Feeds:
Posts
Comments

Posts Tagged ‘children’

Arkada tema olarak düşündüğüm müzik tarzı: Gats – Susumu Hirasawa (Berserk Anime)

Subtitle: Çocuklar her şartta çocukturWhatever the circumstances, kids remain kids

Blurb by ChatGPT: ‘Çocuklar ve büyükler’ (Kids and adults) weaves a touching series of vignettes—from a high-stakes Subbuteo (‘finger’ football) tournament ending in a surprising interruption to bittersweet scenes in a ramshackle park—centered around the character İshak (Isaac), a well-cultured, stoic and compassionate young adult who also has a cheeky side


Bölüm 1: Subbuteo turnuvası (Bölüm 0’dan ~iki yıl sonra)

Kanları Testosteron dolu bir grup genç, bir sınıf odasında Subbuteo adında bir parmak futbolu oyunu oynuyorlar:

(Turnuvanın grup aşamasında)

Mesut (Numan’ı yendikten sonra, Erol Büyükburç’tan esinlenerek): Beni göz ardı etmeyin! Ben buradayken benim ağırlığıma göre hareket edin! Gelmiş-geçmiş en büyük Subbuteo oyuncusuyum ben!

Arif (Furkan’a karşı): Ya Allah! Bismillah! Şuuuut… ve direk! Ah be!

Esat (Yavuz’a karşı): Bu sefer elimden kurtulamazsın! Al sana 3-0!

Mesut (Gerzek Şaban’dan esinlenerek): İhsan sen bir sus Allah rızası için! B*kunu çıkarıyorsun! (Gülüyorlar) Gülenler de sussun (Kahkahalar)

Muhsin: Golleri yiye yiye obez oldun be Osman’ım!

Esat: Hay ağzını kırayım! Yine elendik!

Mesut (Penaltı esnasında, Yedi Bela Hüsnü’den esinlenerek): Şimdi kalecini laciverde boyadım Muhsin!

Muhsin (İhsan’a karşı): Bu ne arkadaş? Gol atmaktan yoruldum yemin ederim!

Mesut (Hakem İshak’a, Yılmaz Vural’dan esinlenerek): Hoca bitir hoca! Kaç dakika kaldı?

(Furkan, Muhsin, Yusuf ve Mesut gruplarında ilk ikiye kalıp, Yarı finale çıkmaya hak kazanıyorlar)

Yarı final maçında Hakem İshak: Gençler biraz sakin! Anlıyorum; kazanmak istiyorsunuz fakat birbirinizi kırmaya değmez!

(Birkaç dakika sonra)

Muhsin: İşte bu be! Böyle yenerler işte! Yusufcum seni kenara alalım da finale hazırlanayım ben…

Yusuf: Muhsincim tebrikler ama cıvıklaşma istersen…

Gruplarda elendikten sonra kendi kendine anonsçu rolüne soyunan Yavuz: İlk defa para ödüllü, 4.ncü Subbuteo turnuvası finaline hoş geldiniz! Bir tarafta son iki yılın şampiyonu, Subbuteo efsanesi, rakiplerinin korkulu rüyası, karizmatik, sempatik, akıllı, ahlaklı, entelektüel, ‘Per Aspera Ad Astra’, ‘Memento Mori’ ve ‘Amor fati’ felsefelerini tüm kalbiyle benimsemiş, ve genç kızların hayali: Furkan! (Herkes alkışlıyor; oley çekiyor)

Furkan: “Ulan Yavuz! Ben bile gaza geldim!” (Herkes gülüyor)

Diğer tarafta da terden leş gibi kokan, dünyanın en gıcık suratına sahip, üçkağıtla ve balına kendini finalde bulan Muhsin! (Islık ve ‘yuh sesleri arasında)

Muhsin: “Hadi lan! Balınaymış!”

İshak: “Gençler! Hadi artık! Yerinize…”

Furkan v Muhsin’in Subbuteo maçı. Kaynak: ChatGPT kullanarak oluşturulmuştur – fakat update edeceğim ve önerilere açığım

Çekişmeli geçen bu şampiyonluk maçının son dakikalarında skor berabereyken Muhsin bir penaltı kazanıyor ve hızlıca golü atıyor. Muhsin’i (biraz da haklı sebeplerden!) gıcık bulan diğerleri – yaşça büyük ve maçın hakemi olan – İshak’a Muhsin’in penaltıyı Furkan hazır olmadan kullandığını söyleyerek itiraz edince, penaltı tekrarlatılıyor. Muhsin çıldırıyor ve seyirciler arasında en çok itiraz eden Osman’a: “Sana attığım 5 golün acısı sürüyor anlaşılan. Kapa çeneni!” (“Oooo!” sesleri)

Osman: “Sen bu kafayla devam! Hadi Furkan sustur şunu!”

