Feeds:
Posts
Comments

Posts Tagged ‘bilim’

evrim
‘Hocam evrimciler sadece zevk almaya yarayan kilitorise nasıl bakıyorlar. Birde bunu, ayağı, göğüsü seven erkeklere mantıksal açıklama getiriyorlar mı?’

Atayizler/Evrimciler hadi bunu da açıklasın!” tarzı emaillere alıştım artık 😀 Bu – kimden geldiği belli olmayan – emaili de ciddiye alıp, nispeten uzun ve referanslı bir cevap verdim 😀 Geri cevap yazmadı hatırladığım kadarıyla…

Ergenlik yıllarımdan beri blog yazısı yazıyorum (iyi ki sosyal medya yoktu o zamanlar!) fakat son 5-6 senedir vaktim (ve enerjim) olmadığından ne fazla yazabiliyorum ne de eski türkçe yazılarımı geri dönüp okuyabiliyorum (ki gramer ya da içeriğine çeki-düzen vereyim). ‘Türkçe yazılar‘ sayfasında da bahsettiğim gibi maalesef özellikle 2017-öncesi türkçe yazılarım ingilizce yazılarımdan genelde daha didaktik ve biraz arabesk. Türkçe yazı yazma tarzımı (birçok sebepten dolayıi) zamanla değiştirsem (ve – umarım – geliştirsem) de yine de fazla türkçe blog yazısı paylaşamadım – arada (‘Az iş çok laf’ adıyla) bir podcast işine biraz giriştik yakın bir arkadaşımla fakat yoğunluktan onu da devam ettiremedik. Bundan dolayı aklıma (türkçe) bir blog yazısına uygun fikirler geldikçe ya da bana fikir verildikçe bunları öncelemeye çalışacağım.

Bu seriyi paylaşma fikri eşimden geldi. Onunla arada-sırada bana gelen emailleri (ya da DM’leri) paylaşırım ve fikrini alırım. Fakat bazılarına sadece kahkaha atmakla kalıyor 😀 Burada da hep beraber gülelim diye bana gelen bazı email/DMleri – tabi ki kişisel bilgileri kaldırarak – paylaşacağım. Ayrıca üzerinden en az 3 sene geçmiş olanları seçtim – ki bundan dolayı atanların dahi unuttuğunu umuyorum (çünkü ben 6 ay önce yazdıklarıma dahi şaşırıyorum çoğu kez!)…

Aşağıdakilerin hepsi (‘gerçek’ hayatta) tanımadığım insanlardan (laps diye) geldi 😀 Seviyeyi çok düşürenlerin dışında – ki onları paylaşmıyorum/paylaşmam (ifşaya karşıyım) – kimseyi (saçma dahi olsa) sordukları sorulardan dolayı aşağılama(dı)m. Buradakilerin çoğuna dahi vaktim el verdikçe cevap verdim. Bazıları geri cevap vermeye/teşekkür etmeye tenezzül etmese de 😀

Buyrun efendim. Nasıl yardımcı olabilirim?

‘liverpooldan kabul alsam birlesik kralliga geldigimde beni kim karsılar ve ben nerede kalabilirim suan okul ortalam 4 uzerinden 3.73 yuz uzerinden 92’

Liverpool’dan kabul alamadı – bu yüzden kimse karşılamak zorunda kalmadı 😀 Arkadaşın sonradan (aklına estikçe attığı) daha komik ve gereksiz soruları da vardı ama (çok ufak) bir ihtimal tanıyanlar varsa kim olduğu belli olabilirdi – ondan paylaşmıyorum

‘… bir kardeşim var onun yüksek linsansını yurt dışında almasını istiyoruz nasıl yardımcı olabilirsiniz?’

Nasıl yardımcı olabilirim? Mesela yarın gelsin başlasın hemen! 😀

‘Merhabalar, üniversite bölümünüzle ilgili konuşabilir miyiz?’

‘Merhaba ben ingilizce için yardım isticektim de sizden’

Kendi türkçem iyi olsa önce oradan başlardım – ne yazık ki değil 😀
Fakat o kadar çok bu ve benzeri soru geliyor(du) ki – sonradan vicdan azabı çekmemek için – bu konuda üç blog yazısı yazmak zorunda kaldım 😀
1- İngiltere’de akademik kariyer için tavsiyeler
2- İngiltere’de okumak/yaşamak
3- İngiliz kültürüne dair gözlemlerim

‘Biraz kilom var rejim yapamıyorum bir türlü hep iştahım var’

Arkadaşı bir doktor arkadaşa yönlendirdiğimi hatırlıyorum 😀

“Gerçekmişsin moralim bozuldu gidiyorum” dedi ve gitti…

Hala (Mart 2025) sıfır paylaşım ve takipçi 😀 (bahsettiği tweet)

‘Sizce Fizik bilimini kapsıyan dünyanın en büyük sorunu nedir bunun icin ne yapılmalıdır.’

Yarın ilk iş sorarım kardeşim 😀

Şimdilik kısa ve tadında dursun. To be continued… 😀

Read Full Post »

‘Ondan da b*k – Bilim’ serisinde farklı bilim soslu safsatalar hakkında yorumlarımı sunuyorum. ‘Az iş çok laf’ serisinde ise Fikri’yle beraber genelde, başarılı, bilgili ve ‘cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf ya da #Ondandabok hashtaglerini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)


Ondan da b*k – Bilim: Bölüm 4: Düz Dünyacılar (19/02/21)

Host: Mesut Erzurumluoğlu (Twitter|Blog)

Bu bölümde, “bilim insanları nasıl çalışır?” ve “bilim nasıl yapılır?” bilmedikleri için, aslında bilime ve bilim insanlarına toptan karşıt olan ‘düz dünyacılar’ın mantıksızlığından bahsedeceğim (Not: ironi içerir – her ne kadar da bu konuda fazla yetenekli olmasam da 😉 )


Kaynaklar:

1- James May Witnesses Curvature of Earth (YouTube)

2- Kharroubi Amira and Touir Jamel. The Geocentric Model of the Earth: Physics and Astronomy Arguments (PDF) – dünyanın (affedersiniz ama) en kıytırık dergilerinden birinde (The International Journal Of Science & Technoledge’de) yayınlanmış ve makale baştan sona teorik – yani sıfır delil. Maalesef – yüksek ihtimal (T. Jamel) Hoca öğrencisinin aklını çeldi ama – fanatik dincilerin kendilerini/gruplarını “dünyadaki tek akıllılar” sanmasının en bariz örneklerinden biri bu

3- Suudi Imam: “Dünya Dönmüyor” (YouTube) – Barış Özcan’ın “Dünya yuvarlak değildir!” videosunu da tavsiye ederim

4- Is the moon upside down? – Stargazing Live: Australia – BBC Two (YouTube)

5- Was the Moon Landing faked? | Big Questions with Neil deGrasse Tyson (YouTube)

6- Unmasking the Face on Mars (Link) – Insan zihninin rastlantısal durumları kabul etmeyerek yanılması ve alakasız veriler arasında bir bağ kurmaya çalışmasına ‘apofeni’ deniyor. Mars’tan gelen düşük çözünürlüklü fotoğrafta görülen ‘yüz’ de buna bir örnek… (Twitter)


Bizi Twitter‘dan takip edin!

Ondan da b*k – Bilim: Bölüm 5: Yakında! Podcastimizi Spotify, YouTube, iTunes ya da Google Podcasts‘ten takip edin!


İntro müzikleri: (i) Kemal Sunal’ın ‘Sakar Şakir’ filminden bir sahne ve (ii) Altın Gün grubunun ‘Goca Dünya’ şarkısından kısa bir kesit


Öneri, soru ya da reklam için: coklafazis.podcast@gmail.com

Podcast episode edited by: Mesut Erzurumluoğlu

Read Full Post »

‘Ondan da b*k – Bilim’ serisinde farklı bilim soslu safsatalar hakkında yorumlarımı sunuyorum. ‘Az iş çok laf’ serisinde ise Fikri’yle beraber genelde, başarılı, bilgili ve ‘cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf ya da #Ondandabok hashtaglerini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)


Ondan da b*k – Bilim: Bölüm 3: ‘Türk geni’ ve ırkçılık (02/02/21)

Host: Mesut Erzurumluoğlu (Twitter|Blog)

Bu bölümde, genetikten ve akraba evliliklerinden örnekler kullanarak (i) “en üstün ırk Türklerdir”, “Türkiye Türklerindir”, “yabancılarla evlilikler yasaklanacaktır” gibi söylemlerin ve ırkçılığın (işin ahlaki/etik tarafından bağımsız olarak) hiçbir bilimsel temelinin olmadığından ve (ii) ‘Türk geni’ söyleminin muğlaklığı ve mantıksızlığından bahsedeceğim (Not: ironi içerir – her ne kadar da bu konuda fazla yetenekli olmasam da 😉 )


Kitap tavsiyesi:

How to Argue With a Racist: History, Science, Race and Reality – Adam Rutherford

Kaynaklar:

1- Biyoloji (sadece bildiklerimiz) ve ırkçıların odaklandıkları (Tweet)

2- Ötüken Partisiyle ilgili Efe Aydal bölümü (YouTube)

3- Royal dynasties as human inbreeding laboratories: the Habsburgs (Makale)

4- Prof. Aziz Sancar Nobel röportajı (Nobel sitesi)

4- Population and family based studies of Consanguinity: Genetic and Computational approaches (PDF)


Bizi Twitter‘dan takip edin!

Ondan da b*k – Bilim: Bölüm 4: Düz Dünyacılar (Yakında! Podcastimizi Spotify, YouTube, iTunes ya da Google Podcasts‘ten takip edin!)


İntro müzikleri: (i) Kemal Sunal’ın ‘Sakar Şakir’ filminden bir sahne ve (ii) Altın Gün grubunun ‘Goca Dünya’ şarkısından kısa bir kesit


Öneri, soru ya da reklam için: coklafazis.podcast@gmail.com

Podcast episode edited by: Mesut Erzurumluoğlu

Read Full Post »

‘Ondan da b*k – Bilim’ serisinde farklı bilim soslu safsatalar hakkında yorumlarımı sunuyorum. ‘Az iş çok laf’ serisinde ise Fikri’yle beraber genelde, başarılı, bilgili ve ‘cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf ya da #Ondandabok hashtaglerini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)


Ondan da b*k – Bilim: Bölüm 2: Aşı karşıtlığı ve ‘büyük oyun’ (01/02/21)

Host: Mesut Erzurumluoğlu (Twitter|Blog)

Bu bölümde aşı karşıtlarından ve ‘büyük oyunu’ gören vatandaşlarımızdan bahsedeceğim (Not: ironi içerir – her ne kadar da bu konuda fazla yetenekli olmasam da 😉 )

Sağlık konusunda bilim insanlarına itimat etmiyorsanız, bari zengin elitlerin ne yaptığına bakın – çünkü onların tabir-i caizse ‘canları tatlıdır’ ve genelde uzun ve sağlıklı bir hayat sürdürürler 😉 COVID-19 aşısını yaptırıp-yaptırmama konusunda da kararsız kaldıysanız şunu bilin isterim: zengin elitler gerekirse farklı ülkelere uçup aşıyı yaptırıyorlar. (“elit” eşittir “ünlü” değil bu arada – İngiliz kraliyet ailesi, Gelişmiş ülkelerde yaşayan aristokrat aileler, üst düzey hakimler vs. gibi gerçek elitler)


Kaynaklar:

1- İlk onaylanmış COVID-19 aşısını üreten BioNtech biyoteknoloji şirketinin kurucusu Prof. Uğur Şahin ve Dr Özlem Türeci (Tweet)

2- Andrew Wakefield’in ‘Otizm ve MMR aşısı’ makalesiyle ilgili (en ünlü tıp dergilerinden biri) The BMJ dergisinde yayınlanan yazı: Wakefield’s article linking MMR vaccine and autism was fraudulent (Link)

3- Bill Gates’in kısa biyografisi (Podcast)

4- Çeşitli hastalıkların aşı bulunduktan önce ve sonra ölüm oranları: How Vaccines Have Changed Our World In One Graphic (Link)

Toptan aşı karşıtlarına tokat gibi bir grafik. (Grafikteki rakamlar 2007’den) Sadece Amerika’da difteriden senede >20 bin insan vefat ediyormuş. Difteri aşıları geliştirildikten sonra ise hiç ölüm kaydedilmemiş. Diğer aşıların da istatistiğini paylaştığım linkte ve başka kaynaklardan da bulabilirsiniz. Kaynak: Leon Farrant

Bizi Twitter‘dan takip edin!

