan’a uyup, saatleri almış olmalıydı. O karanlıkta taksi şirketine vs. de dikkat etmemişti.

Babası Bayram Bey: Ne yaptın? Ne yapn! Allah senin belanı vermesin! Gözüm görmesin seni!

Bir sessizlikten sonra: Harçlığını da kestim bu itin! Gitsin nereden kazanıyorsa kazansın!

(Bayram Bey ‘it’ lafı ağzından çıkar çıkmaz oğluna aşırı tepki verdiğini düşündü fakat o an gururuna yediremedi ve yavaşca odasına çekildi)

Annesi Ayla Hanım: Ah oğlum. Tanımadığın insanları neden eve alıyorsun?

İshak iyi kalpli oldugu kadar çalışkan ve yetenekli de bir gençti. Babası ve annesine hiç laf etmedi ve direkt mahallede iş bulabileceğini düşündüğü birkaç dükkana uğradı. Daha önce hiçbir işte çalışmamıştı…

Mahallenin kebap dükkanına geldiğinde dağıtılacak broşürlerin olduğunu ve birini aradıkları söylüyorlar. İshak da hemen kabul ediyor.

‘Şu iki kutu broşürle başla bakalım.’

Kaldıkları mahallede birçok ev bahçeli olduğu için broşürleri at at bitmiyordu. Broşür atmaya gittiği evlerin birinde onlarca genç kahkaha atıyor, eğleniyordu. Bir parti havası vardı. Birden İshak’ı görünce, herkes ona baktı. Elinde broşürleri görünce de gülmeye başladılar. O da ‘bu hıyarlara inat posta kutusuna birkaç tane atayım’ derken, kutuya kısa süreliğine eli sıkışıyor ve çıkarmaya çalışırken duyduğu kahkahalar hala kulağında çınlıyor.

Bir defasında da kadının biri İshak tam kapıdan içeri broşürü atacakken kapıyı açıp, broşürü elinden alıyor ve gözünün içine bakarak çöpe basıyor.

İshak bu ve (köpeklerin kovalaması gibi) benzer gurur kırıcı olaylardan sonra karar veriyor: bu işi bitirdikten sonra bir daha broşür dağıtmayacaktı. Bu paraya bu meşakkat değmezdi…

Ayrıca parasını almaya gittiğinde de dükkan sahibi müşterilerin birinin şikayet ettiğini söyleyip, yarı para vermişti.

O paranın bir kısmıyla bakkaldan bir sandviç aldı. Bakkalcı, yorgun görünen İshak’a ‘yanına bir içecek al benden’ deyince morali biraz yerine gelmişti. O sırada onu gören yakın arkadaşı Yaşar Akif, hal-hatırını sorduktan sonra ‘o bakkal parasızlıktan yakında kapanacak; ondan bedava şeyler veriyor’ deyince, İshak adama yardımcı olmak için dükkana bir daha giriyor ve cebindeki tüm parayı gizlice tezgaha koyarken bakkalcı onu yakalıyor.

“Ulan hırsız; napıyorsun burada?! Bırak aldığın paraları!”

“Abi yanlış anladın! Bu benim param – sana verecektim!”

“Yürü; karakolda anlatırsın derdini!”

Babasını arayan polis, durumu anlatıyor ve bakkalcının bir ücret karşılığı şikayetini geri çekeceğini söylüyorlar. Babası da işler büyümesin diye bakkalcıyla anlaşıyor. Yaşar Akif polislere ve Bayram Bey’e durumu anlatmaya çalışsa da İshak mahallede rezil oluyor. Babasının gözünden bir kez daha düşüyor.

Yaşar Akif İshak’ın bu haline üzülüyor ve bir çay ısmarlıyor. Laf arasında Fikri adında bir arkadaşının komik bir podcast için yanına bir co-host aradığını söylüyor. Normalde de kıvrak zekalı, cool ve komik olan İshak Fikri’ye ısınıyor ve beraber ‘Fiko ve Ayzek Şov’ adı altında birkaç bölüm çekiyorlar:

İshak: Bir defasında beraber kaldığımız arkadaşlardan biri yanıma geldi ve “Print etmek istediğim 1-2 sayfalık bir doküman var; okuldan bir hallediver be!” dedi

Ben de “Olur; emaille yolla; akşam getiririm” dedim

Bana emaille şey yazmış: “Dostum sana 3-5 sayfalık bir doküman yollarım demiştim. Ekteki 6-7 sayfalık dosyayı print edip, getirebilirsen sevinirim. Sağ ol!”

Ekteki dosya: 9 sayfa! (gülüyorlar!) Nezaketen print ettik ne yapalım? Bir de – yüksek ihtimal benim yüzümden – İnsan Kaynakları’ndan email geldi herkese print işlerini azaltalım diye (gülüyorlar)

(Fikri gülerek) Başına ne geldiyse iyiliğinden gelmiş be İshak!

Yok; öyle demeyelim! Bunlar ufak şeyler! O an yaşarken komik olmuyor belki ama geri dönüp, anlatınca gülümsetiyor.

Komik hikaye demişken bunu da anlatayım: Belki hatırlarsınız… Bundan bir-iki yıl önce Yozgat‘tan bir vaşak videosu paylaşılmıştı haberlerde. Bana göre dünyanın en güzel hayvanı… Belki canlı görürüm diye hemen yola koyuldum. Gitmişken oradaki Roma Hamamı ve Kerkenes Harabelerini de gezmiş olurum dedim. Normal şartlarda uçakla giderim tabi – bilmeyenler varsa, şükür, (gülerek) peder sağ olsun, maddi durumum iyi arkadaşlar – fakat o haftaki hava şartlarından dolayı İstanbul’dan Yozgat’a otobüsle gitmek zorunda kaldım. İstanbul’da yanıma genç bir asker oturdu. Otobüste de koltuğun önünde dokunmatik televizyon vardı. Baktım asker arkadaş kullanmasını beceremiyor, yardımcı oldum kendisine. Yardım edince onlarca kez teşekkür etti ve hemen kaynaştı benimle. Sonra da ‘Müzik’ kısmına girdi ve Volkan Konak’tan “Yarim Yarim” şarkısını açtı. Bir oldu, iki oldu, on oldu; şarkı aynı. Değiştirmiyor! Yolu yarıladıkça insanlar inmeye ve otobüs boşalmaya başladı. Fakat bizimki ne iniyor, ne de boşalan yerlere geçiyor. Meğer o da Yozgat’a gidiyormuş. Allah’in işi! Kaderde on saat boyunca sıkış pıkış ‘Yarim Yarim’ dinlemek varmış! (Gülüyorlar)

İshak başından geçen bu ve benzeri trajikomik olayları anlattığı bu podcastle mahallede ve geniş çevresinde tekrar gözde olmaya başlayınca, haberler babasının da kulağına gidiyor ve İshak’la araları düzeliyor. Ayrıca İshak bu komik anılarını kısa bir kıtap olarak bastırıyor ve şehirde ‘En çok satanlar’ listesinde kendisine yer buluyor.