Penaltının tekrarında ise Furkan (farkında olmadan kalecisini çok az çizgisinden çıkararak) penaltıyı kurtarıyor. Hakem, Muhsin’in çıldırmışça itirazına “biraz sakin olman lazım artık. O kadar çıkmak normal” deyip penaltıyı bu sefer tekrarlatmıyor. (Herkes sevinç çığlığı atıyor)

Muhsin bir an kendini kaybediyor ve kendine has (ve odadaki herkese gıcık gelen) ses tonuyla:
Cennetle cehennem maç yapmış! Şeytan “Boşuna oynamayalım, biz kazanırız!” demiş. Melekler de, “Olur mu? En iyi futbolcular bizde…” demiş. Şeytan “Ama hakem de bizde!

Hep bir ağızdan: “Muhsin azdı yine! At şunu oyundan İshak abi!”

Herşeye rağmen İshak Muhsin’i tekrar uyarıyor, itirazları uzayınca da kırmızı kartla diskalifiye edip, şampiyonluğu Furkan’a veriyor. Muhsin de İshak’a “senin gibi hakemin!” diyor ve Furkan’ı itip, ortalığı velveleye veriyor.

Bu ufak itiş-kakış sırasında binaya bir bomba düşüyor…

Görünen tek şey toz bulutu… Duyulan tek ses kulak uğultusu… Alınan tek koku da yıkıntı kokusuydu…

Gençlerden biri ağlayarak: İshak abi! Duyuyor musun beni!?

Sesimi duyan var mı?

Kendimi iyi hissetmiyorum…

Sesimi duyan yok mu?


Bölüm 2: Parkta (Bölüm 1’den ~1.5 yıl sonra)

Yarısı yıkık-dökük, yarısı da yeni inşa edilmiş bir mahallenin parkında 10-15 çocuk oynuyor: Birinin yüzü, diğerinin ayağının yarısı yanmış… Bir kolu olmayan bir çocuğu da annesi oynatıyor… Bir yetim genç de kenardan onları izliyor hayran bir şekilde…

Etrafında fır dönen (Newton, Spithead ve Luna adında) üç kedisiyle İshak da elindeki aletler ve sağdan-soldan bulduğu malzemelerle parktaki araç ve oyuncakları tamir ediyor.

İshak ve parktaki çocuklar. Kaynak: ChatGPT kullanarak oluşturulmuştur – fakat update edeceğim ve önerilere açığım

Kenarda duran yetim gence İshak: “Gel hadi Muhsin; durma orada! Yardım et bana!” diyor tatlı bir şekilde. Muhsin, İshak’ın çırağı gibi oluyor zamanla… Hatta, beraber yeni kaydırak, tahterevalli, monkey bar/tırmanma demirleri ve salıncaklar yapacak kadar ustalaşıyorlar.

Zamanla, yan mahallelerde yaşayan zengin ailelerin çocukları da bu parkta oynamaya başlıyor ve park iyice kalabalıklaşıyor.

Yine kalabalık bir günde altı çocuk aynı anda salıncağa binince salıncak kırılıyor ve çocuklar yaralanıyor. Zengin mütevellilerden biri bunun sorumlusu olarak görülen İshak’a bir tokat atıyor.

Birkaç gün sonra adam özür diliyor ve çocuklarının bu parkı ve kendisini çok sevdiklerini söylüyor – ve İshak ve çırağına biraz harçlık veriyor. İshak başta kabul etmese de zorlayınca kabul ediyor. Parkı düzgünce yenilemesi için İshak’a malzeme ve yeni alet parası da veriyor.

Kısa sürede park güzelleştikçe çocuk sayısı daha da artıyor. Çocuklarının artık oyuncaklara binmek için sıra beklediğini gören adam çocuklarına özel muamele göstermediği için İshak’a kızıyor ve kendi çocukları oynarken diğer çocukların binmesini engellemesi için günlük para teklif ediyor.

İshak, annesinin ısrarlarıyla birkaç gün o adamın çocuklarına özel muamele göstermeyi denese de sonrasında vicdanı el vermiyor ve teklifi reddediyor.
Adam: “Ulan insana benzediniz sayemde! Şimdi gelmiş bana dayılanıyorsunuz!

İshak: “Teşekkür ederim abi ama burası herkesin hakkı – kimseyi kovamam. Verdiğiniz giysileri de geri vereyim”

Adam: “İstemez; ne halt yerseniz yeyin – biz gidiyoruz!

Adam da birkaç gün içinde evinin bahçesine kendi parkını yaptırıyor ve çocuklarının ilişkisini kesiyor.


Bölüm 3: Yeniden başlıyoruz (Bölüm 2’den birkaç ay sonra)

İshak son cıvatayı da çevirdikten sonra, nefeslenip:

“Muhsin bak bugün ne buldum!”
“Aaa Subbuteo! Ronaldo’yu bulmuşsun abi! Furkan hep onu seçerdi forvette!”

“Al senin olsun…”
“Sağ ol abi!” (Gözleri dolar)

“Bir de eski evimizin enkazında bak ne buldum! Hem de kutularca! Rahmetli babam aldı sanırım benden habersiz…” – Elinde birkaç yıl önce yazdığı ve bir süre ‘Best Seller’ olan komik anı kitapları… Büyük bir kısmı yırtık ve yanık halde…

(Bir sessizlik olur… İkisinin de gözleri dolar)

(Şakacı ses tonuyla) Muhsincim, şu ‘dömitas’ kaşığını uzat da kahvemize biraz şeker ekleyelim.