Ondan da b*k – Bilim: Bölüm 3: ‘Türk geni’ ve ırkçılık (Yakında! Podcastimizi Spotify, YouTube, iTunes ya da Google Podcasts‘ten takip edin!)


İntro müzikleri: (i) Kemal Sunal’ın ‘Sakar Şakir’ filminden bir sahne ve (ii) Altın Gün grubunun ‘Goca Dünya’ şarkısından kısa bir kesit


Öneri, soru ya da reklam için: coklafazis.podcast@gmail.com

Podcast episode edited by: Mesut Erzurumluoğlu

Read Full Post »

‘Ondan da b*k – Bilim’ serisinde farklı bilim soslu safsatalar hakkında yorumlarımı sunuyorum. ‘Az iş çok laf’ serisinde ise Fikri’yle beraber genelde, başarılı, bilgili ve ‘cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf ya da #Ondandabok hashtaglerini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)


Ondan da b*k – Bilim: Bölüm 1: Bilim ve insan (01/02/21)

Host: Mesut Erzurumluoğlu (Twitter|Blog)

Bu bölümde bilimin kendisi ve bilim insanları arasındaki ilişkiden bahsedeceğim (Not: ironi içerir – her ne kadar da bu konuda fazla yetenekli olmasam da 😉 )


Podcast tavsiyeleri:

Türkçe: Açık Bilim, Evrim Ağacı, Fularsız Entellik

Ingilizce: In Our Time: History (BBC), In Our Time: Science (BBC). Numberphile (Matematik severler için), Lex Fridman Podcast, Origins Podcast, TED Talks, VSauce, Veritasium, Crash Course, The Lancet podcast (Tıp alanındaki gelişmeler için), t cetveli, Yalansavar

Kitap tavsiyeleri:

The Art of Statistics: How to Learn from Data – David Spiegelhalter

How to Read a Paper: The Basics of Evidence-Based Medicine – Trisha Greenhalgh

Bad Pharma: How Drug Companies Mislead Doctors and Harm Patients – Ben Goldacre

Another Science is Possible: A Manifesto for Slow Science – Isabelle Stengers (daha çok bilim insanları için)

The Formula: The Universal Laws of Success – Albert-Laszlo Barabasi

Kaynaklar/Linkler:

1- ‘Nature Index’ ülke sıralamaları (Twitter)

2- Dr Amy Cuddy’nin TED Talks konuşması – bölümün yayınlandığı günde toplam >60 milyon insan izlemiş (Link)

3- Google Scholar – merak ettiğiniz akademisyen/bilim insanının ismini yazmanız yeterli genelde (Link)

4- Blog yazım: Müslüman bir genetikçi olarak evrim teorisi hakkında görüşlerim (Blog) (Not: yayında bahsettiğim yazı da 2009’da kaleme alınmıştı – isterseniz blogumda paylaştığım ingilizce yazılar arasından araştırıp bulabilirsiniz 😀 )

5- Blog yazım: Okuduğumuz sağlık haberleri ne kadar doğru? (Blog)

6- Gözlem, hipotez ve (deneyle desteklenmiş) teori üzerine bir bilgisel (Twitter)

7- Epidemiyologların kafa yorduğu problemlere örnek: (Twitter 1) (Twitter 2)

“Doktora yaparsanız fakir olursunuz” (şimdi silinmiş) tweetinin problemleri üzerine epidemiyolojik bir bilgisel yazmıştım

Bizi Twitter‘dan takip edin!

Ondan da b*k – Bilim: Bölüm 2: Aşı karşıtlığı ve ‘büyük oyun’ (Yakında! Podcastimizi Spotify, YouTube, iTunes ya da Google Podcasts‘ten takip edin!)


İntro müzikleri: (i) Kemal Sunal’ın ‘Sakar Şakir’ filminden bir sahne ve (ii) Altın Gün grubunun ‘Goca Dünya’ şarkısından kısa bir kesit


Öneri, soru ya da reklam için: coklafazis.podcast@gmail.com

Podcast episode edited by: Mesut Erzurumluoğlu

Read Full Post »

‘Ondan da b*k – Bilim’ serisinde farklı bilim soslu safsatalar hakkında yorumlarımı sunuyorum. ‘Az iş çok laf’ serisinde ise Fikri’yle beraber genelde, başarılı, bilgili ve ‘cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf ya da #Ondandabok hashtaglerini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)


Ondan da b*k – Bilim: Bölüm 0: Tanıtım (31/01/21)

Host: Mesut Erzurumluoğlu (Twitter|Blog)

‘Ondan da b*k – Bilim’ serisinde farklı (aşı karşıtlığı, düz dünyacılık, ırkçılık gibi) bilim soslu safsatalar hakkında kısaca yorumlarımı sunacağım. Konular ağır olduğu için – seri biraz eğlenceli olsun diye – araya Kemal Sunal filmlerinden replikler de ekleyeceğim.

Not: Bu seri bol bol ironi içerir – her ne kadar da bu konuda fazla yetenekli olmasam da 😉

Bizi Twitter‘dan takip edin!

Ondan da b*k – Bilim: Bölüm 1: Bilim ve insan (Yakında! Podcastimizi Spotify, YouTube, iTunes ya da Google Podcasts‘ten takip edin!)


İntro müzikleri: (i) Kemal Sunal’ın ‘Sakar Şakir’ filminden bir sahne ve (ii) Altın Gün grubunun ‘Goca Dünya’ şarkısından kısa bir kesit


Öneri, soru ya da reklam için: coklafazis.podcast@gmail.com

Podcast episode edited by: Mesut Erzurumluoğlu

Read Full Post »

BBC_news_sperm_count
18 Mart 2018’de BBC’de çıkmış bir sağlık haberi. Haberin başlığına göre “sperm sayısı düşük olan erkeklerin sağlık problemleri yaşama riski daha yüksek”. Fakat gerçekte olan büyük ihtimalle tam tersi: Sağlık problemleri yaşayan erkeklerin genel olarak sperm sayısı daha düşük. Epidemiyolojide buna “reverse causality” (ters nedensellik) diyoruz ve analizlerimizde çok sık karşılaşıyoruz.

Bir Genetik Epidemiyolog olarak (anahtar kelime: epidemiyolog) tıpla ilgili önemli gelişmeleri takip etmeye çalışıyorum. Fakat bu günlerde tıp ve epidemiyoloji alanında o kadar çok ‘buluş’ yapılıyor ki çıkan her habere yetişmek imkansız. Bu yüzden BBC, The Guardian, The Times gibi saygıdeğer haber kaynaklarına odaklanıyorum. Işin kötüsü, bu haber kanallarında dahi çıkan haberlerin çoğunun verdiği ana mesaj çoğu zaman yanlış ya da abartılı: ya analizi yapan bilim insanlarına fazla güveniyorlar ya da bilim insanlarının kendilerine söylediklerini daha sansasyonel hale getiriyorlar.

Belki astrofizik alanında yapılan bir buluş ile ilgili bir haberin doğru olup-olmaması bizi fazla etkilemez ama sağlığımızı ilgilendiren bir ‘buluş’un yanlış çıkması için aynı şeyi söyleyemeyiz. Insanlar bu haberleri okuyup, ona göre kendi hayatlarında değişimlere gidebiliyorlar. Bu tarz haberlerin belki de en etkilisi 1998’de tıp alanındaki en ünlü dergi olan The Lancet’de çıkan bir makaleyle ilgiliydi (Wakefield et al, 1998). Makaleye göre, özetle, MMR (measles, mumps, and rubella) aşısının test edildiği 12 çocuğun hepsinde de otizm, davranış bozuklukları, bağırsak problemleri gibi sorunlar ortaya çıkmıştı. Çalışma tüm dünyada haber olmuş ve MMR aşısına karşı kampanya başlatılmıştı. Bu sadece MMR aşısına değil, tüm aşılara dini (“kaderci”) ya da başka sebeplerden dolayı (“organik yaşam” savunucuları gibi) karşı çıkan grupların işini kolaylaştırdı ve bu “anti-vaxxer” (aşı karşıtı) gruplar her mecrada argümanlarını bu makaleyle güçlendirdiler. Fakat sonraki bilimsel ve adli araştırmalarla bu çalışmayı yürüten Andrew Wakefield’ın aşı karşıtı gruplardan para aldığı ve sonuçların neredeyse tamamını kendisinin uydurduğu ortaya çıktı (daha detaylı bir analiz için tıklayın). Gerçek, özellikle bilim alanında, eninde sonunda ortaya çıkıyor fakat iş işten geçmiş olabiliyor bazen. Bu makaleninin etkileri toplum nazarında bugün dahi devam ediyor ve bir sürü aile çocuklarına bu tarz korkulardan dolayı aşı (vaccination) yapılmasına izin vermiyor.

Bize epidemiyolojide öğrettikleri ilk şey: “correlation does not mean causation” (korelasyon, sebep-sonuç ilişkisi olduğu anlamına gelmez). Fakat bugünlerde tıp ve epidemiyoloji alanında ‘buluş’ adı altında bir sürü korelasyon (correlation) yayınlanıyor. Bunların arasında ilginç ve çok okunacak olanları gazeteciler yakalıyor ve “kahve içmek kansere yol açıyor”, “çikolata yiyenler daha başarılı” ve benzeri başlıklı haberler yayınlıyorlar. Birkaç gün sonra tam tersi bir haber okuduğumuz da oluyor (“kahve içmek kanseri engelliyor!” gibi). Bu tarz haberlerin yayılmasında gazetecilerin suçu olduğu gibi, bilim insanlarının da suçu var. Sıkıntı şu: bilim insanlarının elindeki datalar son 5-10 yılda inanılmaz bir hızla büyüdü ama bilim insanları dahi genel olarak bu büyümeye data analizi açısından yetişemedi. Datalar çok büyük olduğundan, hipotezsiz, data analizi ve “causal inference” (nedensel çıkarım) uzmanlığınız olmadan “dur şunu da analiz edeyim!” dediğiniz zaman, istemediğiniz kadar korelasyon buluyorsunuz.

Örnek olarak: diyelim ki datanızdaki tonlarca verinin arasında kişilerin kahve içme oranı ve akciğer kanseri teşhisi de var. Eğer basit bir istatistiki korelasyon (örneğin: linear regression) analizi yapacak olursak, büyük ihtimalle ikisi arasında anlamlı bir korelasyon bulacağız. Bu korelasyonu sadece siz değil, benzer dataya bakan 10 kişi daha bulacak; bunlardan belki 3’ü bu korelasyonun gerçek olduğuna inanacak ve bir makale yazacak; 1’i de makaleyi gönderilen derginin “peer review” (birkaç bilim insanı tarafından değerlendirme) aşamasından geçirip, yayınlayacak – ve büyük bir ihtimalle ilginç bir ‘buluş’ olarak her yerde haber olacak: “kahve içmek akciğer kanserine yol açıyor!