İshak babasıyla arası iyiyken, bunu fırsata çeviriyor ve Fikri’yle uzun zamandır getirmek istedikleri ünlü bir komedyenin konuk olarak katılması için babasından menajeriyle anlaşmasını rica ediyor.

Babası oğlunu yine kıramayıp, yüksek bir meblaya komedyeni konuk olarak getirttiyor:

Komedyen: Ben işletme mezunuyum; ailede üniversite mezunu tek bendim o zamanlar. Yoğunluktan, mezuniyet töreni için kep ve cübbeleri alsın diye benim kardeşi yolladık. Bir de ne görelim, hıyar giymiş de gelmiş. “Abi çok güzelmiş bu” diyor! Zor ikna ettik çıkarsın diye! (Gülüyorlar)

O gün birkaç yabancı arkadaşın ailesi de mezuniyet için oradaydı. Babam biriyle uzun uzun ve devamlı gülerek “Yes, yes” dediğini gördüm. Yanlarına gelip, ben de birkaç kelime ettikten sonra babam bana dönüp, “sabahtan beri ne diyor lan bu lavuk?” demez mi? Adamın da biraz Türkçesi varmış; rezil olduk! (Gülüyorlar)

Ama ailedeki tek mezun olmak bayağı havalı birşey. Bazen kendi kendime – ayağım yere bassın, fazla uçmayayım diye – “Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var!” diyordum (Gülüyorlar)

Bu arada beni götürdüğünüz kebapçı bayağı iyiydi. İlginçtir; bir ustanın kebabının tadıyla eğitim seviyesi ters orantılı oluyor. Bu abi de iki kelime yanyana getiremiyordu ama kebabı efsaneydi!

İshak: Her zaman geçerli değil gibi abi. Bizim Arif okuma-yazma bilmiyor ama kebabı leş gibi! (Gülüyorlar) Arif demişken komik bir anımı anlatayım: Geçen Arif’le yolda karşılaştım: “Abi, ben karar verdim; Elif’le evlencem” diyor. Ben de “Hadi hayırlı olsun! Senin istemen yeterli tabi – sen karar verdiysen bitmiştir bu iş!” dedim. (Gülüyorlar) Ama laf dokundurduğumu anlamadı – “Sağ ol abi” diyor. (Gülüşmeler devam ediyor)
Neyse beraber yürüyoruz merkeze doğru… Bir anda şaşırtıcı derecede okul, iş-güçle ilgili akıllı akıllı konuşmaya başladı. Laf, lafı açtı ve konu ekonomiye geldi. “Bizim kebap sektörü bayağı sıkıntıda… Kar oranlarımız rekabet, ekonomik durgunluk, işçi maaşları ve vergilerdeki artışlardan dolayı bayağı düştü.
Ben ağzım açık dinliyorum bu arada ‘Bu bizim Arif mi?’ diye!
Ama tek sebep bunlar da değil: Örneğin bak burada da bir sürü mobilya dükkanı kapandı son dönemde. Şu aşağıda açılan Subway mahvetti hepsini!”
Kendimi gülmekten zor alıkoydum! Allah’tan, Arif simülasyondaki ufak bir glitch’den sonra fabrika ayarlarına döndü yoksa kendime gelemeyecektim o gün.
‘Neyse boşver mobilyacıları! İşler kesatsa biraz daha broşür dağıttırın bu dönem’ deyip, geçiştirdim… (Gülüyorlar)

Podcast’te herşey iyi giderken, komedyen başından geçen bir hikaye daha anlatıyor. Çocukken köye sık gittiklerini ve bazen tarlalarda tuvaletlerini yapmak zorunda kaldıklarını söylüyor. Bir gün yine tuvaletini yaparken eşeğin biri buna saldırıyor. İshak burada sesli gülünce:

Komik olan ne lan? Travmamı anlatıyorum, sen gülüyorsun! Topallıyorum o günden beri! Hala bir eşek gördüğümde kaçacak delik arıyorum!’

‘Abi yanlış anladın beni; ben komiklik olsun diye anlatıyorsun sandım! Özür dilerim!’

Komedyen ‘Hadi lan!’ deyip, stüdyoyu terk ediyor.

Bunu duyan babası İshak’a yine kızıyor ve hemen menajerini arıyor. Fakat menajer komedyenin çok kızdığını, ödedikleri paranın iade edilmeyeceğini ve bölümü kesinlikle yayınlayamayacaklarını iletiyor kendisine.

Babasının yüzbinlerce lira kaybetmesi İshak’a çok ağır geliyor ve podcast işine ara vermeye karar veriyor ve bir haftasonu okulunda öğretmenlik yapmaya başlıyor.

Bir gün teneffüste çocukların yanında dururken, öğrencilerden birinin oyuncağıyla çikolata-şeker satan otomata vurduğunu görüyor – ve yanına gidip, sorunun ne olduğunu soruyor.

Kız da elindeki paraları göstererek: “Bu kadarım var, fakat bu makine bana çikolata vermiyor”.

“Ama oyuncağına zarar veriyorsun. Değerli birşeye benziyor… Kolu çıkmış; ver düzelteyim..”

(Oyuncağı tamir ettikten sonra) “Elindeki paraları bana ver; alayım ben” – İshak cebindekilerden de biraz ekleyip, çikolatayı alıyor ve kıza uzatıyor. Çocuğa yaptığı iyilikten sonra mutlu mutlu yürümeye başlıyor ki, kız bir anda bağırıyor: “Eee; benim param nereye gitti? Param! Paramı ver!

İshak şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırıyor ve kıza ‘La havle… Sus; bağırma!’ diyor fakat diğer öğretmenler olay yerine bakıp, yaklaşmaya başlayınca olay çıkmasın diye elini cebine atıyor ve eline gelen tüm parayı kıza veriyor.

Sinirlenince veya morali bozulduğunda hep yaptığı gibi cebinden ‘Per Aspera Ad Astra’, ‘Amor Fati’ gibi Latince sözler ve ‘La havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim’, ‘La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin’ gibi Arapça duaların yazdığı kağıdı çıkarıp, bir göz atıyor…

Teneffüs bitince de orta okul yaşındaki çocuklara Subbuteo turnuvası düzenleyeceği için sınıflara doğru yürümeye başlıyor…

Ilgili şarkılar

Rolling Stones – Gimme Shelter
Barış Manço – Dönence

Read Full Post »

Gönül muhabbet ister podcast bahane! 🙂
Genelde, başarılı, bilgili ve ‘cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf hashtagini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumuzu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)


Az İş Çok Laf – Final Bölüm 30: Futbol tuhaf oyun – Kerem Aydın (11/05/2025)

Hostlar: Mesut Erzurumluoğlu (Twitter|Blog) ve Enes Öztoprak (LinkedIn)

Konuk: Kerem Aydın (Twitter)

Not: Maalesef hem akustik hem de internet bağlantı sorunları çektik ve birçok kısımı silmek zorunda kaldık. Kerem’in de sonradan bağlantısı tamamen koptu. Neyse artık elveda diyoruz zaten – umarız fazla rahatsız etmez. İyi dinlemeler!