Anlamadım abi. Çay kaşığı mı istedin?

Mon Dieu! C’est terriblé! Anlamazsın tabi cahıl. Çay kaşığı şu biraz daha büyük olanlar; ‘Dömitas’ en küçük olanlar. Kahve kaşığı olarak kullanılır medeni dünyada…

İshak’ın bu şakalaşmalardan sonra keyfi yerine gelir ve mutlu bir şekilde çocuklara dönerek: ‘Hadi bakalım! Dönme dolabı ilk kim denemek ister?’ der ve yeni yaptığı dönme dolaba oturan dört çocuğu çevirmesi için Muhsin’e sinyal verir…

İshak’ın yeni dönme dolabını deneyen çocuklar ve Muhsin. Kaynak: ChatGPT kullanarak oluşturulmuştur – fakat update edeceğim ve önerilere açığım

(Dönme dolap herkesin ilgisini çeker ve uzun bir sıra oluşur)

Muhsin (kısık sesle): Abi biliyor musun? O adam sana tokat attığında çok ağrıma gitmişti ve o günün gecesi onu öldürme planları yapmıştım. Sonra ruh haletim değişti ve çaresizliğimizi düşünüp, kendimi öldürmeyi düşündüm.

Fakat – Allah’a şükürler olsun ki – vazgeçtim. Tek sebebim de seni yalnız bırakmamak ve üzmemekti. İyi ki varsın!

İshak: Sen de iyi ki varsın! Allah’ın izniyle her zaman yanında olacağım!

(Muhsin ağlar. İshak’ın da gözleri dolar. Sarılırlar)

İshak: Benim sinirlendiğim veya üzüldüğüm zaman açıp-baktığım bir defterim var – içinde bana huzur veren Ayet, Hadis ve güzel sözlerin olduğu… Bugün de baktım ve Efendimizin (SAV) vefatının hemen ardından yaşanan hadiseleri not ettiğim sayfa gözüme takıldı. Hz. Ömer aldığı vefat haberinin ardından yaşadığı büyük üzüntü ile etrafında tartışan insanlara “Muhammed öldü diyenin kafasını keserim” diyor. Orada bulunan Hz. Ebubekir de arkadaşına çıkışmak yerine her zamanki gibi aklı-selim davranıyor ve önemli birşeyi hatırlatıyor: “Her kim Muhammed’e (SAV) tapıyorsa, bilsin ki, O ölmüştür. Her kim de Allah’a ibadet ve kulluk ediyorsa bilsin ki, Allah Hayy’dır, ölümsüzdür”.

Allah bize her zaman destek olacak ve doğruyu hatırlatacak insanlarla tanıştırsın inşallah!

Muhsin: Amin abi! Allah’a ne kadar şükretsem azdır!

İshak: Çocukları iyi eğlendirdin bugün! Allah razı olsun!

Muhsin: Sence ileride bir tema parkımız da olur mu abi?

İshak: Ne diyorduk hep?

Beraber: Per Aspera Ad Astra!

İshak, göğe bakarak: Sağlığımız yerinde, sevdiklerimiz yanımızda olduktan sonra neden olmasın? İnşallah olur!


Bölüm 0: İshak hakkında (Bölüm 1’den ~iki yıl önce)

İshak elitlerin oturduğu bir masada buluyor kendini. Kocaman masada belki 30 kişi var ve hepsi birbirinden şık. Önünde de en az on çeşit çatal, kaşık ve bıçak var. Garsonlar ellerinde yemeklerle belirince, karşıdan bir hanımefendi Fransızca “Demitasse si vous plait (Dömitas lütfen) diyor. Liseden kalma Fransızcasıyla kendisinden “Dömitas” diye birşey istediğini anlıyor fakat ne olduğunu bilmediğinden kadının gösterdiğini düşündüğü çatalı nezaketen uzatıyor. Kadın anında “Mon dieu! C’est terriblé(Aman Tanrım! Ne korkunç!) diyor ve tüm oda onun cahilliğine hunharca gülüyorlar.

Babasının bağırışıyla bir anda uyanıveriyor… Rüyaymış meğer!

İshak gece Güneydoğu Asya gezisinden çok yorgun geldiği için yeyip-içtiklerini topla(ya)mamıştı; sonra da kulaklığında Barış Manço’dan Dönence loopa girmiş şekilde salonda sızmıştı…

Hoş geldin beyefendi! Dün Handan Hoca kapımıza dayandı ve ‘Sizin oğlan bizim kıza kötü bir laf etmiş. Sizin gibi anne-babanın oğluna hiç yakışmıyor. Lütfen uyarın!’ dedi! Yerin dibine girdik senin yüzünden!

“Kötü birşey demedim; alındı gereksiz şekilde! ‘İyi görünmüyorsun. Hasta mısın?’ dedim sadece! Asıl onların bana özür dilemesi gerekiyor. Betül annesine gidip “Anne! İshak bana ‘Hasta mısın?’ dedi” deyince, Handan Hoca ‘Kızım o kendi hasta!’ dedi. Hoca beni dinlemeden kendi kızını kayırdı.

“Neyse ne! Hocandan ve Betül’den özür dile yarın!”