Gerçekte ise kahve içmeyle akciğer kanseri arasında hiçbir sebep-sonuç ilişkisi yok. Bulduğumuz korelasyonun sebebi bu ikisiyle de – yani kahve içmek ve akciger kanseriyle – bağlantılı üçüncü bir (confounding) faktörün olması: sigara içmek. Kahve içenler genelde daha fazla sigara içiyorlar ve sigara içmek de akciğer kanserine sebep olduğu için, eğer istatistiki modelimize kişinin sigara içme oranını da eklemezsek, kahve içmeyle akciğer kanseri arasında istatistiki olarak güçlü bir korelasyon buluruz. Maalesef bu tarz sebep-sonuç ilişkisi göstermeyen korelasyonların önüne geçmek ve elimine etmek kolay değil; bu yüzden bilim insanlarının daha dikkatli olması ve yaptıkları her “buluş”u başka bilimsel yöntemlerle desteklemeden yayınlamaması gerekiyor.

cikolata_ve_nobel_odulu
Figür, ülkelerdeki çikolata tüketim oranıyla ülkenin toplamda kazandığı Nobel ödülü sayıları arasındaki inanılmaz korelasyonu gösteriyor. O zaman bu “buluş”a bakıp, Türkiye’deki herkese çikolata yedirmeye başlamak lazım – malum ülke olarak sadece iki Nobel ödülümüz var. Fakat bu korelasyonun (büyük ihtimalle) muhtemel en büyük sebebi, çikolata tüketimiyle, Nobel ödülü sayılarını etkileyen üçüncü bir faktörün olması: GDP per capita at purchasing power parity (satın alma paritesi). Bulunan daha ilginç korelasyonlara bakmak için tıklayın. Image source: http://www.nejm.org/doi/full/10.1056/NEJMon1211064.

Konuyu daha fazla uzatmadan genel bir prensip olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim: bir buluş kulağa ne kadar ilginç ve sansasyonel geliyorsa, yanlış olma ihtimali de o derece yüksektir.

Biraz zor olacak ama neden böyle düşündüğümü kısaca izah etmem gerekirse: bir buluşun bana ‘ilginç’ gelmesi için, o buluşun o konuda bilinenlerden çok farklı birşey olması lazım. Böyle bir buluş yapmak günümüzde bir hayli zor çünkü artık bilim insanı sayısı eskiden olduğu gibi az değil; artık binlerce bilim insanı bir konu üzerinde çalışıyor olabilir (örnek: kanser). Artık her tür fikir/hipotez, birçok grupta aynı anda ortaya çıkabiliyor ve test ediliyor. Bundan dolayı birkaç haftada bir ‘buluş’ yapılıyor denebilir – ama eskiye nazaran alanını on yıllarca ileri taşıyan değil, ‘inkremental’ buluşlar bunlar. Belki son ufak adımı bir grup/insan diğerlerinden önce atıyor ve bu yüzden alanlarında ‘büyük buluşu yapan kişi/grup’ diye anılıyorlar. Oysa belki 3-5 ay sonra başka bir grup büyük ihtimalle aynı buluşu yapacaktı. Eskiden Newton ya da Einstein gibi elit bilim insanları zamanlarının çok ilerisinde olabiliyorlardı, çünkü etrafta fazla bilim insanı yoktu ve bilim bu kadar hızlı ilerlemiyordu.

Son olarak, bu tarz haberleri okurken biraz ihtiyatlı olmakta fayda var ve bu çalışmalara bakıp hayatımızda değişiklikler yapmadan önce, eğer anlıyorsak, araştırma metotlarına bakmamız lazım – ya da epidemiyolojiden ve “causal inference”dan iyi anlayan (yani doğru soruları sorabilen) birisine danışmamız lazım.

power_posing
Amy Cuddy’nin “power posing” konuşması, en çok izlenen TED talk. Kısaca, “eğer güçlü görünen pozlar verirseniz, kendinize güveniniz artar” diyor bu konuşmasında. Fakat sonraki bilimsel analizler bunun doğru olmadığını ve Amy Cuddy’nin analiz metotlarının bir bilim ınsanından beklenmeyecek kadar zayıf olduğunu gösteriyor. Detaylar için tıklayın. TED talk source: https://www.ted.com/talks/amy_cuddy_your_body_language_shapes_who_you_are

PS (post-script/dipnot): Konuyla ilgilenenler için ekstradan bir-iki paragraf daha karalayayım istedim. Sağlık alanında yapılan bir buluş (i) delil/deney bazlı (evidence-based) ve (ii) epidemiyolojik, istatistiki ve biyolojik olarak mantıklı olmalı. Bir ‘buluş’la ilgili haberi okuduktan sonra “ya evet, mantıklı” demeden önce elimizden geldiğince “bu 4 konuda tatmin edici mi?” diye sorgulamamız lazım. Kriterlere örnek vermek gerekirse:

  • “Evidence-based” dedik. Bunlara en güzel karşıt örnekler “homeopati/alternatif tıp” olarak adlandırdığımız “ilaç/kürler”. Bunların hepsini toptancı bir yaklaşımla “kesinlikle etkisiz” diye çöpe atmamak lazım fakat çoğu alternatif tıp savunucusunun “belge” olarak sunduğu şeyler kulaktan dolma bilgiler: “Kaynımın şu hastalığı vardı; şu Hoca bir bitki karışımı verdi ve hastalığı geçti” gibi. (Bilinmeyen bir sebepten dolayı) bir kişinin hastalığı geçiyor, 10 kişininki geçmiyor; ve sadece bu hastalığı geçen kişininki kulaktan kulağa yayılıyor, reklamı yapılıyor. Bilim insanlarının daha bilmediği/araştırması gereken çok şey var fakat bir ilaç “klinik deneme”den (clinical trial) geçmeden önce onun efektif olduğunu, yani gerçekten de bir çare olduğunu belgelemek çok zor.
  • “Epidemiyolojik olarak mantıklı olmalı” dedik: Yukarıda bahsettiğim kahve, sigara ve akciger kanseri örneğinden tonlarca var hayatta. Kendimize, “bu korelasyona sebep olabilecek 3.ncü bir faktör var mı?” diye sormalıyız.
  • “Biyolojik olarak mantıklı olmalı” dedik: “X geni gırtlak kanseri yapıyor” diye bir haber/makale okudunuz ama bu “X” geni sadece ayağımızdaki bazı hücrelerde aktifse, büyük ihtimalle yanlış bir haber/sonuç.
  • “Istatistiki olarak mantıklı olmalı” dedik: Çok basit bir örnek olarak aşağıdaki figüre bakınız. Basit bir linear regression analiziyle bu iki veri arasında bir korelasyon buluruz. Fakat datayı visualise/plot ettiğimiz zaman, aslında korelasyon çıkmasının sebebinin en üstteki “outlier”dan (aykırı gözlemden) dolayı olduğunu görebiliyoruz. Burada bir data “temizleme” problemi ve yanlış bir istatistiki modelin kullanıldığını görebiliyoruz. Böyle bir plot çizmesek, bu korelasyonun yanlış olduğunu göremezdik.
graph-3
Yanlış bir linear regression (doğrusal regresyon) metot kullanımı. Kendi başına en uçta duran noktayı görmezden gelirsek, X ve Y eksenindeki veriler arasında hiçbir korelasyonun olmadığını çok rahat bir şekilde görüyoruz. Fakat o problemli veri silinmediğinden ve yanlış bir şekilde linear regression metodu kullanıldığından, aralarında sanki pozitif bir korelasyon varmış gibi bir çizgi çizilmiş.

Referanslar:

Wakefield et al, 1998. Ileal-lymphoid-nodular hyperplasia, non-specific colitis, and pervasive developmental disorder in children. Lancet. URL: http://www.thelancet.com/journals/lancet/article/PIIS0140-6736%2897%2911096-0/abstract

Editorial, 2011. Wakefield’s article linking MMR vaccine and autism was fraudulent. BMJ. URL: http://www.bmj.com/content/342/bmj.c7452

Read Full Post »

PDF versiyonu için tıklayın:

Önemli not (13/04/20): Evrim teorisine inanan, daha doğrusu, çok kuvvetli delillerin olduğunu gören/ögrenen/bilen, bir müslüman (ilgilenenler için ‘Neden ve nasıl bir müslümanım?’ bölümü en altta) ve bilim insanı olarak bu yazıyı Şubat 2018’de (bugün yazsam biraz farklı bir dil kullanırdım ama) evrime ve evrim teorisine inanmayan müslümanlar için paylaştım. Fazla genetik terim kullanmadan, herşeyi kendimce basitleştirdim (önerilere açığım)… Teknik bilgi ve detay isteyenler en yeni evrimsel biyoloji kitap ve makalelerini okumalı. İngilizce bilenler zaten benim yazımdan ziyade direkt Richard Dawkins’in ‘The Greatest Show on Earth: The Evidence for Evolution’ kitabını okusun.

Baştan sona (dipnotlar da dahil) okumayanlar lütfen cevap yazmasın çünkü özellikle giriş kısmı fazla basitleştirildiğinden yanlış anlaşılabilir.


02_EVOW_END
Tree of life’ (Hayat ağacı) – karşılaştırmalı DNA analizi yapılarak oluşturulmuş bir figür. İnsanlar (Homo sapiens) ‘Opisthokonts/Animals’ grubunun içinde, çünkü genomumuz ve hücrelerimiz en çok onlarınkine benziyor. Hatta bize genetik olarak en yakın türlerden biri olan şempanzelerle genetik dizilişlerimiz çok yüksek oranda benzerlik gösteriyor ve bizdeki genlerin >%90′ının aşağı-yukarı aynısı onlarda da var. Ayrıca virüsten bakteriye, bitkilerden insana kadar her canlının aynı genetik malzeme/aparat/kod olan DNA’yı kullanıyor olması hala kafamın almadığı birşey ve bu – tek bir Yaratıcının olduğuna inancımı güçlendirmekle beraber – her canlının evrimsel bir ‘aile’nin bir bireyi olduğunu da kanıtlıyor (Image source URL: evolution-textbook.org)

Nerede okudum hatırlamıyorum fakat “bir soru sana üç kez sorulduysa artık blog yazısı yazma vakti gelmiştir” gibi birşey okumuştum birkaç ay önce. Hoşuma gitmişti ve “ben de zamanım oldukça böyle yapmaya çalışacağım” diye kendi kendime karar vermiştim.

Genetik mezunu olduğum ve şimdiki araştırmalarımda da insan genetiğiyle* ilgilendiğim için neredeyse her tanıştığım (özellikle islami camiadan) insan bana evrimden bahsediyor ve fikrimi soruyor. Belki de 30-40 defa aşağı-yukarı aynı şeyleri söyledim son birkaç sene içinde. Birçoğu cevabımı beğenmeyip bir daha yanıma yaklaşmadı ama olsun 😊 Önemli değil. Insanlara kendimi beğendirmeye çalışmayı yıllar önce bıraktım. Insanların da biraz başka fikirlere açık olması, “benim bildiklerim de belki yanlış olabilir” diyebilmesi lazım ama neyse; konumuz bu değil…

Evrim teorisi ve İslam dini/Tanrı inancı konusunda söylenecek çok şey olsa da kısaca fikirlerimi buraya dökmek istiyorum. Önce bilim dunyasındaki gözlemlerimi sıralayacağım, sonra da kendi fikirlerimi ekleyeceğim:

Gözlemlerime göre Avrupa’da biyoloji ve fizikle ilgilenen bilim insanları arasında evrim teorisine hiç inanmayanların sayısı belki de binde bir. Bunların hemen hemen hepsi evrim teorisini çok mantıklı buluyor ve (benim gibi) aralarında Tanrı’ya inananları dahi Tanrı’nın ilk canlıyı yarattıktan sonra diğer milyonlarca türü evrim mekanizmasını kullanarak yaratmış olabileceğine inanıyorlar. Evrim teorisini mantıklı bulmalarının sebebi ise “İslami” kesimden birçok kez duyduğum “vicdanlarında doğruyu biliyorlar ama nefislerine yenilmişler” gibi saçma-sapan bir sebepten dolayı değil, farklı metotlarla elde edilmiş tonlarca datayı analiz ettikten sonra (bir ’empiricist’ olarak) teorinin doğruluğuna gerçekten inanmalarıdır.

Bilimsel bir teoriyi yıkmanın yolları belli – yine bilimle. Ve korkmayın sizden, benden daha akıllı insanlar da bu teoriyi yıkmak ya da geliştirmek adına her tür soruyu sordular ve deneyi yaptılar. Fakat Evrim teorisi bu bilimsel ‘saldırılardan’ daha da güçlü çıktı.