“Truth is stranger than fiction, but it is because fiction is obliged to stick to possibilities; truth isn’t.” (Gerçek, kurgudan daha tuhaftır, çünkü kurgu, olabilirlikleri gözetmek durumundadır; gerçeğin öyle bir zorunluluğu yoktur) – Mark Twain

Bu bölümde Bilkent Universitesi Endüstri mühendisliği mezunu ve arkadaşları arasında ‘futbol almanağı‘ olarak tanınan Kerem Aydın’ı ağırladık ve kendisinden futbolla ilgili tuhaf anılarını dinledik.

Not: Kerem’i konuk aldığımız Bölüm 3, Bölüm 25, Bölüm 26 ve Bölüm 29 için tıklayın


Yayında kullandığımız terminoloji:

Glitch: Genelde oyunlarda ortaya çıkan (fizik kurallarına aykırı) komik arızalar (örn. FIFA konsol oyununda futbol topunun kalecinin içinden geçmesi gibi)

Infamous: Kötü anlamda, negatif bir şöhret/ün (örn. Ajdar ünlü bir şarkıcı)

Ateistler bunu da açıklasın‘ internet geyikleri/memeleri (Ekşisözlük)

Yayında bahsettiğimiz futbol mucizeleri ve tuhaf olaylar:

Leicester City FC’nin 2015/16 Premier Lig Şampiyonluğu (YouTube | Bir önceki sezon)

Yunanistan’ın Euro 2004’ü kazanması (YouTube)

Bayern Münih v Manchester Utd 1999 Şampiyonlar Ligi Finali (YouTube)

Leicester City FC v Watford 2013 (Premier League) Play-off maçı son saniyeler (YouTube)

Hırvatistan v Türkiye Euro 2008 çeyrek finali son saniyeler (YouTube)

Fransa v Arjantin 2022 Dünya Kupası Finali – ve son saniyede Martinez’in kurtarışı (YouTube)

Ertem Şener ve Fatih Terim’in komik diyaloğu (YouTube)

Leverkusen’in 2023/24 Bundesliga sezonunu ilk defa (ve namağlup!) kazanması (YouTube)

Fenerbahçe v Galatasaray (1991) derbisinde sakatlanan futbolcuyla sıcağı sıcağına röportaj (YouTube)

Arsenal v Zaragoza 1995 Kupa Galipleri Kupası finali – uzatmaların son dakikasında orta sahadan gol (YouTube)

Lilian Thuram’ın Fransa Milli Takımı için 142 maça çıkması ve attığı iki golü de 1998 Dünya Kupası Yarı Finalinde Hırvatistan’a karşı atıp, ülkesini finale taşıması (YouTube)

Manchester City’nin Aguero’nun golüyle son dakikalarda 2012 yılı Premier League şampiyonluğu (Son 10 dakika full | Aguerooo!)

Liverpool v Milan 2005 Şampiyonlar Ligi Finali (YouTube)

DC United v Orlando (2018) – Wayne Rooney’nin son saniyelerde inanılmaz asisti (YouTube)

Fransa’nın son saniyelerde yediği golle 1994 Dünya Kupasına gidememesi (YouTube)

Liverpool kalecisi Karius’un 2018 Şampiyonlar Ligi Finalinde yaptığı büyük hata (YouTube)


Bizi Twitter‘dan takip edin!

Podcastimizi SpotifyYouTube ya da Apple Podcasts‘ten takip edin ve arkadaşlarınızla paylaşın!


İntro müzikleri:

Altın Gün – Goca Dünya
Kemal Sunal’ın ‘Umudumuz Şaban’ filminden bir sahne

Öneri, soru ya da reklam için: coklafazis.podcast@gmail.com

Podcast episode edited by: Mesut Erzurumluoğlu

Read Full Post »

evrim
‘Hocam evrimciler sadece zevk almaya yarayan kilitorise nasıl bakıyorlar. Birde bunu, ayağı, göğüsü seven erkeklere mantıksal açıklama getiriyorlar mı?’

Atayizler/Evrimciler hadi bunu da açıklasın!” tarzı emaillere alıştım artık 😀 Bu – kimden geldiği belli olmayan – emaili de ciddiye alıp, nispeten uzun ve referanslı bir cevap verdim 😀 Geri cevap yazmadı hatırladığım kadarıyla…

Ergenlik yıllarımdan beri blog yazısı yazıyorum (iyi ki sosyal medya yoktu o zamanlar!) fakat son 5-6 senedir vaktim (ve enerjim) olmadığından ne fazla yazabiliyorum ne de eski türkçe yazılarımı geri dönüp okuyabiliyorum (ki gramer ya da içeriğine çeki-düzen vereyim). ‘Türkçe yazılar‘ sayfasında da bahsettiğim gibi maalesef özellikle 2017-öncesi türkçe yazılarım ingilizce yazılarımdan genelde daha didaktik ve biraz arabesk. Türkçe yazı yazma tarzımı (birçok sebepten dolayıi) zamanla değiştirsem (ve – umarım – geliştirsem) de yine de fazla türkçe blog yazısı paylaşamadım – arada (‘Az iş çok laf’ adıyla) bir podcast işine biraz giriştik yakın bir arkadaşımla fakat yoğunluktan onu da devam ettiremedik. Bundan dolayı aklıma (türkçe) bir blog yazısına uygun fikirler geldikçe ya da bana fikir verildikçe bunları öncelemeye çalışacağım.

Bu seriyi paylaşma fikri eşimden geldi. Onunla arada-sırada bana gelen emailleri (ya da DM’leri) paylaşırım ve fikrini alırım. Fakat bazılarına sadece kahkaha atmakla kalıyor 😀 Burada da hep beraber gülelim diye bana gelen bazı email/DMleri – tabi ki kişisel bilgileri kaldırarak – paylaşacağım. Ayrıca üzerinden en az 3 sene geçmiş olanları seçtim – ki bundan dolayı atanların dahi unuttuğunu umuyorum (çünkü ben 6 ay önce yazdıklarıma dahi şaşırıyorum çoğu kez!)…

Aşağıdakilerin hepsi (‘gerçek’ hayatta) tanımadığım insanlardan (laps diye) geldi 😀 Seviyeyi çok düşürenlerin dışında – ki onları paylaşmıyorum/paylaşmam (ifşaya karşıyım) – kimseyi (saçma dahi olsa) sordukları sorulardan dolayı aşağılama(dı)m. Buradakilerin çoğuna dahi vaktim el verdikçe cevap verdim. Bazıları geri cevap vermeye/teşekkür etmeye tenezzül etmese de 😀

Buyrun efendim. Nasıl yardımcı olabilirim?