“Bu arada benim Patek Philippe ve Rolex’ler yerinde yok. Bir yere mi koydunuz?”

Anne ve babası her yere baktı ama bulamadılar. İshak o an anladı: havaalanından beraber geldiği taksici ona “İshak Kervancı; ünlü iş adamı Bayram Kervancı’nın oğlu musun yoksa?” diye sormuştu… Gelirken taksici uykusuzluktan devamlı şeridinden çıktığı için İshak ona kenara çekmesini söylemiş; sonra da yol üzeri bir istasyonda kahve ısmarlamıştı. Eve varınca da davet edip, atıştırmalık birşeyler hazırlamıştı. O ara taksici Şeytan’a uyup, saatleri almış olmalıydı. O karanlıkta taksi şirketine vs. de dikkat etmemişti.

Babası Bayram Bey: Ne yaptın? Ne yapn! Allah senin belanı vermesin! Gözüm görmesin seni!

Bir sessizlikten sonra: Harçlığını da kestim bu itin! Gitsin nereden kazanıyorsa kazansın!

(Bayram Bey ‘it’ lafı ağzından çıkar çıkmaz oğluna aşırı tepki verdiğini düşündü fakat o an gururuna yediremedi ve yavaşca odasına çekildi)

Annesi Ayla Hanım: Ah oğlum. Tanımadığın insanları neden eve alıyorsun?

İshak iyi kalpli oldugu kadar çalışkan ve yetenekli de bir gençti. Babası ve annesine hiç laf etmedi ve direkt mahallede iş bulabileceğini düşündüğü birkaç dükkana uğradı. Daha önce hiçbir işte çalışmamıştı…

Mahallenin kebap dükkanına geldiğinde dağıtılacak broşürlerin olduğunu ve birini aradıkları söylüyorlar. İshak da hemen kabul ediyor.

‘Şu iki kutu broşürle başla bakalım.’

Kaldıkları mahallede birçok ev bahçeli olduğu için broşürleri at at bitmiyordu. Broşür atmaya gittiği evlerin birinde onlarca genç kahkaha atıyor, eğleniyordu. Bir parti havası vardı. Birden İshak’ı görünce, herkes ona baktı. Elinde broşürleri görünce de gülmeye başladılar. O da ‘bu hıyarlara inat posta kutusuna birkaç tane atayım’ derken, kutuya kısa süreliğine eli sıkışıyor ve çıkarmaya çalışırken duyduğu kahkahalar hala kulağında çınlıyor.

Bir defasında da kadının biri İshak tam kapıdan içeri broşürü atacakken kapıyı açıp, broşürü elinden alıyor ve gözünün içine bakarak çöpe basıyor.

İshak bu ve (köpeklerin kovalaması gibi) benzer gurur kırıcı olaylardan sonra karar veriyor: bu işi bitirdikten sonra bir daha broşür dağıtmayacaktı. Bu paraya bu meşakkat değmezdi…

Ayrıca parasını almaya gittiğinde de dükkan sahibi müşterilerin birinin şikayet ettiğini söyleyip, yarı para vermişti.

O paranın bir kısmıyla bakkaldan bir sandviç aldı. Bakkalcı, yorgun görünen İshak’a ‘yanına bir içecek al benden’ deyince morali biraz yerine gelmişti. O sırada onu gören yakın arkadaşı Yaşar Akif, hal-hatırını sorduktan sonra ‘o bakkal parasızlıktan yakında kapanacak; ondan bedava şeyler veriyor’ deyince, İshak adama yardımcı olmak için dükkana bir daha giriyor ve cebindeki tüm parayı gizlice tezgaha koyarken bakkalcı onu yakalıyor.

“Ulan hırsız; napıyorsun burada?! Bırak aldığın paraları!”

“Abi yanlış anladın! Bu benim param – sana verecektim!”

“Yürü; karakolda anlatırsın derdini!”

Babasını arayan polis, durumu anlatıyor ve bakkalcının bir ücret karşılığı şikayetini geri çekeceğini söylüyorlar. Babası da işler büyümesin diye bakkalcıyla anlaşıyor. Yaşar Akif polislere ve Bayram Bey’e durumu anlatmaya çalışsa da İshak mahallede rezil oluyor. Babasının gözünden bir kez daha düşüyor.

Yaşar Akif İshak’ın bu haline üzülüyor ve bir çay ısmarlıyor. Laf arasında Fikri adında bir arkadaşının komik bir podcast için yanına bir co-host aradığını söylüyor. Normalde de kıvrak zekalı, cool ve komik olan İshak Fikri’ye ısınıyor ve beraber ‘Fiko ve Ayzek Şov’ adı altında birkaç bölüm çekiyorlar:

İshak: Bir defasında beraber kaldığımız arkadaşlardan biri yanıma geldi ve “Print etmek istediğim 1-2 sayfalık bir doküman var; okuldan bir hallediver be!” dedi

Ben de “Olur; emaille yolla; akşam getiririm” dedim

Bana emaille şey yazmış: “Dostum sana 3-5 sayfalık bir doküman yollarım demiştim. Ekteki 6-7 sayfalık dosyayı print edip, getirebilirsen sevinirim. Sağ ol!”