Basit bir şekilde ‘Evrim’ nedir (sağ-alttaki)? Ne değildir (sağüstteki)? Bütün canlılarla – maymunlarla da – akrabayız ama maymundan gelmedik! Figurde de görüldüğü gibi evrim teorisine göre ortak bir atamız vardı (Source: matthewbonnan.wordpress.com).
(Not: ‘Harun Yahya’ grubunun ‘Atlas of Creation/Yaratılış atlası’ adlı bir kitabı vardı ve daha 20’nci sayfada fecaat bir evrimsel ‘ara form’ tanımı vardı orada – tabi yanlış olduğunu genetik okuduktan sonra anladım: evrim varsa, sözde bir denizyıldızı başka bir balık türüne dönüşmeliydi. Ondan esinlenerek ekledim bu figürü çünkü gençken benim de tüm bilim insanlarına karşı güvenimi sarstı bu tarz kitaplar)

Bu konudaki fikirlerime gelince; öncelikle bilim öğrendikçe bize çocukluktan dayatılan (8., 9. ve 10. yüzyıldan kalma ortodoks Sünni) din anlayışının hayat ve hakikatin karşısında bayağı basit kaldığını daha net görüyor insan. Basit bir örnek olarak: itikadi olarak Ehl-i Sünnet mezheplerden biri sayılan Eşariliğin ilk ortaya çıktığı 10. yüzyıl Irak’ına gelecekten bir (müslüman) bilim insanı gelip “Hocam aslında doğmadan çocuğun cinsiyetini öğrenebiliriz, çünkü Y-kromozomu belirliyor bir çocuğun erkek ya da kız olacağını (Allah’ın yarattığı bir mekanizma bu!)” dese ve buna karşılık “sus kafir! sadece Allah bilir ve belirler herşeyi!” cevabı verilse (ve sonra da “itikadi bozuk!” ya da “fitne yayıyor!” diye taşlansa) herhalde şaşırmayız birçoğumuz. Başka (basit ve yukarıdakinden farklı) bir örnek de ‘dünyanın ve içindekilerinin sadece bizim için yaratılmış olması’. ‘Dünya’ (biyolojik manada) kesinlikle sadece ‘bizim için’ yaratılmamış, biz dünyaya adapte olmuşuz: oksijenin az olduğu dönemde dünyada insan yoktu mesela (sonradan ortaya çıktık); ormanda iki gece yalnız kalsak bizi parçalayacak veya zehirleyecek hayvan ve böcek dolu etraf – bakteri/virus/mantar türlerini saymaya bile gerek yok; kulaklarımız bile ses dalgalarını toplayabilmek için çanak anten şeklinde; örnekleri uzatmaya gerek yok… Demek istediğim, o dönemlerde (mezhep imamları gibi) ameli ve itikadi mezhepleri/sistemleri ortaya atan/geliştiren insanlar çok değerli olsalar da bugün artık ‘mızrak çuvala sığmaz oldu’. Bilimin bulduğu-bulacağı şeylere gözümüzü kapatarak bir yere varamayız – bu mantık nihai olarak Allah’ı ve sünnetini daha iyi anlamamıza engel olacaktır.

Evrim teorisi de (ortodoks Sünni) din anlayışımızı temelden sarsan buluşlardan birisi. Bilmeyenler için biraz açıklamaya çalışacağım bu blog yazımda: öncelikle “mikro” evrimin (tırnak içerisinde yazıyorum çünkü ‘mikro/makro’ diye bir ayrım yapılmıyor bilim çevrelerinde – ama insanlar böyle ikiye ayırınca daha iyi anlıyorlar) gözle dahi görülebilen bir olgu olduğunu söyleyerek başlamak istiyorum. Görsek de görmesek de (görmek istemesek de) her tür genetik olarak evrilir ve nihai olarak yaşadığı ortama adapte olur – adapte olmak zorunda yoksa tür zamanla yok olur. Basit bir örnek olarak insanlarda cilt rengi kullanılabilir: Siyahi insanlar nasıl yaşadıkları ortamlara (Afrika’nın güneşine) adapte olmuşlarsa, beyaz insanlar da kendi (az güneşli) ortamlarına adapte olmuşlardır. Bu basit şekliyle evrimdir. Örnek olsun diye: ilk atamız (bizim inancımıza göre Hz. Adem**) belki de siyahiydi. Fakat zamanla (belki binlerce sene sonra) soyundan gelen insanların genlerinde doğuştan cilt renklerini değiştiren mütasyonlar oluştu ve on binlerce yıllık zamandan sonra bembeyaz, simsiyah ve arası tonlarda insanlar ortaya çıkıverdi dünyanın dört bir yanında (detay). Fakat bu tarz evrim illa başka türlere yol açacak anlamına gelmez. Bu örnekte olduğu gibi siyahisi de, beyazı da (ve arası tonlardakiler de) insan. Başka bir örnek olarak geçen senenin grip aşısının bu sene işe yaramamasının sebebi de ‘mıkro’ evrim (mekanizma: Antigenic drift).

İlk Darwin’in bilimsel bir çerçeveye oturttuğu, sonraki 150 yılda daha da geliştirilen ve güçlenen ‘Evrim teorisi’ ise bu ve buna benzer gözlemleri kullanıp işi birkaç adım öteye taşıyor (“mikro” evrimden “makro” evrime). Çok basitleştirerek (avamca; ‘doğal seleksiyon’, ‘mütasyon’, ‘genetik kayma’, ‘gen akışı’ gibi teknik terimlere girmeden) söylersem, diyorki “nispeten böyle kısa zaman dilimlerinde (binlerce senede) bile evrim kendisini gösterebiliyorsa, milyonlarca (hatta milyarlarca) senede başka türlerin ortaya çıkmasına da sebep olabilir. Öyleyse ilk yaşam formlarının ortaya çıktığı ~3.5 milyar sene öncesinden başlayıp bugünlere doğru gelen hızlandırılmış bir film izleyebilsek, şu anda gözlemlediğimiz her canlı türünün o (bakteri gibi tek hücreli) tek atadan evrimleşerek meydana geldigini görecegiz.” Bu hipotezi desteklemek için sadece bir örnek verecek olursam: Bir kara parçası olarak ~88 milyon sene önce Hindistan altkıtasından fiziki olarak ayrılan Madagaskar adasında bulunan on binden fazla bitki türünün %90‘ından fazlasının dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmamasının sebebi (“makro”) evrimdir – yani uzun zaman (milyonlarca yıl) boyunca genetik karışım olmadığı için Madagaskar’a adapte olan bambaşka türler oluşmuş.

Şimdi gördügümüz ya da çoktan yok olmuş milyonlarca tür arasındaki ilişkilerin tartışmaya açık spesifik tarafları olsa da – ki elinize düzgün bir evrimsel biyoloji (evolutionary biology) kitabı/makalesi alsanız bunları sıralarlar – bilimsel bir şekilde evrim teorisine toptan karşı çıkmak imkansız hale gelmiştir. Hatta bir adım öteye gidersem, evrim teorisine artık hakikat gözüyle bakan bilim insanı sayısı böyle bakmayandan kat kat daha fazla (“aslında simülasyonda yaşıyoruz” vs. diyenleri de katıyorum bu ikinci gruba). Batıda üst düzey bilim insanlarıyla hemdem olmamışlar için yazıyorum: Bu insanların çoğu inanılmaz akıllı ve açık görüşlü insanlar – hiçbiri laf olsun diye ‘evrimci’ olmuyor. Yazdıkları makaleleri anlamaya kalksak çoğumuzun ilk paragrafta başı ağrır. Fakat genellersem “Orta Doğulular” (ya da müslümanlar) olarak komplo teorilerini çok seviyoruz ve çok kaliteli insanları dahi karalamayı ve aşağı çekmeyi becerebiliyoruz. İnternette bir sürü komplo teorisi yayan sitelerde görebileceğiniz gibi “aslında Tanrı’nın var olduğunu biliyorlar ama ruhlarını Şeytan’a satmışlar; ondan evrim teorisini insanlara pompalıyorlar” tarzı palavralara inanan çok maalesef.

Bilim insanları ellerindeki bulgulara göre evrim teorisine inanıyorlar ve bu teoriyi bir “bilimsel model” olarak kullanıyorlar. Ayrıca Darwin’in 1859’da ilk defa ortaya attığı ‘Evrim teorisi’ de zamanla tabir-i caizse ‘evrilmiştir’ ve bugüne kadar yapılan genetik, paleontolojik, biyokimyasal çalışmalarla bambaşka bir hal almıştır. Yani ‘Harun Yahya’ ve benzeri sözdebilimci/bilim düşmanı grupların sık yaptıgı gibi “Darwin yerle bir edildi!” deyip bunu “evrim teorisi yerle bir edildi!” anlamına getirenlere kanmayın. İngilizler atalarına büyük saygı gösterirler ve Darwin’in ~150 sene önce söylediği birçok şeyin şimdi yanlış olduğu bilinse de, müthiş bir bilim adamı ve biyolojinin her alanına katkısı çok büyük olduğundan, sonraki bilim insanları saygılarından birçok önemli buluşu hala Darwin’e atfeder. Bu yüzden evrimsel genetik alanındaki gelişmeleri fazla takip edemeyen birisine de evrim teorisi sanki hala Darwin’in söylediği versiyonuyla kalmış gibi görünebilir. Evrim teorisi her zamankinden daha güçlü ve neredeyse yıkılmaz (bilimsel) surlar arkasında. Evrim teorisinin yanlış çıkması bilim tarihinin açık ara farkla en büyük şoku olur – bunun için binlerce makalenin yalan/yanlış cıkması gerekir ki böyle birşey imkansız, çünkü bu araştırmaları yapan sadece bir insan ya da grup degil; onlarca farklı ülkeden, yüzlerce farklı alandan (genetik, paleontoloji, veri bilimi, biyokimya) uzman yayınlıyor bu makaleleri.


Evrimi tam anlamayanların en büyük hatalarından biri de türlerin devamlı daha da kompleksleşmesi ve “mükemmelleşmesi” gerektigidir. Böyle birşey yok. Sadece bir örnek olarak Pandalarla ilgili bu (ingilizce) videoyu izleyin. Sadece Panda bile bizim “mükemmellik” anlayışımızla Allah’ın “mükemmellik” anlayışının çok farklı oldugunu gösteriyor. Panda da farklı bir “sanat” ama düz bir insan olarak baktıgımızda (haşa!) hataları çok: tüm gün bambu yiyor ama doğru düzgün sindiremiyor bile. Bu yüzden tüm gün yemek yemek ve kaka yapmak zorunda. Fazla enerjisi olmadığı için de yemek yemenin dışında günlerini uykuda geçiriyorlar.

Ben de yaklaşık on senedir genetik alanındayım ve genetikle ilgili okuduğum akademik makale/kitap sayısı bini geçmiştir. 18 yaşında, Türk insanının birçoğu gibi, evrime kesinlikle inanmayan birisi olarak çıktığım bu yolda, şimdi otuzuna dayanmış ama evrim teorisinin (çok çok yüksek ihtimalle: %99.999…) doğru olduğuna inanan birisi olarak devam ediyorum. Bunları söylerken de beş vakit namazını kılan ve Allah’ın varlığına tüm kalbiyle inanan birisi olarak söylüyorum. Bu konuda degiştigimi de söylemekten hiç gocunmuyorum. Banal olacak ama insan devamlı öğrenmeli ve inançlarını yeni bilgiler doğrultusunda sorgulamalı. Ama insanların çoğu “benim inançlarım doğru çıkmalı!” gözlügüyle bakıyor olaylara ve yanlış olma ihtimalini dahi düşünmek istemiyor – çünkü “bugüne kadar bildiklerim (büyük ihtimalle) yanlışmış” deme cesareti çok az insanda var. Benim öyle bir derdim yok; olmadı.