‘liverpooldan kabul alsam birlesik kralliga geldigimde beni kim karsılar ve ben nerede kalabilirim suan okul ortalam 4 uzerinden 3.73 yuz uzerinden 92’

Liverpool’dan kabul alamadı – bu yüzden kimse karşılamak zorunda kalmadı 😀 Arkadaşın sonradan (aklına estikçe attığı) daha komik ve gereksiz soruları da vardı ama (çok ufak) bir ihtimal tanıyanlar varsa kim olduğu belli olabilirdi – ondan paylaşmıyorum

‘… bir kardeşim var onun yüksek linsansını yurt dışında almasını istiyoruz nasıl yardımcı olabilirsiniz?’

Nasıl yardımcı olabilirim? Mesela yarın gelsin başlasın hemen! 😀

‘Merhabalar, üniversite bölümünüzle ilgili konuşabilir miyiz?’

‘Merhaba ben ingilizce için yardım isticektim de sizden’

Kendi türkçem iyi olsa önce oradan başlardım – ne yazık ki değil 😀
Fakat o kadar çok bu ve benzeri soru geliyor(du) ki – sonradan vicdan azabı çekmemek için – bu konuda üç blog yazısı yazmak zorunda kaldım 😀
1- İngiltere’de akademik kariyer için tavsiyeler
2- İngiltere’de okumak/yaşamak
3- İngiliz kültürüne dair gözlemlerim

‘Biraz kilom var rejim yapamıyorum bir türlü hep iştahım var’

Arkadaşı bir doktor arkadaşa yönlendirdiğimi hatırlıyorum 😀

“Gerçekmişsin moralim bozuldu gidiyorum” dedi ve gitti…

Hala (Mart 2025) sıfır paylaşım ve takipçi 😀 (bahsettiği tweet)

‘Sizce Fizik bilimini kapsıyan dünyanın en büyük sorunu nedir bunun icin ne yapılmalıdır.’

Yarın ilk iş sorarım kardeşim 😀

Şimdilik kısa ve tadında dursun. To be continued… 😀

Read Full Post »

Gönül muhabbet ister podcast bahane! 🙂
Genelde, başarılı, bilgili ve ‘cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf hashtagini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumuzu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)


Az İş Çok Laf – Bölüm 29: Süper Lig Tarihinin En Komik 11’i – Kerem Aydın (02/05/2023)

Hostlar: Mesut Erzurumluoğlu (Twitter|Blog) ve Fikri Çiçek (LinkedIn)

Konuk: Kerem Aydın (Twitter)

Bu bölümde Bilkent Universitesi Endüstri mühendisliği mezunu ve arkadaşları arasında ‘futbol almanağı‘ olarak tanınan Kerem Aydın’ı ağırladık ve kendisiyle Süper Lig tarihinin En Komik 11’ini kurduk.

Not: Kerem’i konuk aldığımız ilk podcast bölümü olan Bölüm 3, Bölüm 25 ve Bölüm 26 için tıklayın

Not 2: 24:55‘te gazete manşetindeki küfürden dolayı bip girdik (Detaylar için: YouTube)


Yayında bahsettiğimiz videolar:

Rizespor’lu Cumhur’un (2007/08 Fenerbahçe maçında) yan hakemin “Oyna Oyna!” talimatına verdiği cevap (YouTube)

Yılmaz Vural – En Komik Anlar (YouTube) ve ‘Gurbetçi Şaban’da oynadığı rol (YouTube)

Volkan Demirel (2009/10 Galatasaray maçında) topu poposuyla kontrol ediyor (YouTube)

‘Takoz’ Recep Çetin Ropörtajı (YouTube)

Mustafa Denizli, Polis İle Yaşadığı Efsane Diyaloğun Bilinmeyenlerini Anlattı (YouTube)

Batuhan Karadeniz Transfer Haberleri ve Knight Online Günlükleri 1 (YouTube)

Eski futbolculardan gülümseten Sergen Yalçın anıları (YouTube)

Fatih Terim (Euro 2004’de) Canlı Yayın Kazası (YouTube)

Serhat Akın Güney Kore’de nasıl ölümden döndü? (YouTube)

Beşiktaş-Barcelona (19/09/2000) Özeti – İbrahim Üzülmez (YouTube)

Hasan Şaş 2002 DK Uçak anısı (YouTube)

Shota Arveladze’den en komik anlar (YouTube)

Pascal Nouma ve Kadir Çöpdemir – Aragaz Komik Cenaze Adetleri (YouTube)


Bizi Twitter‘dan takip edin!

Az İş Çok Laf – Bölüm 30: Yakında! Podcastimizi SpotifyYouTubeApple Podcasts ya da Google Podcasts‘ten takip edin ve arkadaşlarınızla paylaşın!


İntro müzikleri:

Altın Gün – Goca Dünya
Kemal Sunal’ın ‘Umudumuz Şaban’ filminden bir sahne

Öneri, soru ya da reklam için: coklafazis.podcast@gmail.com

Podcast episode edited by: Mesut Erzurumluoğlu

Read Full Post »

Gönül muhabbet ister podcast bahane! 🙂
Genelde, başarılı, bilgili ve ‘cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf hashtagini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumuzu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)


Az İş Çok Laf – Bölüm 28: Osmanlı Irak’ı Tarihi ve Pul koleksiyonculuğu üzerine – Oral Avcı (23/03/2023)

Hostlar: Fikri Çiçek (LinkedIn) & Mesut Erzurumluoğlu (Twitter|Blog)

Konuk: Oral Avcı (Website|Twitter)

Bu bölümde Tezhip ve Hat Sanatçısı, Pul Koleksiyoncusu, Mühendis ve İş Adamı Oral Avcı’yı ağırladık – ve kendisiyle pul koleksiyonculuğu ve ‘İngiliz İşgali Döneminde Osmanlı Irak’ının Posta Tarihi‘ adlı eseri üzerine konuştuk.

Tavsiyeler:

1- Oral Avcı’nın (okul arkadaşı ve Yıldız Holding CEO’su) Murat Ülker’e verdiği ropörtaj: Tarihin Habercileri: Pullar!

2- Türk Kahvesi (TVNet): Tarihi anlamakta pulların önemi – Oral Avcı



Bizi Twitter‘dan takip edin!

Az İş Çok Laf – Bölüm 29: Yakında! Podcastimizi SpotifyYouTubeApple Podcasts ya da Google Podcasts‘ten takip edin ve arkadaşlarınızla paylaşın!