Ekteki dosya: 9 sayfa! (gülüyorlar!) Nezaketen print ettik ne yapalım? Bir de – yüksek ihtimal benim yüzümden – İnsan Kaynakları’ndan email geldi herkese print işlerini azaltalım diye (gülüyorlar)

(Fikri gülerek) Başına ne geldiyse iyiliğinden gelmiş be İshak!

Yok; öyle demeyelim! Bunlar ufak şeyler! O an yaşarken komik olmuyor belki ama geri dönüp, anlatınca gülümsetiyor.

Komik hikaye demişken bunu da anlatayım: Belki hatırlarsınız… Bundan bir-iki yıl önce Yozgat‘tan bir vaşak videosu paylaşılmıştı haberlerde. Bana göre dünyanın en güzel hayvanı… Belki canlı görürüm diye hemen yola koyuldum. Gitmişken oradaki Roma Hamamı ve Kerkenes Harabelerini de gezmiş olurum dedim. Normal şartlarda uçakla giderim tabi – bilmeyenler varsa, şükür, (gülerek) peder sağ olsun, maddi durumum iyi arkadaşlar – fakat o haftaki hava şartlarından dolayı İstanbul’dan Yozgat’a otobüsle gitmek zorunda kaldım. İstanbul’da yanıma genç bir asker oturdu. Otobüste de koltuğun önünde dokunmatik televizyon vardı. Baktım asker arkadaş kullanmasını beceremiyor, yardımcı oldum kendisine. Yardım edince onlarca kez teşekkür etti ve hemen kaynaştı benimle. Sonra da ‘Müzik’ kısmına girdi ve Volkan Konak’tan “Yarim Yarim” şarkısını açtı. Bir oldu, iki oldu, on oldu; şarkı aynı. Değiştirmiyor! Yolu yarıladıkça insanlar inmeye ve otobüs boşalmaya başladı. Fakat bizimki ne iniyor, ne de boşalan yerlere geçiyor. Meğer o da Yozgat’a gidiyormuş. Allah’in işi! Kaderde on saat boyunca sıkış pıkış ‘Yarim Yarim’ dinlemek varmış! (Gülüyorlar)

İshak başından geçen bu ve benzeri trajikomik olayları anlattığı bu podcastle mahallede ve geniş çevresinde tekrar gözde olmaya başlayınca, haberler babasının da kulağına gidiyor ve İshak’la araları düzeliyor. Ayrıca İshak bu komik anılarını kısa bir kıtap olarak bastırıyor ve şehirde ‘En çok satanlar’ listesinde kendisine yer buluyor.

İshak babasıyla arası iyiyken, bunu fırsata çeviriyor ve Fikri’yle uzun zamandır getirmek istedikleri ünlü bir komedyenin konuk olarak katılması için babasından menajeriyle anlaşmasını rica ediyor.

Babası oğlunu yine kıramayıp, yüksek bir meblaya komedyeni konuk olarak getirttiyor:

Komedyen: Ben işletme mezunuyum; ailede üniversite mezunu tek bendim o zamanlar. Yoğunluktan, mezuniyet töreni için kep ve cübbeleri alsın diye benim kardeşi yolladık. Bir de ne görelim, hıyar giymiş de gelmiş. “Abi çok güzelmiş bu” diyor! Zor ikna ettik çıkarsın diye! (Gülüyorlar)

O gün birkaç yabancı arkadaşın ailesi de mezuniyet için oradaydı. Babam biriyle uzun uzun ve devamlı gülerek “Yes, yes” dediğini gördüm. Yanlarına gelip, ben de birkaç kelime ettikten sonra babam bana dönüp, “sabahtan beri ne diyor lan bu lavuk?” demez mi? Adamın da biraz Türkçesi varmış; rezil olduk! (Gülüyorlar)

Ama ailedeki tek mezun olmak bayağı havalı birşey. Bazen kendi kendime – ayağım yere bassın, fazla uçmayayım diye – “Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var!” diyordum (Gülüyorlar)

Bu arada beni götürdüğünüz kebapçı bayağı iyiydi. İlginçtir; bir ustanın kebabının tadıyla eğitim seviyesi ters orantılı oluyor. Bu abi de iki kelime yanyana getiremiyordu ama kebabı efsaneydi!