Evrim teorisi konusunda neden böyle düşündüğümün sebeplerini de kısaca sayarsam: Birincisi, Allah bizi (bilimle, fosillerle vs.) kandırmaya çalışmaz. Ikincisi, ne Kuran’da ne de hadiste, ilk insanların (Hz. Adem ve Havva’nın) yaratılışıyla ilgili mahiyetini tam olarak bilmediğimiz detaylar bulunsa da, insandan önceki canlılarla ilgili neredeyse hiçbir şey yok. Popülasyon genetiği alanındaki araştırmalara göre (modern) insanlar son 150-200 bin senedir bu dünyadalar. İlk canlıların ~3.5 milyar sene önce ortaya çıktığı göz önünde bulundurulursa, insanların dünyada bulunma süreleri bazı türlere nispeten çok kısadır. Eskiden olup da şimdi aramızda bulunmayan bir sürü canlının fosili bulundu (dinazorlar, trilobitler, Neandertallar gibi) – ve eldeki milyonlarca fosile bakıldığında, en geçmiş zamandan şimdiye doğru bir film şeridi gibi canlıları izleyebilsek, ilk canlıların gittikçe daha türlü hale geldiğini ve çogunun kompleksleştiklerini göreceğiz***. Din konusunda uzman değilim fakat bununla ilgili de hiçbir ayet veya hadise rastlamadım (yani “Allah milyarlarca sene önce tek hücreli canlıları yarattı; sonra şunları; sonra da dinazorları…” gibi. Bilen varsa yazsın lütfen). Bütün bunları ve evrim teorisini destekleyen bulguları**** birleştirince Allah’ın bildiğimiz-bilmediğimiz tüm canlı türlerini evrimi kullanarak yaratmış olduğuna inananlardanım.

Benim bir bilim insanı olarak amacım hakikati araştırmaktır – her insanın da böyle olması lazım ama çoğumuz bir şeye inandık mı hakikate dahi gözümüzü kapatıyoruz. Bilime gözünü kapatan, Allah’ın en önemli eserlerinden biri olan ‘kainat kitabı’na da gözünü kapatmıştır. Bilim insanlarının yaptığı gibi sorgulamadan, araştırmadan, diğer uzmanların sordukları sorular üzerine samimane kafa yormadan “benim dediğim doğru!” diyen her insan tam anlamıyla zırcahildir, kibir abidesidir – ve kibir Allah’ın en sevmediği hasletlerden biridir. Allah (kibirsiz) sorgulayan insanları sever; insan sadece sorgulayarak ‘tahkiki iman’a ulaşır.

Ben öğrendiklerim ışığında artık şu noktadayım: Allah tüm türleri (species) evrimle yaratmışsa da şaşırmam; (çok gizemli bir şekilde) direkt yaratmışsa da. Ama (“eviren”in O olduğunu varsayarsak) birinci senaryonun ikincisine nazaran çok daha güzel; akla ve Sünnetullah’a da daha uygun olduğu kanaatindeyim*****. Çünkü ~14 milyar sene önce kainat yaratılıp, bundan ~10 milyar sene sonra dünyadaki ilk canlıya hayat “üflendikten” ve (DNA, metabolizma, algılama gibi) gerekli biyolojik mekanizmalar verildikten sonra evrimle herşey yine Allah’ın akıl sır erdiremediğimiz yüce planı ve koyduğu kurallar içinde/sebep-sonuç dairesinde işlemeye devam ediyor.


Evrim teorisine inanmıyorsanız alternatif teorinizin ne olduğunu düşünmeniz lazım. Bana göre en fazla iki alternatif teoriniz olabilir: Alternatif teori 1: Tüm türler dünyanın yaşamaya elverişli hale gelmesinden, yani ~3.5 milyar yıldan beri varlar ve aynı kalmışlar. Örneğin şempanzeler, tüm dinazor türleri, insan, tüm bakteri turleri, tüm bitki türleri vs. hep vardı ve aynı kaldılar. Fakat bu ‘teori’yi yapılan araştırmalar ve bulunan fosiller desteklemiyor. Görünen, bugünkü türlerin çoğunun sonradan ortaya çıktığıdır – özellikle de çok hücreli canlıların (bkz: canlı türlerinin ortaya çıkma kronolojisi – aşagıda). Alternatif teori 2: Evrim sadece diğer canlı türleri için vardı ve insan çok (çok!) sonradan dünyaya ‘ışınlandı’. Bu ‘teori’nin de sorunu, ana yazımda da belirttiğim gibi, DNAmızın birçok hayvan ve canlıyla çok yüksek benzerlikler göstermesi. Ayrıca modern insana benzer, Neandertaller ve Denisovalılar gibi çok yakın insan türlerinden aldıgımız DNA da cabası – atalarımız Afrika’dan çıktıktan sonra onlarla çiftleşmiş ve bugün Afrikalıların dışında neredeyse her millette %1-2 arası Neandertal ve Denisovalı DNAsı var. İnsan biyolojik, fizyolojik ve genetik olarak diğer canlılardan çok farklı bir yaratık olsaydı, bu tarz çiftleşmeler imkansız olmalıydı – ama değiliz!

Uzadı… Kısaca özetlemek gerekirse söylemek istediğim haddini bilen ve gerçeğin peşinde olan bir insan, bilim insanlarının saf olmadığını, çoğumuzdan daha akıllı olduklarını, (bundan bahsetmek bile utanç verici ama) komplo teoricilerin bize anlattığı gibi “aslında biliyorlar ama Şeytan’a hizmet ediyorlar” gibi bir durumun olmadığını bilmesi gerekir. Bilim modellerle ilerler ve biyoloji alanında şu andaki en iyi ‘bilimsel model’ de evrim teorisidir. Ben dahi evrim teorisini kullanarak ilk defa ya da az görülen mutasyonların proteinler üzerindeki etkilerini tahmin etmeye çalışıyorum ve kullandığım algoritmaların başarı oranı %80’lerin üzerinde.

Umarım kendimi anlatabilmişimdir. Bu konu/hamur daha çok su götürür; bu yüzden burada bırakıyorum. Bu arada insanların evrime inanıp-inanmaması beni çok ilgilendirmiyor – yazıyı entelektüel bir sorumluluk olarak gordügüm için yazdım – fakat evrim teorisi düşmanlıgı insanları bilim insanı düşmanlığına, sonra da tamamen bilim karşıtı olmaya doğru ittiğini gözümle gördüm kaç defa (ben de gençken kısmen bu gruptaydım). Böyle insanlar sonra aşı karşıtı, ve ya homeopati ve ‘düz dünya’ gibi saçmalıkların savunucusu oluyorlar. Bunu engellemek için ben de kendi çapımda bana düşeni yapmak istedim******.

Belki ilginç gelmiştir ama yazımda ateizm’den hiç bahsetmedim. Çünkü evrim teorisiyle ateizm farklı şeyler. Ateizm, tanrının olmadığına dair bir inanış, evrim teorisi ise – yukarıda bahsettiğim gibi “tüm canlıların ilk atası”nın ortaya çıkmasından sonra – şu anda dünyada bulunan milyarlarca türün neden ve nasıl ortaya çıktığını açıklamaya çalışan bilimsel bir teori/model/mekanizmadır. Her evrim teorisine inanan ateist değildir çünkü evrim teorisinin dogru olup-olmamasının Allah’ın varlığıyla bir alakası yoktur – aynı dünyanın küre olup-olmamasının da bir alakası olmaması gibi*******. Ayrıca, ateizm evrim teorisinden önce de vardı. Yarın birgün (sanmıyorum ama) evrim teorisi yanlış çıkarsa – örneğin 3.5 milyar senelik bir hayvan fosili bulunursa – ateizm yine var olacak – çünkü ateistlerin Tanrı’nın varlığına inanmamalarının en önemli sebepleri bilimselden ziyade felsefidir (birkaç örnek: neden bu kadar çok kötülük/hastalık/şiddet var? Tanrı varsa, neden saklanıyor? dinler/dindarlarda bulunan bazı hurafeler; mutlak kadir, ezeli ve ebedi bir Tanrı anlayışını “mantıksız” bulmaları). Evet; bugün ateistlerin çoğu evrim teorisine inanıyor ve bunu inanışlarını desteklemek için kullanıyorlar gibi görünüyor ama hepsi değil. Örneğin Çin’de neredeyse ülkenin tamamı ateist/Budist ama evrim teorisini gerçekten anlayanların sayısı nispeten çok azdır. Ateistlerin bakış açısını çok önemli bir ateistin perspektifinden öğrenmek isterseniz Prof. Richard Dawkins’in ‘God Delusion’ kitabını tavsiye ederim. Müslümanlar olarak bizlerin Allah’ın varlığına dair kullandığı her argümana (kendilerine göre) mantıklı cevapları var ama hepsi tartışmalı tabi.

Son olarak, benim müslüman olarak kalmamın sebebi bilim değil, Efendimiz (Sav)’in hayatı ve Kuran-ı Kerim’dir. Bugünün (her dinden) dindarlarının paçozluk ve cehaletini görünce, Efendimiz’i doğru bir şekilde tanımayan bir insanın ateist veya din düşmanı olmasını da kesinlikle yadırgamıyorum.

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Yorumlarınızı bekliyorum…



Dipnotlar

*Şu anda Leicester Üniversitesinde (İngiltere) bir Genetik Epidemiyolog olarak çalışıyorum ve grup olarak insanlarda akciger fonksiyonunu ve kronik obstrüktif akciger hastalığını (KOAH) genetik olarak araştırıyoruz. Elimize yüzbinlerce insanın genetik ve fenotipik (yaş, cinsiyet, sigara içiyor mu?) datası geçiyor ve bu bilgileri “süper bilgisayarlar” aracılığıyla istatistiki modellere tabi tutarak (“fit” ederek) hangi genlerin iyi bir akciğer fonksiyonu veya KOAH için önemli olabileceğini bulmaya çalışıyoruz. Umuyoruz ki yaptığımız buluşlar ileride insanlara faydalı bir ilaçla sonuçlansın. Detaylari bu iki yazimda okuyabilirsiniz: Bir bilim ve genetik reklamı & Searching for “Breathtaking” genes. Literally!

**Allah, (150-200 bin sene önce dünyada yaşayan) Homo sapiens‘lerin (modern insanların) arasından ikisine Hz. Adem ve Havva’nın ruhunu ‘üflemiş’ olabilir. Bu benim için şaşırtıcı olmaz. Çünkü, objektif olarak karşılaştırdığımızda, modern insanları Neandertaller (Homo neanderthalensis) ve Denisovalılar (Denisova hominins) gibi diğer insan türlerinden, ve şempanze gibi genetik olarak yakın hayvanlardan ayıran faktörün genler ve biyolojiden çok aradaki ilim farkı olduğunu görüyoruz. Meleklerin Allah’a “Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?” sözü bu şekilde de manidar oluyor – çünkü modern insana (Homo sapiens) benzer yaratıklar da birbirlerinin kanını dökmüşlerdi.

***Dünyada yaşadığı bilinen canlı türlerinin tarih cetveline (timeline) bakabilirsiniz: https://en.wikipedia.org/wiki/Timeline_of_the_evolutionary_history_of_life

****İngilizce bilenlere Richard Dawkins’in “The Greatest Show on Earth: The Evidence for Evolution” kitabını ve yukarıdaki “What is the evidence for evolution?” videosunu tavsiye ederim.

*****Allah bir insanı bile yaratmaya karar verdiğinde o insanı dünyaya ‘ışınlamıyor’. Anne rahminde ~9 ay geçiriyor; sonrasında da belki 20-25 yaşına kadar kendi başına bir ‘birey’ olmuyor o insan. Herşey bir süreç sonucunda yaratılıyor.

******Uydurma bir senaryo çizmek istiyorum: Örneğin, 1920’lerde yaşıyoruz… Bilim fazla ilerlememiş ve büyük bir veba salgını var. Milyonlarca insan ölüyor ve bütün imamlar hutbelerinde: “Bu işlediğiniz günahlardan dolayı Allah’ın bize gönderdiği bir beladır; çekeceksiniz başka çaresi yok!” diyor. Bir bilim insanı da çıkıp “Hayır; benim gözlemlerime göre büyük ihtimal bunun sebebi farelerden bulaşan gözle göremediğimiz birşey. Araştırmam lazım!” dese ve karşılıgında da “Ne demek yani; Allah göndermedi mi bunu? Bu adam Allah’a şirk koşan sapık bir kafirdir!” damgası yese kaçımız – “kafir” damgası yeme ve toplumdan dışlanma pahasına – o bilim insanının tarafında yer alırdık? Evrim’deki gibi ortada herkesin gözle dahi görebildiği birşey var: veba hastalığı. Fakat mekanizma olarak biri “Allah istedi; oldu“, diğeri ise “(Allah istedi/istemiş olabilir – bunu objektif olarak bilemem/kanıtlayamam – fakat) bunun biyolojik sebebi bir bakteridir” diyor.