İntro müzikleri:

Altın Gün – Goca Dünya
Kemal Sunal’ın ‘Umudumuz Şaban’ filminden bir sahne

Öneri, soru ya da reklam için: coklafazis.podcast@gmail.com

Podcast episode edited by: Mesut Erzurumluoğlu & Fikri Çiçek

Read Full Post »

Gönül muhabbet ister podcast bahane! 🙂
Genelde, başarılı, bilgili ve ‘cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf hashtagini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumuzu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)


Az İş Çok Laf – Bölüm 27: Depresyonla ilgili bilinen yanlışlar – Dr Muzaffer Kaşer (21/11/2022)

Hostlar: Mesut Erzurumluoğlu (Twitter|Blog) ve Fikri Çiçek (LinkedIn)

Konuk: Muzaffer Kaşer (Akademik profil|Twitter)

Bu bölümde Psikiyatrist ve Cambridge Üniversitesinde depresyonun sebep, sonuç ve tedavileri üzerine akademik çalışmalar yürüten Dr Muzaffer Kaşer’i ağırladık – ve kendisiyle akademik serüveni ve çalışmaları, ve depresyonla ilgili bilinen yanlışlar hakkında konuştuk.

Not: Muzaffer Hocanın Academy of Medical Science tarafından düzenlenen ve çok ilgi gören (21/11/22 itibarı ile ~140k izlenme; ingilizce) sunumu için tıklayın: Modafinil benefits for depression


Podcast’te kullanılan terminoloji:

Cohort (‘kohort’ diye okunur): Epidemiyoloji alanında kullanılan ‘Cohort’lar, yüzlerce, binlerce, bazen yüzbinlerce (bkz: UK Biobank) insanın sağlık verisinin sistematik bir şekilde toplandığı ve bilim dünyasına sunulduğu grup çalışmalarıdır.

Meta-analiz (meta-analysis): Belirli bir konuda yapılmış fakat birbirinden bağımsız birden birçok (genelde küçük çapta) çalışmanın sonuçlarını birleştirerek (daha büyük) istatistiksel analiz yapmaktır

DSM (‘diy-ess-emm’): Psikiyatristlerin teşhis için kullandıkları kaynak olan ‘The Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders‘ rehber/kitabının kısaltılmış hali.

Plasebo etkisi (Placebo effect): Farmakolojik olarak etkisiz bir ilacın (psikolojik ya da fizyolojik olarak) iyi bir etki gösterme halidir

Muzaffer Hocadan tavsiyeler:

Kitap: Daniel Kahneman – Thinking, Fast and Slow

Yazar: Sait Faik Abasıyanık



Bizi Twitter‘dan takip edin!

Az İş Çok Laf – Bölüm 28: Yakında! Podcastimizi SpotifyYouTubeApple Podcasts ya da Google Podcasts‘ten takip edin ve arkadaşlarınızla paylaşın!


İntro müzikleri:

Altın Gün – Goca Dünya
Kemal Sunal’ın ‘Umudumuz Şaban’ filminden bir sahne

Öneri, soru ya da reklam için: coklafazis.podcast@gmail.com

Podcast episode edited by: Mesut Erzurumluoğlu & Fikri Çiçek

Read Full Post »

Gönül muhabbet ister podcast bahane! 🙂
Genelde, başarılı, bilgili ve ‘cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf hashtagini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumuzu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)


Az İş Çok Laf – Bölüm 26: FIFA Dünya Kupası ile ilgili ortamlarda kullanılacak bilgiler – Kerem Aydın (14/11/2022)

Hostlar: Mesut Erzurumluoğlu (Twitter|Blog) ve Mehmet Esat Erzurumluoğlu (Twitter|Academia.edu)

Konuk: Kerem Aydın (Twitter)

Bu bölümde Bilkent Universitesi Endüstri mühendisliği mezunu ve arkadaşları arasında ‘futbol almanağı‘ olarak tanınan Kerem Aydın’ı ağırladık ve kendisiyle ilginç FIFA Dünya Kupası istatistikleri hakkında konuştuk.

Not: Kerem’i konuk aldığımız ilk podcast bölümü olan Bölüm 3 ve Bölüm 25 için tıklayın


Yayında bahsettiğimiz istatistik/videolar:

Dünya Kupasının en hızlı golü – Hakan Şükür: Güney Kore v Türkiye (2002)

Dünya Kupasının en hızlı kırmızı kartı: Ilk dakikada Jose Batista – Iskoçya v Uruguay (1986)

Fransa’nın 1994 Dünya Kupası play-off maçında Bulgaristan’a son dakikada yediği golle yenildiği maçın özeti

Milli kariyerinde 142 maçta sadece 2 gol atan Fransa’nın efsanevi defans oyuncusu Thuram, bu gollerin ikisini de Hırvatistan’a karşı 1998 Dünya Kupası yarı-finalinde attı ve takımını finale taşıdı: Fransa v Hırvatistan (1998)

42 yaşındaki Kamerunlu Roger Milla’nın 1994 Dünya Kupasında Rusya’ya attığı gol

33 yaşındaki C. Ronaldo’nun 2018 Dünya Kupasında İspanya’ya attığı hattrick/goller

Adidas’ın dizayn ettiği dişli kramponların Almanya’nın 1954 Dünya Kupasını sürpriz bir şekilde kazanmasındaki rolü hala tartışılır: adidas History


Bizi Twitter‘dan takip edin!

Az İş Çok Laf – Bölüm 27: Yakında! Podcastimizi SpotifyYouTubeApple Podcasts ya da Google Podcasts‘ten takip edin ve arkadaşlarınızla paylaşın!


İntro müzikleri:

Altın Gün – Goca Dünya
Kemal Sunal’ın ‘Umudumuz Şaban’ filminden bir sahne

Öneri, soru ya da reklam için: coklafazis.podcast@gmail.com

Podcast episode edited by: Mesut Erzurumluoğlu

Read Full Post »

Gönül muhabbet ister podcast bahane! 🙂
Genelde, başarılı, bilgili ve ‘cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf hashtagini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumuzu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)


Az İş Çok Laf – Bölüm 25: Ilginç futbol terimleri ve ‘Terim’ üzerine – Kerem Aydın (22/09/2022)

Hostlar: Mesut Erzurumluoğlu (Twitter|Blog) ve Fikri Çiçek (LinkedIn)

Konuk: Kerem Aydın (Twitter)

Bu bölümde Bilkent Universitesi Endüstri mühendisliği mezunu ve arkadaşları arasında ‘futbol almanağı‘ olarak tanınan Kerem Aydın’ı ağırladık ve kendisiyle ilginç futbol terimleri ve Netflix’in ‘Terim’ belgeseli hakkında konuştuk.

Not: Kerem’i konuk aldığımız ilk podcast bölümü olan Bölüm 3 için tıklayın

Not 2: Yayında bahsettiğimiz Beşiktaş v Dinamo Kiev (2011) maçı son saniyeleri için tıklayın


Futbol podcast tavsiyeleri:

Football Book Club (ingilizce)

Football Cliches (ingilizce)

Peter Crouch Podcast (ingilizce)

Socrates FC

Football Ramble (ingilizce)

The Totally Football Show (ingilizce)

Sky Sports Football (ingilizce)

YouTube futbol kanalı tavsiyeleri:

Tifo Football (ingilizce)

BBC Sport (ingilizce)

BT Sport (ingilizce)

DW Kick off! (ingilizce)

Sky Sports (ingilizce)

Sky Sports Retro (ingilizce)

The Overlap (ingilizce)

Kerem’in önemli katkı sağladığı mobil oyunlar

Braindom serisi


Bizi Twitter‘dan takip edin!