İshak: Her zaman geçerli değil gibi abi. Bizim Arif okuma-yazma bilmiyor ama kebabı leş gibi! (Gülüyorlar) Arif demişken komik bir anımı anlatayım: Geçen Arif’le yolda karşılaştım: “Abi, ben karar verdim; Elif’le evlencem” diyor. Ben de “Hadi hayırlı olsun! Senin istemen yeterli tabi – sen karar verdiysen bitmiştir bu iş!” dedim. (Gülüyorlar) Ama laf dokundurduğumu anlamadı – “Sağ ol abi” diyor. (Gülüşmeler devam ediyor)
Neyse beraber yürüyoruz merkeze doğru… Bir anda şaşırtıcı derecede okul, iş-güçle ilgili akıllı akıllı konuşmaya başladı. Laf, lafı açtı ve konu ekonomiye geldi. “Bizim kebap sektörü bayağı sıkıntıda… Kar oranlarımız rekabet, ekonomik durgunluk, işçi maaşları ve vergilerdeki artışlardan dolayı bayağı düştü.
Ben ağzım açık dinliyorum bu arada ‘Bu bizim Arif mi?’ diye!
Ama tek sebep bunlar da değil: Örneğin bak burada da bir sürü mobilya dükkanı kapandı son dönemde. Şu aşağıda açılan Subway mahvetti hepsini!”
Kendimi gülmekten zor alıkoydum! Allah’tan, Arif simülasyondaki ufak bir glitch’den sonra fabrika ayarlarına döndü yoksa kendime gelemeyecektim o gün.
‘Neyse boşver mobilyacıları! İşler kesatsa biraz daha broşür dağıttırın bu dönem’ deyip, geçiştirdim… (Gülüyorlar)

Podcast’te herşey iyi giderken, komedyen başından geçen bir hikaye daha anlatıyor. Çocukken köye sık gittiklerini ve bazen tarlalarda tuvaletlerini yapmak zorunda kaldıklarını söylüyor. Bir gün yine tuvaletini yaparken eşeğin biri buna saldırıyor. İshak burada sesli gülünce:

Komik olan ne lan? Travmamı anlatıyorum, sen gülüyorsun! Topallıyorum o günden beri! Hala bir eşek gördüğümde kaçacak delik arıyorum!’

‘Abi yanlış anladın beni; ben komiklik olsun diye anlatıyorsun sandım! Özür dilerim!’

Komedyen ‘Hadi lan!’ deyip, stüdyoyu terk ediyor.

Bunu duyan babası İshak’a yine kızıyor ve hemen menajerini arıyor. Fakat menajer komedyenin çok kızdığını, ödedikleri paranın iade edilmeyeceğini ve bölümü kesinlikle yayınlayamayacaklarını iletiyor kendisine.

Babasının yüzbinlerce lira kaybetmesi İshak’a çok ağır geliyor ve podcast işine ara vermeye karar veriyor ve bir haftasonu okulunda öğretmenlik yapmaya başlıyor.

Bir gün teneffüste çocukların yanında dururken, öğrencilerden birinin oyuncağıyla çikolata-şeker satan otomata vurduğunu görüyor – ve yanına gidip, sorunun ne olduğunu soruyor.

Kız da elindeki paraları göstererek: “Bu kadarım var, fakat bu makine bana çikolata vermiyor”.

“Ama oyuncağına zarar veriyorsun. Değerli birşeye benziyor… Kolu çıkmış; ver düzelteyim..”

(Oyuncağı tamir ettikten sonra) “Elindeki paraları bana ver; alayım ben” – İshak cebindekilerden de biraz ekleyip, çikolatayı alıyor ve kıza uzatıyor. Çocuğa yaptığı iyilikten sonra mutlu mutlu yürümeye başlıyor ki, kız bir anda bağırıyor: “Eee; benim param nereye gitti? Param! Paramı ver!

İshak şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırıyor ve kıza ‘La havle… Sus; bağırma!’ diyor fakat diğer öğretmenler olay yerine bakıp, yaklaşmaya başlayınca olay çıkmasın diye elini cebine atıyor ve eline gelen tüm parayı kıza veriyor.

Sinirlenince veya morali bozulduğunda hep yaptığı gibi cebinden ‘Per Aspera Ad Astra’, ‘Amor Fati’ gibi Latince sözler ve ‘La havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim’, ‘La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin’ gibi Arapça duaların yazdığı kağıdı çıkarıp, bir göz atıyor…

Teneffüs bitince de orta okul yaşındaki çocuklara Subbuteo turnuvası düzenleyeceği için sınıflara doğru yürümeye başlıyor…

Ilgili şarkılar

Rolling Stones – Gimme Shelter
Barış Manço – Dönence

Read Full Post »

This is a post inspired by a question I saw online: Which single public health intervention would be most effective in the UK?

I would like to share my own views on the question although don’t expect anything comprehensive as I don’t have much experience about how an idea can be taken further to impact policy and public health practice.

‘Investigating addiction in the UK’ study. Source URL: http://www.raconteur.net

Something must be done – and fast!

Legend has it that a great chess player travelled to Manhattan to take part in a World Chess tournament. Looking around Central Park, he saw that a crowd had gathered around a street chess player who was offering money to those who could beat him. He decided to give it a go – and after a gruelling match, they shaked hands on a draw. This dented his confidence and ultimately caused him to return to his homeland without taking part in the tournament.

Little did he know that the street chess player was a grand master who wanted to pass time before taking part in the same the tournament.