*******Fakat ‘din anlayışımız’la bir alakası vardır. Eğer din anlayışın “dünya düzdür” diyorsa, tonlarca somut bilimsel delille küre olduğu ıspatlanmış dünyanın küre olup-olmadığını değil, din anlayışını gözden geçirmen/sorgulaman lazım.

Eldeki bulgulara göre, canlı türlerinin ortaya çıkma kronolojisi (Source: bbc.co.uk)

PS: Yıllar önce evrim teorisi ve ateizmle ilgili görüşlerimi 2009’da önce Leicester Üniversitesi öğrencilerinin hazırladığı bir gazetede, sonra da (daha uzun bir şekilde) “God of Science” adlı yazımda paylaşmıştım. O günler ateizm’le ilgili söylediklerimin çoğuna hala katılsam da, evrim teorisi konusunda tamamen değişmişim 🙂 Bunu da gururla söylüyorum. Maalesef sorgulayanların sevilmediği, dogmatik bir milletiz. Hakikatin peşinde koşmanın ve bilimin önemini anlarsak, Allah’ı daha iyi tanıyacağımızı düşünüyorum.

PPS: Yazıyı paylaştığım günün (bugün 12 Şubat’ın) dünyada “Darwin günü” olması da ayrı bir tesadüf/tevafuk.


Ek 1 (18/05/2019): Konuyla ilgili bir Twitter zinciri (thread)


Ek 2 (03/12/19): Evrim Ağacı’ndan konuyla ilgili eğitici bir video

Ek 3 (30/04/20): Makale tavsiyesi

Evrim teorisini anlatma konusunda başarılı bulduğum bir video daha

KısacaNeden ve nasıl bir müslümanım?’ (ama >%10 da agnostiğim) (Not: önem sırasına göre sıralanmadı)

1- (Tek) Tanrının varlığını (biliyormuş gibi) ‘hissediyor’ olmam

Özellikle baba olduktan sonra bu duygu çok arttı. Oğlumun geçtiği her aşamayı izledim ve bir insanın/canlının nasıl açıklanamaz bir mucize olduğunu gözlerimle gördüm.

(Not: Bu sebep bazen – karşılaştığım olaylar sonrasında az ya da çok – sarsılıyor ama hala önemli bir sebep benim için)

2- İslam dininin özünde çok güzel ve (alternatiflerine göre) özel bir din olması: a) Öncelikle, senin bir yaratıcın var; ona karşı mütevazı ol (Allah’a şirk koşma!) – herşeyi ondan iste (aciz bir mahluk olduğun için de mütevazı ol). b) Kısa ömrünüzde güzel işler yapmaya çalışın; sorumluluk sahibi olun (emri bil maruf, nehyi anil munker); imtihan dünyasındasın: yaptıklarından da yapmadıklarından da sorguya çekileceksin. c) Kesinlikle başkalarının hakkına girme; Allah affedicidir ama her kuluna (fakir-zengin, ünlü-ünsüz farketmiyor) çok değer veriyor – bu yüzden kendi hakkını affetse bile onların hakkını senden alacak. d) Sorgulamaya (tahkiki iman taklidi imandan daha efdal) ve ilim/bilim öğrenmeye (Kıyamet günü, âlimlerin mürekkebi şehitlerin kanından ağır gelir – Hadis) teşvik ediyor. e) Allah’ın “esma-ül hüsnası” (Halim, Rahman, Rahim, Selam gibi) sadece iyilik, sevgi ve affetme temelli değil, (Adil, Kahhar, Kabıd gibi) adalet, zorluk ve ceza temelli isimlerden de oluşuyor. Ayrıca, Batın ve Hakim isimleri de evren ve hayatın – bazı kısımları hoşumuza gitse de gitmese de – neden böyle gizemli, hatta anlaşılmaz ve hakikatinin araştırmaya değer olduğunun bir emaresi…

3- Kuran’daki bazı – bana göre direkt ilahi olduğu belli olan – ayetler: Peygamberi eleştiren/ikaz eden ayetler; “Kulları içinde ancak âlimler, Allah’ı gerektiği tarzda tazim ederler” (Fatir, 28); “İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez” (Necm, 39); “O, insanı bir damladan yarattı. Fakat bir de bakarsın ki Rabbine apaçık bir hasım oluvermiş!” (Nahl, 4); “Allah size, emanetleri/işi ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hüküm vermenizi emreder” (Nisa, 58); “O insana kalemle yazmayı öğretendir” (Alak, 4) gibi ayetler…

4- Birçok duygusal ya da mantıksal sebep: örneğin, a) İslam’ın yok olmamış ya da Afrika’da birkaç kabilenin inandığı bir din olmaması önemli; b) önceki büyük dinleri ve peygamberleri tasdikliyor (ya da tamamen yalanlamıyor) olması – onların da “ileride gelecek bir peygambere” işaret etmesi (örnek); c) İslamı, Hz. Muhammed gibi doğruluğu (örneğin – Duha suresinde de bahsedildiği üzere – bir süre vahiylerin kesilmesini hiçbir menfi sebeple açıklayamam) ve adaletiyle bilinen ve davasına tüm kalbiyle inanmış bir peygamberin (örneğin, günde en az 5 vakit namaz ve her yıl en az bir ay oruç tutmayı hiçbir menfi sebeple açıklayamam), Hz. Ali, Hz. Ömer, Hz. Hamza, Hz. Halid bin Velid gibi ‘kimseye eyvallahı olmayan’, zamanının çok önünde ve (kendi alanlarında) başarılı figürlerin temsil etmesi de inancımın güçlenmesine katkıda bulunuyor. d) Ayrıca, Hz. Muhammed’in ‘veda hutbesi’ni verdikten ve Kuran tamamlandıktan kısa bir süre sonra vefat etmesi de önemli bir delil benim için.

5- Ateizm’in temeli olan Materyalizm’in – bana göre – bazı olguları hiçbir zaman açıklayamayacak olması: Örneğin felsefede ‘Emergent properties’ (ortaya çıkan yeni özellikler) diye bilinen olgu – mesela Hamlet, Savaş ve Barış, Karamazov Kardeşler gibi şaheserlerin yazılmasını hangi fizik kuralı ile açıklayabilirsiniz? Futbolun kuralları nereden geldi? Ortada ‘kreatif’ (ve bana göre Doğa bilimleriyle hiçbir zaman anlayamayacağımız) birşey var. İnsan şuurunun – her ne kadar fiziki alemle (beyin aracılığıyla) bağlantısı olsa da – hiçbir zaman nöroloji, kimya, algoritmalarla vs. tamamen açıklanamayacağına (ve kontrol edilemeyeceğine) inanıyorum. Yani Determinizm’e inanmıyorum; bir yöne meyilli olsak da özgür bir irademizin olduğuna inanıyorum. Ayrıca, şuurun – mahiyetini anlamadığım bir şekilde – ‘tanrısal/metafiziksel’ bir olgu olduğuna inanıyorum.

6- Herkes söylediği için artık banal oldu fakat (bizim ilmimize kıyasen, fizik, matematik, biyoloji, kimya bilgisi) sonsuz bir ilim sahibi bir zaatın anca bu kainatı yaratabileceğine inanıyorum. Bu da Islam’daki (herşeyi bilen, herşeye kadir) ‘Allah’ (‘The God’) tanımına uyuyor.

Fakat gördüğünüz gibi yukarıda saydığım nedenlerin bazıları duygusal, bazıları da mantıksal – ama hiçbiri bilimsel değil! Bunu da kabul ediyorum; agnostik kısmım da buradan geliyor. Kafamdaki birçok sorunun** cevabını bilmiyorum; çok araştırdım; sordum; bildiğini iddia edenlerin de bilmediğini üzülerek gördüm. Şunu da belirtmem lazım: insan hayatın gizemleri karşısında bazen sadece ‘bakakalıyor’. Her zaman yeni şeyler öğreniyor, gözlemliyor ve hayretler içerisinde kalıyorum. Aklımın almadığı konularda haddimi bilip, susuyorum – asla kesin konuşmamaya dikkat ediyorum ama sorgulamaya ve araştırmaya devam ediyorum.

Ayrıca – yazının başında da belirttiğim gibi – eskiden kalma İslam anlayışının da yeni bilgiler karşısında yetersiz kaldığını görüyorum*. ‘Yeni’ fikirlere ve – daha da önemlisi – cesur ilim/bilim insanlarına ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.

Varoluşsal sancılar çekiyorum bazı geceleri – özellikle ölüm ve sonrası kafamı çok kurcalıyor. Vefat edenlerden hiçbir bilgi/geri dönüş al(a)mamamız da canımı çok sıkıyor. Orneğin, rahmetli veya başka sevdiklerimiz/saydıklarımız ne yapıyor acaba? Hiç ‘somut’ (?!) bilgisi olan var mı?
Son birkaç haftada rahmetli dedemi, Isaac Newton, Cem Karaca, Barış Manço, Sokrat, Muhammad Ali, Robin Williams, Steve Irwin (liste uzun…) gibi farklı insanları da düşündüm – belki saatlerce… Görüşmelerim ve kişisel araştırmalarım sonuçsuz kaldı – tatmin edici birşey çıkmadı. Ondan bir de buradan yazmak istedim – ulaşanlara şimdiden teşekkürler

Dipnot (Kısaca neden müslümanım?)

*İslam, bugünkü (ve belki de son 600-700 yıldır) yaşandığı haliyle (kadınlara, gayrimüslimlere, azınlıklara, bilim ve felsefeye bakışıyla) evrensel bir din değil. Fakat bazı ayetlerin bile sonradan neshedildiğini göz önünde bulundurursak, fanatikler/bağnazlar tarafından sık kullanılan birçok (sahih) hadisin de sonraki hadis/sünnetlerle neshedildiğine inanıyorum. Bu yüzden bir hadis ya da ayeti kullanıp, evrensel değerlere ya da bugünkü bilime ters argümanlar üretenlere:

1- “Bu ayetin sebeb-i nüzulü neydi?” ya da “bu hadis söylendiği dönemdeki/esnadaki şartlar/kontekst neydi?”, ve

2- “O ayet/hadisten sonra bu ayet/hadisle çelişen başka bir ayet/hadis indi mi?”

diye soruyorum. Cevap veremeyenleri de kâle almıyorum…

Özellikle veda hutbesi benim için birçok konuda mihenk taşıdır, çünkü, Efendimizin (sav) en son sözlerindendir ve bugün için bile (cinsiyet ve ırk eşitliği, sosyal ve hukuki adalet, barış içinde yaşama gibi konularda) evrensel mesajlarla doludur.

Fakat şunu da unutmamak lazım: Peygamber dahi ‘zamanının çocuğuydu‘; bu yüzden insanlığın ondan alacağı çok önemli ahlaki, sosyal ve siyasi ders ve ilhamlar olsa da genetik/moleküler biyoloji, paleontoloji, kuantum fizik, kimya, astronomi, elektronik, programlama gibi alanlardaki bilimsel ve teknolojik gelişmelere “Kur’an ve Peygamber bu konularda fazla birşey söylemedi” diye göz kapamak veya önemsememek büyük bir cehalet ve insana verilen potansiyele ihanettir.

**Bazı örnekler: ‘Kader’ nedir? ‘Özgür’ irademiz var mı? Cevap ‘hayır’sa, imtihanın mantığı nedir? Cevap evetse, psikolojik sorunları olan veya (demanslı insanlar gibi) beyninde hasar oluşan insanları nasıl açıklarız? Çocuk ölümleri? Elektrik, insulin, internet, evrim teorisi (ve fosiller), quantum fiziği, aşılar (liste uzun…) gibi çok büyük buluşları peygamberlerin yapmaması ya da tartışmamasındaki hikmet nedir?