Az İş Çok Laf – Bölüm 26: Yakında! Podcastimizi SpotifyYouTubeApple Podcasts ya da Google Podcasts‘ten takip edin ve arkadaşlarınızla paylaşın!


İntro müzikleri:

Altın Gün – Goca Dünya
Kemal Sunal’ın ‘Umudumuz Şaban’ filminden bir sahne

Öneri, soru ya da reklam için: coklafazis.podcast@gmail.com

Podcast episode edited by: Mesut Erzurumluoğlu & Fikri Çiçek

Read Full Post »

Gönül muhabbet ister podcast bahane! 🙂
Genelde, başarılı, bilgili ve ‘cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf hashtagini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumuzu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)


Az İş Çok Laf – Bölüm 24: Suriyeli mülteciler üzerine – Ahmet Utku Akbıyık (17/06/2022)

Hostlar: Fikri Çiçek (LinkedIn) ve Mesut Erzurumluoğlu (Twitter|Blog)

Konuk: Ahmet Utku Akbıyık (Twitter)

Bu bölümde, Harvard Üniversitesi’nde doktora yapan Ahmet Utku Akbıyık’la Türkiye ve dünyadaki Suriyeli mültecilerin sosyal medya kullanımı ve sorunları üzerine konuştuk. Akbıyık aynı zamanda bir popüler kültür ve bilim dergisi olan Mesail‘de yazılar kaleme alıyor.


Bizi Twitter‘dan takip edin!

Az İş Çok Laf – Bölüm 25: Yakında! Podcastimizi SpotifyYouTubeApple Podcasts ya da Google Podcasts‘ten takip edin ve arkadaşlarınızla paylaşın!


İntro müzikleri:

Altın Gün – Goca Dünya
Kemal Sunal’ın ‘Umudumuz Şaban’ filminden bir sahne

Öneri, soru ya da reklam için: coklafazis.podcast@gmail.com

Podcast episode edited by: Mesut Erzurumluoğlu & Fikri Çiçek

Read Full Post »

Not: Aşağıda okuyacaklarınız sevgili Rafşan Yağmur Çelik’in Bianet.org’un ‘Göç hikayeleri’ serisinde yayınladığı roportajımın orijinal versiyonudur – doğal olarak yayınlanan haberde verdigim cevaplar editlendi ve kısaltıldı. Yayınlanmış versiyonuna ise buradan ulaşabilirsiniz

Not: Aşağıda okuyacaklarınız sevgili Rafşan Yağmur Çelik’in Bianet.org’un ‘Göç hikayeleri’ serisinde yayınladığı roportajımın orijinal versiyonudur – doğal olarak yayınlanan haberde verdigim cevaplar editlendi ve kısaltıldı. Yayınlanmış versiyonuna ise buradan ulaşabilirsiniz

Ne zaman geldin? Bu hikaye nasıl ve neden başladı? O günden bugüne hayatında neler değişti? Neleri fark ettin? Burası sana ne öğretti?

Hayat hikayem biraz karışık fakat özet geçmek gerekirse 88 Ankara doğumluyum fakat hayatımın cogu (27/34’ü) Ingiltere’de gecti. Yaklaşık bir senedir de Almanya’da bir ilaç şirketinde (Boehringer Ingelheim’da) çalışıyorum.

Ailecek iki defa geldik Ingiltere’ye: 1989 (ben 1 yaşındayken) ve 2000’de (12 yaşında). Ingiltere’ye ilk geldiğimizde 6 sene kalmışız – 3 kardeşim de Ingiltere’de doğdular. 95’ten itibaren 5 sene Türkiye’de kaldıktan sonra, babamın Doktora çalısmaları için 2000 yılında tekrar Ingiltere’ye geldik. Ailecek 4 sene beraber yaşadıktan sonra ailem geri döndu; ben ve erkek kardeşim Ingiltere’de kaldık – 16 yaşımdan beri hem okuyorum, hem çalışıyorum. 2016’da evlendim ve ~4 yaşında bir oğlum var.

Cocukken futbolcu olmak istiyordum ve aklım-fikrim bundaydı – çok da yetenekliydim. Futbolda iyi olmamın bana çocukken özgüven ve okulda ‘cool’ cocuklar arasına girme açısından çok büyük katkıları da oldu. Fakat büyüdükce farklı alanlar da ilgimi çekmeye başladı: muhasebe, astronomi, arkeoloji ve – o zamanlar ‘geleceğin mesleği’ denilen – genetik. Hepsiyle ilgili araştırmalar yaptım; o alanlarda çalışan insanlarla görüştüm. Nihai olarak da farklı sebeplerden dolayı diger kariyer opsiyonlarını eledim ve genetikte karar kıldım. A-level (lise) notlarım da yuksek gelince Leicester Universitesinin Genetik bölümüne başvurdum.

Babam eski kriminolog olduğu için bana hep Prof. Alec Jeffreys’in Leicester Universitesi’nde keşfettiği ‘DNA fingerprinting’ (adli tıbbı tamamen değistiren ‘DNA parmak izi’) tekniğinden bahsederdi. Bunun da genetiği seçmemdeki payı büyüktür. Ikinci yılımda Alec Hocadan ders alma şerefine de nail oldum.

Bugün geri dönüp baktığımda birçok kez 4 ayak üzerine düştüğümü goruyorum. Başarılı olacağıma her zaman inanıyordum fakat neredeyse elimi attığım her işten başarıyla çıktım. Birkac örnek verecek olursam: 2011’de mezun olduktan hemen sonra (Master yapmadan) 4-yıl tam burslu Doktora kazandım; akademide arastırmacıyken birçok makalem beklediğimden fazla atıf aldı; 32 yaşında Cambridge Universitesinde Uzman Arastırma Gorevlisi (Sen. Postdoc) olmak az insana nasip olacak birsey; ve birçok prestijli odul aldım – benim için en manidarı da Leicester Universitesi mezunları tarafından 2020 ‘Geleceğin Lideri’ ödülüne layık görulmemdi. Simdilerde ise dünyanın en büyük ilaç şirketlerinden birinde uzman araştırmacı olarak çalışıyorum ve şirketin ilaç portföyüne insan genetiği verilerini kullanarak katkı sağlıyorum – ve bu beni hem mutlu, hem de motive ediyor. 

Ingiltere’ye geldiğin için hayatında neler değişti? Buradaki yaşam koşullarını nasıl görüyorsun? Burada kendini 2. sınıf vatandaş olarak hissettiğin oldu mu?