What has this got to do with a public health intervention? I will come back to it…

From my observations over the last 7-8 years as a scientist studying different common diseases such as diabetes – to which £1 of every £10 of the NHS’s budget is spent on, obesity – which is the major risk factor for heart attacks, and chronic obstructive pulmonary disease (COPD) – currently the third leading killer in the world, it is clear that cheap and effective treatments for these diseases are a long way away. This is not to say that there is no progress as there is tremendous research being carried out on (i) understanding the molecular causes of (e.g. genes, proteins that cause) these diseases and (ii) developing new therapies. The continuous economical costs of treating patients with current state-of-the-art therapies is reaching infeasible levels with a significant proportion being wasted on patients who do not adhere to their prescriptions properly1 and ‘top selling’ drugs being so inefficient that up to 25 patients need to be treated in order to prevent one adverse event such as a heart attack2. These diseases drain the NHS’s budget, cost the lives and healthy years of hundreds of thousands of people and causes emotional distress to the patients and their loved ones. If something is not done now – and quick – latter generations may not have an NHS that is ‘free and accessible to all’ to rely on as the system is already showing signs of failure in many parts of the country3,4 – although costing around 1 in 5 of the government’s annual budget.

Parents need help!

What is also striking about these diseases is that up to 9 in 10 cases are thought to be preventable. Thus, concentrating on prevention rather than ‘cure’ makes most sense as the only economically feasible solution lies here. No single public health intervention is going to solve all the problems that the UK health system faces currently but one thing that has always stared me in the face was how clueless and/or irresponsible most parents are, regardless of which socio-economic stratum they belong to – writing this sentence as I read an article on a teenager who died from obesity after his mother continually brought takeaway to his hospital bed5. The consequence is children living through many traumatic experiences, picking up bad habits and developing health problems due to a combination of ignorance, lack of guidance and toxic environments.

A wise man was once asked: “How do we educate our children?” and he is said to have replied “Educate yourself as they will imitate you”. As a new father, I got to observe first-hand that my child is virtually learning everything in life from myself and my wife. Thinking back, my parents never smoked, did not allow any visitors to smoke in the house, and kept me away from friends who smoked. Their actions were the main factor for myself and my three siblings to never start smoking – although there was pressure from my school friends. Research suggests that this is true across the general population, that is, if parents do not smoke, their children are more likely to become adults who will not either6; if parents prepare healthy food, their children will do too; if parents do not drink or drink moderately, the children will do too; if parents are educated, their children will be too7; and the list goes on… As the only economically feasible hope seems to be prevention, there is no better place to start than educating parents.

Since starting as a researcher at my current institute, I have been to a dozen or so ‘induction courses’, taking lessons on a variety of subjects from ‘equality and diversity’ to ‘fire safety’ to ’unconscious biases’. Although most seemed a bit of a time waster at first, after enrolling to them, I soon accepted that these were important as I did not know how crucial they were in certain situations – situations that are more common than one would think. I would not have attended them if they were not mandatory.

However, arguably, none of these skills that I picked up in these induction courses are as important as being a good parent and helping my children achieve their potential physically, intellectually, psychologically, emotionally and socially. I think it is irresponsible that there exists no mandatory training before people become parents. We as parents are expected to be not just people who keep our children alive by providing for them, but we are also expected to be good dieticians, sleep coaches, pedagogues, psychiatrists, life coaches, friends… Unsurprisingly, many parents are failing horribly as we are not equipped with a solid foundation to guide them properly. The result is: one-third of the population is obese, one-fourth drink above advised thresholds, one-fourth of students report to have taken drugs, one-fifth smoke (noting that vaping is not included in this figure), one-fifth show symptoms of anxiety or depression and up to one-tenth may be game addicts.

To help parents in this long and extremely difficult journey of parenthood, I propose mandatory courses tailored for first-time parents – with exemptions & alternatives available. The specific syllabus and the length of the course should be shaped by pedagogy, public health, psychology, sociology, and epidemiology experts but also by the parents themselves.

In this course parents can:

  1. Be persuaded about the importance of such a course – just as I learned that spending time learning about fire safety was not a bad idea
  2. Be provided with links on where to easily find reliable information (e.g. NHS website)
  3. Learn about the mental and physical health aspects of smoking, drinking alcohol, exercising, eating high sugar content food, pollution, watching TV, reading books, cooking healthy food, mould, asthma triggers, excessive use of social media etc.
  4. Feedback any problems they have to a central panel and make suggestions as to how the course could be improved
  5. Hear about local activities (e.g. ‘Stop smoking’ events, English courses, even events such as Yoga classes)
  6. Receive information about who they can contact if they themselves have addiction problems (e.g. smoking, alcohol, drugs, gambling)
  7. Learn about what to look out for in their children (e.g. any obvious signs of physical and mental diseases, bullying)
  8. Be encouraged to support their children achieve their potential – no matter what background they come from
  9. Be encouraged to offer help in local as well as national problems such as the organ donor shortage, climate change (recycling, carbon emissions), air pollution etc.
  10. Be reminded of the responsibility to provide future generations a sustainable world
  11. Be taught about the relevant laws (e.g. child seat, domestic abuse, cannot leave at home on their own).