Read Full Post »

logical-fallacies

Millet olarak tartışırken çok sık işledigimiz mantık hataları (logical fallacies). Benim de başımdan sık geçen üç-beş tanesini bu yazımda kaleme alacağım

Asıl olaya geçmeden, kısa bir giriş yapalım: İngiltere’de büyüdüm ve buralarda her türden, her milletten insanla tanıştım. Nispeten, buradaki akademik camiada da kendime bir yer edindim ve birçok yabancı akademisyen/araştırmacı arkadaş edindim. Burada yaşadığım süreç içerisindeki gözlemlerimle de şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim: bizim insanımız kadar ‘bir tartışma nasıl yapılmalı?’ hiç bilmeyen ve karşısındaki insanı aşağı çekme/itibarsızlaştırma konusunda maharetli ikinci bir millet bulmak zor – sadece, bize çok benzeyen diğer Orta Doğulularla yarışıyoruz bu konuda. Normal halkı geçtim; “mürekkep yalamış” insanımız da aynı problemden muzdarip.

Bu konuda birçok trajikomik anekdot paylaşabilecek akademisyen arkadaşım var. Benim de başıma çok sık gelen bir-iki örneği burada paylaşmak istiyorum: İngiliz eğitim sisteminde (nispeten, yaşıma göre) başarılı olmuş, 28 yaşında bir akademisyenim. Genç olmamın, benden daha başarılı, tecrübeli ve makamı yüksek olan Ingiliz meslektaşlarım ve/ya da hocalarım arasında hiç bir önemi yok. Söylediklerim/sorularım mantıklıysa (mantıksız konuşmamaya calışıyorum), benim fikrimi/sorumu bir Profesörün fikrinden/sorusundan ayrı tutmuyorlar. Lakin, Türkiye’de yetişip, buralara gelmiş meslektaşlarımın çoğu için aynısını söyleyemeyeceğim (istisnalar da yok degil Allah’tan. Onları tenzih ediyorum buradaki söylemlerimden). Maalesef çoğu kendilerini hala Türkiye’de sanıyorlar ve oralarda yaptıkları yanlışları ve kurdukları hiyerarşik yapıları buralarda da devam ettirmek istiyorlar – karşısındakini hiç bir şekilde ikna etme ihtiyacı duymadan.

Örneğin:

1- Bir konu üzerine tartışma oluyor ve konuyla ilgili bir-iki hatalarını ve/ya da Ingiltere de bu işlerin böyle olmadığını söylüyorsun:

Biz de biliyoruz bu işleri”, “ben 3 yıldır İngiltere’de yaşıyorum”, “Master/doktoramı Avrupa/Amerika’da yaptım”, “şurada konferansa gittim” gibi sözler sarfedip geçiştiriyorlar. Çünkü kendileri (her) konuyla ilgili herşeyi biliyorlar ve senin gibi “ukala gençler”den öğrenecekleri çok birşey yok.

2- Ortadaki bir sorunu (İngiltere’deki) konjönktüre en uygun ve etkin şekilde çözelim diye fikir beyan ediyoruz:

Her kafadan ses geliyor. Bize bu dönemde sorgulamadan iş yapacak adamlar lazım”ı tekrar tekrar duymaktan insana gına geliyor. Istiyorlarki karşılarındaki “yetenekli ama daha yolun başındaki” gençler “hadlerini bilsin” ve her dediklerini yapsın; hiçbir şekilde “şunu neden böyle yapıyoruz?” diye sorgulamasın.

3- Konuyla ilgili gördüğün bariz hataları, baktın sakince anlatınca anlamıyor/dinlemiyorlar, biraz sert bir dille söylüyorsun:

Samimiyetsiz bir şekilde “Tabi arkadaş genç; onu da anlamak/dinlemek lazım” deyip, kendi aralarında sana “meczup/kanser hücresi” muamelesi yapıyorlar. Daha anlayışsız, cahil ve/ya da görgüsüz olanları ise, söylediklerini kişiselleştirip, direk kişiliginize saldırıyorlar.

4- Önemli bir detaya parmak basıyorsun:

Detaylara takılmamak lazım“, “mükemmeliyetçilikten vazgeçmeli; o zaman hiçbir iş yapamayız” gibi cümleleri yağdırıyorlar üzerine.

5- Yapılmak istenen işe atılmadan “bir ön çalışma başlatmalıyız” diyorsun:

Ya Hu biran evvel başlamalıyız. Kervan yolda düzülür” cevabını alıyorsun. Bir-iki ay sonra herkesin hevesi kaçınca (“gaz bitince”), iş ortada kalıyor ve o kadar emek boşa gidiyor. Oysa başta biraz sabır gösterip, hazır bir şekilde yola çıkılsa daha uzun soluklu projelere imza atılabilir. Maalesef, “dostlar alışverişte görsün” mantığı da hakim birçogumuzda.

6- On tane şeyden bahsediyorsun; aralarından birisi bir tanesine takılıp, onun üzerinden senin tüm soylediklerini heba etmeye çalışıyor. Diğerleri de “dur arkadaş; söyledikleri mantıklıydı” demiyor. Çünkü hakikati bulmaktan çok, herkes kendi fikrini kabul ettirme derdinde. (not: Felsefe’deki mantık hataları/logical fallacies kavramlarına her akademisyen/araştırmacı/yazarın bakması lazım bence)

 

Anlatamıyorsun maalesef. Eğer İngiltere akademik/bilimsel arenada (futbol tabiriyle) ‘Premier League’se, Türkiye maalesef (çok genel olarak konuşursak) ‘3.ncü lig’. Ekstrem bir örnek olsa da, buralarda yetişmiş (son sınıf/ileri seviye) doktora öğrencisi bile bazen alanına Türkiye’deki bir Doçent/Profesör’den daha hakim olabiliyor. İngiltere’de çıkardıkları bir yayının, Türkiye’dekilerin bütün akademik hayatında çıkardığı yayınların toplamından daha fazla impact factor/etki faktörü olabiliyor. Yani bazılarının yaşları (nispeten) genç ve/ya da ünvanları düşük olsa da, Türkiye’den gelen çoğu akademisyenin (akademik çerçevede) onları küçümseyip, “ah bu hayta gençler/delikanlılar yok mu?”, **”kendisi buralarda basit bir Yardımcı Doçent/Assistant Professor” gibi tavırları takınmaları doğru değil. Türkiye’de yetişen gençlerin/insanların aksine kendilerine çok güvenen, araştırdığı konularda kimseye “eyvallah”ı olmayan, belli bir standardın altında (baştan-sağma, amatör) iş yapmaktan kaçınan, aklını duygularının önüne koymayı becermiş kişiliklere sahip oluyorlar.

Yine bizdekinin aksine, İngiltere kültüründe yetişmiş bir akademisyen/araştırmacı bilmediği, araştırmadığı konularda fikir beyan etmez. Bu yüzden bir konu hakkında konuşuyorsa, çoğu kez söylediklerinde bir mantık vardır. Fakat Türkiye’de genel olarak işler liyakatle değil de ünvanlarla ilerlediği için, buralara Türkiye (ya da Orta Dogu)’den gelen akademisyenlerde “ben Doçent/Profesörüm, bu da basit bir araştırma görevlisi” tavrını gözlemlemek çok zor değil. Bundan dolayı kendi fikirleri, eğer kafalarında şekillendirdikleri ‘hiyerarşi’de aşağılardaysan (hele bir de gençsen), senin fikrinden çok daha önemlidir – konunun ne olduğu ya da liyakatinin olup-olmadığı farketmez. Bu (hak edilmemiş*) kibirlerinden (ve bir çoğunun da ekstradan, aşağılık kompleksinden) dolayı ne kadar anlatsan da, bu yazdıklarımı anlamaları zor görünüyor.

Kısaca toparlamak gerekirse: Gençsen, çocuk muamelesi görüyorsun. Kadınsan, “bunun ne işi var bu kadar erkeğin arasında?” bakışları arasında boğuluyorsun. Ünvanın düşükse, adam yerine konmuyorsun (konuyla ilgili bilgi/tecrübenin çok önemi yok). Gurbetçiysen, “tabi kultürümüzden/ülkemizden uzak kalmış” tabirlerine maruz bırakılıyorsun. Bir gruba yeni katılmışsan, “sen giderken biz dönüyorduk oğlum”un muhattabı oluyorsun. Bir sorunun çözümü adına (sakin/aklı selim bir şekilde) fikir beyan ederken ağlayıp-sızlayıp, görmek istedikleri kadar duygusal davranmıyorsan, “sen bu işin ızdırabını çekmiyorsun!”, “sen bilmezsin; biz neler yaşadık!” cevaplarını alıyorsun; sorunu konuşma/çözme yerine, arabesk bir mağduriyet yarışması başlıyor – “’hangimiz daha çok sıkıntı çektik?’ anlatalım da görelim” yarışması… Maalesef, sen de çıldırdığınla kalıyorsun; ve çoğu kez “o kadar işimin arasında bir de sizinle mi ugraşacağım?” deyip aralarından ayrılmak zorunda kalıyorsun.

Artık “akıl yaşta degil, baştadır” gibi atasözlerimiz sadece lafta kalmamalı; her işi ehline bırakmayı (daha doğrusu bırakabilmeyi) öğrenmeliyiz. Ehil olan kim olursa olsun…

 

*”Hak edilmemiş” tabirini kullandım çünkü alanlarında çok büyük başarılara imza atmış ve/ya da dünyaca ünlü olsalar, yine yakışık almasa da, bir nispet anlayacağım kibirli davranmalarını.

**Bir defasında misafir akademisyen olarak ugradıgım bir Türk üniversitesinde dekan olan bir Hocaya, benim hakkımda telefondan “önemli biri mi?” diye soruldugunda “yok ya; asistan” dedigini duydum. (Soranda da, cevap verende de) Seviye bu işte – ki asistan da degildim. Ayrıca o yaşımda kendisinden daha fazla yayınım ve atfım vardı.


Istişare kuralları

PS: Ingiliz kültürüyle ilgili gözlemlerimi karaladığım Ingiliz kültürüne dair gözlemlerim adlı yazıma da göz atabilirsiniz.

PPS: Bazı şeyleri söylerken, onları iyi/halis bir niyetle, “kendini begenmiş/ukala”ca davranmadan söyledigini ispat etmen çok zor. Karşındakinin ne düşündügünü kontrol edemiyorsun. Ama insan böyle görünme pahasına dahi bilgi ve tecrübesinin hakkını vermeli. Ben de çapım yettigince her girdigim ortamda “kötü olma” pahasına dahi olsa yanlış ya da daha iyi yapılabilecegini düşündügüm konularda fikrimi beyan ediyorum. Fakat en çok kızdıgım/kendimi tutamadıgım zamanlar, ortalıkta liyakatli insanlar varken, “onun gözünün üzerinde kaşı var“, “bizden degil“, “o da kim? daha çömez o“, “biz ne yaptıgımızı biliyoruz, kendisine ihtiyaç yok“, “ama üslubu kötü” gibi sebeplerle işin ehline verilmedigini gördügüm zamanlar (hatta bence insanlara devamlı “üslubun kötü” diyen insanları hayatınızdan çıkartın – hiçbir şey kaybetmezsiniz). Maalesef ne zaman “bu konuda işe başlamadan önce, şurada şoyle bir hocamız/arkadaşımız var; ona da bir fikir danışalım” dedigimde bizim insanımız tarafından çok sallanmadıgımı gördüm. Oysa o insanlar, Ingiltere gibi dünyada en üste oynayan ve inanılmaz bir rekabet ortamı olan bir ülkede bir akademisyen/araştırmacı olarak çok başarılı olmuşlar. Başarılı olmalarını saglayan en önemli faktörler de, tipik Türk insanının aksine, (i) bir işe başlamadan önce ön-çalışma/araştırmaları yapmaları ve gerekli rapor/makaleleri okumaları, (ii) kendilerine en iyi şekilde yardımcı olabilecek insanları tespit etmeleri, ve (iii) kendilerini devamlı geliştirme ve yenileme adına sistematik bir yaklaşım/metot geliştirmeleri. Bu sayede hem başarılı oluyorlar, hem de uzun vadeli projeler üretebiliyorlar. Yani kendilerinden ögrenecegimiz çok şey var.