Göcmenlerin burada karşılaştığı en büyük sorunlar dil, kultur ve vize sorunları. Nispeten küçük yaşta geldiğim ve gayretli ve meraklı olduğum için dil ve kültür farklılığı çok sorun olmadı kendi adıma. Fakat bir 7-8 sene Ingiliz vatandaşı olmadığım için Ingiliz devletinin lise ve universite yıllarında her öğrenciye verdiği bursları alma konusunda buyuk sıkıntılar çektim. Babamın da maddi durumu çok iyi olmadığı için bu burslar olmadan universitede okumam neredeyse imkansızdı. Bu yüzden gitmediğim kurum, göruşmediğim danışman, yazmadığım mektup kalmamıştı. Hatta bu yüzden eğitimime (üniversiteye baslamadan önce ve ilk seneyi bitirdikten sonra) toplamda iki sene ara vermek zorunda kaldım. Babam, ben bir sene ara verdikten sonra, bir sene daha kaybetmeyeyim diye elinde avucunda ne varsa verip, benim 2007’de Leicester Universitesinde okumam için ilk yılın ucretini odemişti (o zamanlar ‘yabancı statusunde’ olan ögrenciler için ücret yıllık £9000’dı). Ilk yılı okurken burs ve vize konusunda araştırmalarımızı ve mücadelemizi de sürdürüyorduk. Tam bu sırada avukat olan bir aile dostumuz bize “bakın; bir işinize yarar mı?” diye Gaye Gürol adında bir Türk’ün Köln belediyesine karşı Avrupa Adalet Divanında (ECJ) kazandığı bir davanın metnini uzattı. Bu karar sayesinde Avrupa’da yaşayan her (vatandaş olmayan) Türk işçi çocuğu üniversiteler tarafından Avrupa Birliği vatandaşlarıyla aynı statüde kabul edilmek zorundaydı. Bu kararı – babamla iyice araştırdıktan sonra – hemen Leicester Üniversitesi finans departmanına götürdüm. Tabi hiçbirinin haberi yoktu bu karardan. Bana direkt bursları veren kurum olan Student Finance England’a yazmamı tavsiye ettiler. Fakat Student Finance England’ın da bu karardan haberleri olmadığını öğrenmiş oldum ve olayı daha da açıklayıcı/inandırıcı hale getirmek için 2-3 defa daha mektup yazmak zorunda kaldım. Üniversitem de bayağı yardımcı oldu bu konuda. Sonunda ‘Child of a Turkish Worker’ (Türk işçi çocuğu) statüsünü kabul ettiler fakat benim çok işime yaramadı çünkü üniversite bana sonradan (kurallar gereği) “başladığın statüyle devam etmek zorundasın” dedi. Fakat beni ve durumumu süreçte daha iyi tanıdıkları için yardımcı olmak istediler. Bana yardımcı olma adına “biz senin ilk yıl ekstradan ödediğin parayı iade edelim (~£6000); bir sene ara ver; dönüşte de seni ikinci yıldan başlatalım” teklifinde bulundular; ben de üniversiteye bir sene ara verdim. Fakat o bir senede de oturumum geldi. Bana nihai olarak faydası dokunmasa da “Child of a Turkish worker” statüsüyle (Student Finance England’dan) burs alan her öğrenciye faydam olduğu için mutlu oluyorum. Tabi burada Gaye Güröl’un da hakkını teslim etmek lazım.

Bu sureçte bana emeği geçen bir insandan daha bahsetmek isterim: Prof. Annette Cashmore, Leicester Üniversitesi’nde genetik lisans öğrencisiyken benim son yıl (sene 2011) proje hocamdı – laboratuvarında Candida albicans adında bir mantar üzerine çalışıyorduk ve normalde vücudumuzda zararsız bir şekilde yaşarken neden bir anda patojenik olduğunu (ve Candidiasis hastalığına yol açtıgını) araştırıyorduk. Öncesinde de akademisyen/bilim insanı olmayı düşünüyordum fakat burada geçirdiğim 5-6 ayda bilim yapmayı ne kadar sevdiğimi anladım ve doktora bursları olup-olmadığını sordum. O da bana normalde burs fonu bulduğunu ve beni takımında görmek isteyeceğini söyledi. “Ben sana haber vereceğim” dedi. Maalesef, bana bunları söylediği zamanda MS (Multiple Skleroz) hastasıydı ve belden aşağısı tutmuyordu. Tekerlekli sandalyesi vardı ve her ihtiyacı olduğunda eşi hemen geliyordu. Bu yüzden – çok başarılı bir bilim insanı olmasına rağmen – laboratuvarından da yavaş yavaş elini çekiyordu. Ben son yıl proje raporumu teslim ettikten sonra tekrar kapısını çaldım ve hal-hatırını sorduktan sonra burs meselesini hatırlattım. Çok özür dileyerek, sağlığının son dönemlerde daha da kötüleştiğini ve burs başvurularını yapamadığını ama bana güçlü bir referans yazacağını söyledi. Annette’in grubunda çalışamayacak ve belki de hiçbir yerden Doktora bursu bulamayacak olduğum için üzüldüğümü hatırlıyorum. Herşey için teşekkür ederek çıktım odadan ve direkt başvurulara başladım. Belki 10-15 tane “CV’n iyi/uyumlu ama maalesef burs fonumuz yok” emaili aldım. Bristol Üniversitesi’nden email attığım hocadan da benzer bir email geldi ama sonuna şu cümleyi eklemişti: “istersen şu burslu projemize başvur – sana uygun” Ben de eklediği linke tıkladıktan ve projeyi anladıktan sonra hemen başvurdum. Mülakattan sonra da bana bursu verdiler. İşin en güzel tarafı “ben istedim bir göz, Allah verdi iki göz” misali verilen burs “tam” burstu ve tamamen doktorama odaklanmamı sağlayacaktı. (Leicester’dan alacağım burs sadece okul masraflarını karşılayacaktı. Bir yerlerde çalışıp kiramı vs. kendim bulmak zorunda kalacaktım). Bristol Universitesi’nden (2015 sonu) mezun olduktan sonra ABD dahil başka yerlerde de çalışabilecekken (kısmen nostaljik sebeplerle) Leicester’a geri döndüm. Yaptığım ilk işlerden biri de Annette’i görmek oldu. Beni gördüğüne çok sevindiğini ve başarılarımı takip ettiğini söyledi. Bu görüşmeden ~6 ay sonra vefat etti. Konuyla ilgili olarak aklıma geldi: Bana en çok gelen sorulardan biri “İngiliz hocalar çok soğuk; nasıl çalışıyorsunuz onlarla?” Sizin hocanızdan, onların da sizden ne beklediğini bilmek önemli. Çok yoğun olduklarını akılda tutarak ona göre hazırlanarak görüşme talep etmek lazım. Bir de sadece ingilizceyi öğrenmeye değil, ingiliz (ya da hangi ülkeden/kültürden insanlarla çalışıyorsanız onların) kültürünü öğrenmeye de vakit harcamanız lazım. İngiliz, İspanyol, Alman, Çinli ve İskoç Hocalarım oldu. Hepsiyle de aram iyiydi.