I believe if the course is designed with the help of experts but also by parents, the course can be engaging and lead to more knowledgeable parents. This is turn will lead to positive changes in behaviour and a significant drop in the incidence of unhealthy diets/lifestyles, (at least heavy) smoking, substance use and binge drinking – major causes of the abovementioned common diseases. I think to ensure that parents engage and take part in the process, an exam should be administered where individuals who fail should re-take the exam. Parents who contribute to the process with feedback and suggestions can be rewarded with minor presents or a simple ‘thank you’ card from the government itself – a gesture that is bound to make parents feel part of a bigger process. Parents who are engaged in this process will also be encouraged to engage with their children’s education and help their teachers when they start going to school. Parental participation in turn, will positively affect academic achievement and the healthy development of children – a phenomenon shown by many studies8,9. Incentives such as additional child tax credit/benefit and/or paid parental leave for both parents should be considered to increase true participation rates.

These courses can then be accompanied by a number of optional courses where NGOs and volunteers from the local community can offer advice on matters such as ‘how to quit smoking?’, ‘how to find jobs?’, online parenting, English language courses (for non-speakers), and engaging children with local sports teams. I would certainly volunteer to give a session on the genetic causes of diabetes and obesity – and I know there are plenty of academics and professionals (e.g. experienced teachers, solicitors) out there whom would happily offer free advice to those who are interested. There are NGOs providing information on almost all diseases and health-related skills (e.g. CPR, first-aid) and this course would offer a more targeted and cost-efficient platform for them to disseminate their brochures and information on their upcoming events.

Many upper-middle to upper class parents regularly attend similar courses and events – and making this available to every parent would represent another way to close ‘the gap’10. Old problems persist but new ones are added on top such as online gaming, e-cigarettes, FOMO and betting addiction – and the courses can evolve with the times. A government which successfully implements such a course can leave a great legacy as social interventions have long lasting impact and even affect other countries.

One could argue that a course like this should be offered to every citizen at few key stages in their lives (e.g. first parenthood, before first child reaches puberty) – and that would be the ultimate aim. But as this option may initially be very costly and hard to organise and focusing on parents ensures that not only the parents are educated but consequently the children are too – making the process more cost efficient. The first courses could be trialled in certain regions of the country before going nation-wide.

We are all in the same boat – whether we realise or not

I would like to diverge a little to mention the potential sociological benefits of the proposed course: Tolstoy, in Anna Karenina wrote “Happy families are all alike; every unhappy family is unhappy in their own way” – also an increasingly used aphorism in public health circles. However, I observe and believe that many of us are unhappy due to similar reasons: we all want to be listened to, understood and feel like we are being cared about. I believe the proposed course accompanied with an honest feedback system would be a great start in getting the ‘neglected masses’ involved in national issues.

I would like to finish by returning to the little story at the start. I believe that many parents, especially those from poorer backgrounds, give up trying for their children early on as they do not think that they or their children can compete against other ‘well-off’ individuals and therefore see no future for themselves. Their children and grandchildren also end up in this vicious cycle. But if they get to see first-hand in the proposed course that we all – rich and poor – start from not too dissimilar levels as parents and have the same anxieties about our children can also motivate us all to push a little bit extra and hopefully close the massive gaps that exist between the different socio-economic strata in the UK11 – and ultimately decrease the prevalence of the diseases that are crippling the NHS.

Further reading

  1. Shork, N. 2015. Personalized medicine: Time for one-person trials. Nature. 520(7549)
  2. Bluett et al., 2015. Impact of inadequate adherence on response to subcutaneously administered anti-tumour necrosis factor drugs: results from the Biologics in Rheumatoid Arthritis Genetics and Genomics Study Syndicate cohort. Rheumatology. 54(3):494-9
  3. NHS failure is inevitable – and it will shock those responsible into action. The Guardian. URL: https://www.theguardian.com/commentisfree/2018/apr/06/nhs-failure-health-service. Accessed on 30th October 2019
  4. The first step towards fixing the UK’s health care system is admitting it’s broken. Quartz. https://qz.com/1201096/by-deifying-the-nhs-the-uk-will-never-fix-its-broken-health-care-system/. Accessed on 30th October 2019
  5. Teenager Dies from Obesity After Mother Brought Takeaways to His Hospital Bed – Extra.ie. URL: https://extra.ie/2019/09/12/news/extraordinary/child-dies-obesity-mum-hospital. Accessed on 27th October 2019
  6. Mike Vuolo and Jeremy Staff. 2013. Parent and Child Cigarette Use: A Longitudinal, Multigenerational Study. Pediatrics. 132(3): 568–577
  7. Sutherland et al. 2008. Like Parent, Like Child. Child Food and Beverage Choices During Role Playing. Arch Pediatr Adolesc Med. 162(11): 1063–1069
  8. Sevcan Hakyemez-Paul, Paivi Pihlaja & Heikki Silvennoinen. 2018. Parental involvement in Finnish day care – what do early childhood educators say? European Early Childhood Education Research Journal, 26:2, 258-273
  9. Jennifer Christofferson & Bradford Strand. 2016. Mandatory Parent Education Programs Can Create Positive Youth Sport Experiences. A Journal for Physical and Sport Educators. 29:6, 8-12
  10. How Obesity Relates to Socioeconomic Status. Population Reference Bureau. URL: https://www.prb.org/obesity-socioeconomic-status/. Accessed: 18/12/19
  11. Nancy E. Adler, Katherine Newman. 2002. Socioeconomic Disparities In Health: Pathways And Policies. Health Affairs. 21:2, 60-76

Read Full Post »