Ozellikle bizim insanımızın “ben yapayım” hastalıgı, birçok işin yarım-yamalak ve/ya da kısa vadeli bir vizyonla yapılmasına sebep oluyor. Sadece işler sarpa sardıgında çıkıp sana geliyorlar; sen de, içinden kızsan da, yine insaniyet namına kendilerine yardımcı oluyorsun. Aslında onlara da bu sayede kötülük yapıyoruz çünkü sen işi düzeltince, yaptıkları hatalardan ders almıyorlar ve bir süre sonra yine eski hallerine geri dönüyorlar. Yine ne arayan var, ne de bir fikrini soran.

Read Full Post »

“Dün akıllıydım, dünyayı değiştirmek istedim. Bugün bilgeyim, kendimi değiştiriyorum.” Mevlâna Celâleddin-i Rûmî (k.s.)

Bana karşı hüsnü-zan besleyip, kendisini geliştirmek isteyen genç arkadaşlarım arasında bana “gurbette ve bu genç yaşında nasıl böyle başarılı oldun?” diye soranlar oluyor. Kendi fikirleridir; ben de çapım yettigince verdigim cevapları burada paylaşmak istiyorum:

Onlara, başarı konusunda benim direk gayretlerimin dışında – örnegin konu hakkında gerekli kitap/makaleleri okumak, kendine güvenerek, (zor görünse de) işten kaçmamak, işleri aceleye getirmemek, dogru insanlarla çalışmak, senden daha bilgililere saygılı olmak, gece-gündüz çalışmak, organize olmak – elimden birşey gelmedigini, fakat kanaatimce bunların dahi (sürekli) başarı için yeterli olmadıgını söylüyorum.

Bizler, Allah’a inanan insanlar olarak hiçbir zaman (haşa!) Allah’ı ‘denklem dışı’ (ingilizcesi “out of the equation”) bırakamayacagımızı, gayret bizden olsa da başarıyı nasip edenin O olacagını unutmamamız gerektigini söylüyorum… Bunun içinde O’nu hoşnut etmenin, en az yapacagımız *fiili dualar (üstte saydıklarım gibi) kadar önemli oldugunu söylüyorum…

Bu konuda çok ilmi olan (ya da ‘rol model’ olabilecek) bir insan degilim fakat O’nu hoşnut etmenin formülü belli (hepsini çapımız yettigince ihlaslı ve sürekli olacak şekilde): Farz ibadetler; (özellikle büyük) haramlardan kaçınma; kişisel dualarımız; anne-baba-sevenlerimizin duası; etrafımızda Allah rızası için yapılacak işler varsa elimizi taşın altına sokmamız; O’ndan başkasının önünde egilmeme; ‘büyük’ konuşmama/haddini bilme; kanaatkar olmak ve diger insanların hakkına (bilerek) girmemek; maddi/manevi fedakarlıklar yapmamız; her işimizi istişareyle yapmamız; sadece paramızın degil, ilmimizin de zekatını vermemiz; içimizde **kibir-haset-kin duygusu beslemememiz; (mümkün oldugunca) abdestsiz dolaşmama; hem fiziken, hem manen temiz yaşama(ya calışma); işine her zaman Besmele ile başlama (liste daha da uzatılabilir!)… Zor gibi görünüyor; fakat başarıya giden hiç bir yol kolay olmadı, hiç bir zaman olmayacak da!

Cünkü benden daha akıllı, maddi imkanları daha fazla olan veya tanıdıgı daha çok olan nice insanın, ***nasipsiz olmasından dolayı başarısız oldugunu (ya da işlerinin planladıkları gibi gitmedigini) gözlemledim. Anladım (ve gözlemledim) ki bir çogunun ya manevi duasında, ya da fiili duasında sorun var. Aynı hataya bende düşmek istemedim. Cok şükür Allah beni – gerek dogru insanlarla tanıştırarak, gerek hayırlı kapılar açarak tabir-i caizse hep dört ayak üzerine düşürdü; ve hiç utandırmadı! Eminim ki kendi çapım yettigince dogruları yapmayı sürdürdükçe de utandırmayacak!

Evet şu ana kadar hayatımda hangi işe giriştiysem (e.g. akademik, maddi, manevi, sosyal), çok şükür hep başarılı oldum, kimseye muhtaç kalmadım. Bu konuda Allah’a ne kadar şükretsem azdır. Ben kendimin şahsen bu başarıları hakedecek bir insan olmadıgımı çok iyi biliyorum; fakat Allah şahit, gayretliydim. Her işimi dürüst yapmaya ve kendimi hep geliştirmeye çalıştım. Kendime göre ortada yapılması gereken bir iş gördümse, elimi taşın altına soktum. Bedavaya calıştıgım bu işlerde dahi kıskananlar oldu! Ben yinede kalbimde kimseye karşı kötü birşey beslemedim. Bana karşı haset/saygısızlık edenlerle dahi, tartışmaya girmemek için dilimi tuttum. Işime-gücüme baktım. Insanlar (özellikle ögrenci kardeşlerim) kendilerini geliştirsinler diye kendi zamanımdan feragat edip, onlara ders verdim; tezlerini düzelttim; dua ettim; çapım yettigince nasihat ettim. Başkalarının başarılı olmasını istedim; olunca gururlandım, fakat ne yazık ki (ailemi saymazsam, sayısı az birkaç babayigidin dışında) benim başarılarıma sevinen az insan tanıdım. Haset ve kin insanın kendisini yakar-bitirir, o yüzden bu tiplere nefret etmek yerine hep acıdım ve “Allah ıslah etsin” diye dua ettim…

Başarı(lar)dan sonra, bu başarıların daim olması içinde başarıyı nasip edeni hiç bir zaman unutmamamız lazım! “Ne oldum degil, ne olacagım demeli” sözünü aklımızdan çıkarmadan… Ayrıca bizim başarılarımızda agzı dualı anne-baba-sevenlerimizin hiç mi payı yok? Ogretmenlerimizin hiç mi payı yok? Arkadaşlarımızın hiç mi payı yok? Bizim bugünlere gelmemize vesile olan ata-şehit-gazilerimizin hiç mi payı yok? Allah hepsinden ebeden razı olsun! Başarımızı paylaşmak bir erdem degil, onların hakkıdır!

Dua ile…

Hz. Ebubekir (r.a.) efendimiz bu sözü demiş midir bilemiyorum. Saglam bir kaynak bulamadım. Fakat ona yakışır bir sözdür! Ilim peşinde koştugunu iddia eden bizlerde, cahillerin pervasız laflarına, dik duruş sergiledigimiz için
Hz. Ebubekir (r.a.) efendimiz bu sözü demiş midir bilemiyorum. Saglam bir kaynak bulamadım. Fakat ona yakışır bir sözdür! Ilim peşinde koştugunu iddia eden bizlerde, cahillerin pervasız laflarına, dik duruş sergiledigimiz için “dostlar” kaybetmemize, birilerinin el-etek-ayagını öpmedigimiz icin kaçırdıgımız maddi kazançlara aldırış etmeyip, yolumuza hiç momentum kaybetmeden (ömur boyu fedakarca) devam etmemiz gerekiyor! Süphesiz Allah bizleri ihlaslı oldugumuz sürece, utandırmayacaktır!

*Aslında çogumuzun sorunu tembellik. Fakat bu paylaşımda sözlerim (umutsuz vaka olan!) tembellere degil, gayretli oldugu halde başarı nasip olmayanlaraydı… Ayrıca gözlemledigim kadarıyla, burada söylediklerim büyük çogunlukla sadece müslümanlara uygulanabilir. Gayri-müslimlere Allah gayretleri ölçüsünde (dünya namına) başarı vermektedir, fakat (gözlemledigim kadarıyla) aynı denklem müslümanlar için geçerli degildir… Yanlışsam, Allah affetsin! Dogruyu göstersin! Amin!

**Kibir (ve haset) insanı yakar bitirir. Ben insanlara karşı mümkün oldugunca (çapım yettigince) kibirlenmemeye calışıyorum, fakat bir istisnai durum var. Kibirli insanlara karşı kibrin ‘sadaka’ oldugunu Efendimiz (S.a.v) söylüyor. Kalbinde kibir olmadan, zahirde kibirli gözükme… Cünkü kibirli bundan anlar! Sen nezaket gösterdikçe daha da tepene biner; daha da azar!

Hasedin oldugu yerde ise uhuvvet olmaz; uhuvvetin olmadıgı yerde ise (sürekli) başarı olmaz!

***Burada kastettiklerim sadece dünyevi manada her gayreti gösteripte başarılı olamayan müslümanlardır. Hem dünyevi, hem uhrevi manada (çapı yettigince) gayret edipte başarılı olamayanlara ise Allah bu işinde/alanda başarısızlık verse dahi, baska bir işte/alanda daha çok başarı vermek istemektedir. Halk arasında “hayırlısı neyse o olsun!” duası/temennisi bu manada çok anlamlıdır. Evet, insanın bazen gönlünden (hayatının o zaman biriminde) birşey geçer, fakat Allah bizler için daha iyisini hazırlamıştır da haberimiz yoktur! O yüzden bazen başarısızlık, bir mesajdır; ve insan bu mesajı (özellikle istişare yaparak!) dogru okumalıdır!

Hangisiyiz?
Hangisiyiz? Iş ahlakı başka birşey…

Ek: Allah, bizleri gayretli oldugumuz ve birbirimize maddi/manevi sahip çıktıgımız sürece (en büyük sorunumuz!), imtihan icabı biraz sıkıntı çektirse de eninde sonunda hem dünya, hem ahiret’de memnun edecektir! Bundan hiç şüphem yok!

Olaylara uhrevi açıdan bakacak olursak, çogumuz Allah’ın yaptıgımız sevapları ödüllendirip, işledigimiz günahlardan bizi sorguya çekecegini idrak ediyoruz; fakat yapmadıgımız sevapların kötü amel olarak, işlemedigimiz günahların da iyi amel olarak karşımıza çıkacagını unutuyoruz çogu kez… Ortada yapılacak bir iş var ve elimizi taşın altına sokmuyorsak, bunun bir gün karşımıza çıkacagından hiç şüphemiz olmasın!

Ek-2: Bazı insanlara çok iyilik/fedakarlık yaptım, fakat karşılıgında hiç bir vefa görmedim. Yardımdan (yani menfaat bittikten) sonra selam-sabahı kesenler dahi oldu! Ben Allah rızası için yardım ettim veya ettigimi iddia ettim, en azından ettigime inandım! Fakat sürekli almadan vermek Allah’a mahsustur. Hiç birimizde de peygamber feraseti, fedakarlıgı ve iman seviyesi olmadıgı için, böyle durumlar karşısında kalbimizin kırılmaması bazen elde olmuyor. Fakat birkaç kişide gözlemledigim ve hayretler içinde izledigim bir olayı anlatmak isterim: Kendisine yüzlerce pound/sterlin yardım ettigim birisinin, hiç bir yerde bundan bahsettigini görmedim, duymadım; zaten normalde duymakta istemem. Fakat aynı kişinin başkasının nispeten onda birlik yardımını her yerde anlattıgını ve bundan dolayı o kişiyi yere-göge sıgdıramadıgını duyunca, hayıflanmadım degil… Sonra bu tarz olaylar (farklı kişilerle) bir degil, birkaç kez olunca anladım ki, eger ben bir işi Allah rızası için yaptıgımı iddia ediyorsam, Allah belki de sadece kendisinden beklemem gerektigini bana hatırlatıyor; ve bana direk kendisi nimeti vermek istiyor. Başkasına izin vermiyor! Onu anladıgım günden sonra, insanlardan yaptıgım iyilik/fedakarlıklar karşılıgında selam dahi beklemedim. Fakat ben O(c.c.)’ndan bir istediysem, bana on nasip etti! Allah’ın izniyle bu düsturumu sürdürmeyi devam etmek istiyorum… Sizde edin!

Read Full Post »

Older Posts »