Sorunuza geri dönecek olursam: Göçmen çocuğu olmanın kesin bir avantajı var mı bilmiyorum fakat insan biraz meraklı ve gayretli olursa hem kendi kültürünün, hem de Britanya’daki çok kültürlülügün meyvelerini toplayabilir. Onlarca milletten arkadaşım var ve hepsinden az ya da çok birşeyler kaptım.

Başlarda dil, kultur ve vize sorunları yaşıyorsunuz fakat İngiltere’de ırkçılık çok ciddiye alındığı için öğretmenlerin ya da iş verenlerin size alenen bir ayrımcılık yapması çok zor. Ben ~2 sene farklı kebap dükkanlarında da çalıştım; bu sektörde çalışanların bazıları benden farklı seyler söyleceklerdir fakat ayak takımı tiplerin içkiliyken söylediklerini genel halka mal etmek doğru olmaz. Ayrıca Ingilizler, Türk göçmenler nispeten yeni olsalar da, Güney Asyalı (Hindistan, Pakistan ve Bangladeşli çok) ve Karayipli göçmenler uzun zamandır buralarda yasadıkları için farklı kültürden insanlarla beraber yaşamaya alışmışlar. Bunları söyledikten sonra şunu da eklemem lazım: Egitim Bakanlığının (Department for Education and Skills) 2007’de yayınladığı bir raporda Türk/Kürt öğrenciler ortaokulda (secondary school – Key Stage 2 and 3) en başarısız etnik gruptu. 2010’da yine buna benzer sonucların yayınlandığı başka bir grubun raporunu daha okudum. Umarım durumlar son 10 senede iyileşmiştir fakat buraya gelen ilk jenerasyon Türk/Kürt ailelerin önceliği para kazanmak olduğu icin çocuklarının da eğitimlerine odaklanıp, genç yaşta restoran/kebap dükkanından gelecek sıcak paraya yüz çevirmeleri çok zor. Herhalde Almanya’da olduğu gibi 1-2 jenerasyon sonra Türk/Kürt orijinli insanların sesini Ingiltere’de de daha çok duyacağız.

Türkçe konuşma, yeme-içme ihtiyacı duyuyor musun? Yabancı arkadaşların ve Türkiyeli arkadaşlarınla geçirdiğin vakitlerde farklılıklar var mı? ya da aynılıklar?

Türkce konuşmayı ve Türk kültürünü önemsiyorum. Oğlumun da Türkceyi iyi öğrenmesi için gayret gösteriyoruz eşimle. Iyi bir akademik eğitimin dışında Ingilizlerin genel kulturu, nezaketi ve sadeliğini, Almanlarin iş disiplini ve ahlakını, Turklerin de sıcaklıgı ve bonkörlüğünü kazanması icin çabalayacagız.

Ingiltere’de gördüğün Türkiye algısı nasıl?

Doğruyu söylemek gerekirse Türkiye algısı ben çocukken/ergenken çok çok daha iyiydi. Müslüman, Hristiyan, Hindu veya farklı milletlerden farketmez, arkadaşlarım ve hocalarım aileleriyle tatile hep Türkiye’ye giderlerdi. Simdi de eşleri/sevgilileriyle gidenler var fakat artık gitmeden “Türkiye emniyetli mi?” diye soruyorlar bana.

Ruhun ve kalbin de burada mı? Ne düşünüyorsun bu konuda?

Ülkemi seviyorum ve Türk/Kürt gençlerine vaktim el verdikce farklı mecralardan maddi-manevi destek vermeye çalısıyorum ama milliyetçi değilim. Yaşadığım toplumu ilgilendiren yönüm olarak Türk kökenimden ziyade ‘bilim insanı/araştırmacı’, ‘iyi bir eş/aile babası’, ‘güvenilir/yardımsever/çalışkan bir insan’ gibi kimliklerimin önde olmasını isterim.

Ingiltere’de kozmopolit bir ortamda büyüdüm ve bunu benimsedim; dünyanın her kıtasından arkadaşım, birçok mutfağa ilgim var – ozellikle Hint ve Uygur/Çin mutfağına (Not: bence kahvaltıda en iyisi Türk kahvaltısı).

Bilimin üstünlüğüne inanan, rasyonel kalmaya çalışan, araştıran, açık görüşlü bir ‘dunya vatandaşı’ olduğumu düşünüyorum. Eşimle Leicester’da bir Sih mâbedinde, kültürel bir faaliyette tanıştık. Rol modellerim hep bilim insanları veya entelektüeller oldu. Oğlumuzun ismini dahi Isaac Newton’dan esinlenerek Isaac Ali koyduk. (Not: Kedimizin ismi de Newton bu arada 😊 Ayrıca oğlumuzun doğduğu gün Isaac Newton’ın hocalık yaptığı Cambridge Üniversitesinden kabul almamı da Allah’ın isim konusunda hoşnut olması olarak yorumluyorum)

Ingiltere’deki deneyimlerinden eklemek istediklerin? En şaşırdığın olaylar?

Cok mutlu bir çocukluk ve eğitim hayatı geçirdim Leicester’da. Hatta 2020 Oğretmenler Günü’nde attığım ve sonradan Instagram ve Twitter’da viral hale gelen tweetimde de belirttiğim gibi (2000 yılı) sınıfa ilk girdiğim gün beni arkadaşlarım “Hoş geldin” ve “merhaba”larla karsıladılar. Meğer sınıf öğretmenim (Karen Holman’dı adı) benim hiç ingilizce bilmediğimi önceden (herhalde mudurden) öğrenmiş ve arkadaslarıma “ona kendisini evinde hissettirelim” diye Türkce kelimeler dağıtmış. Diğer öğretmenlerim de çok yardımcı oldular bana: orneğin Fen bilgisi hocam ilk donemlerde sınavlara sözlukle girmeme izin vermişti. Matematik hocam ise – geldiğim ay girdiğim sınavda en düşük notu ben almama rağmen – beni alt sınıfa yollamamıştı haksızlık olur diye. Ben de gayretli ve bir ise kafasını koyduğu zaman çabuk kavrayan bir çocuktum; 6 ayda ingilizcem iyi bir seviyeye gelmişti; matematik sınıfında da ‘altın’ gruba yukseldim hemen.

Tabi ki bugünlere kolay gelmedik; ailemin ve benim sayılamayacak kadar fedakarlıgı var arka planda: Finansal sorunlar; vize sorunları; psikolojik sorunlar – fakat ben doğru şeyleri yaptıkça beni hiçbir şeyin durduramayacağını biliyordum. Ingiliz eğitim sisteminin bana gore en iyi tarafı da insanlara – bazılarımıza az, bazılarımıza biraz daha fazla ama – hata yapma şansı veriyor ve – hayat toz pembe olmasa da – emek ve fedakarlığınızın karşılığını eninde-sonunda alıyorsunuz.

İlgili Tweet/Bilgiseller

Read Full Post »

Older Posts »