Feeds:
Posts
Comments

Posts Tagged ‘devlet’

Noam_Chomsky_portrait_2015

Günümüzden (dünyaca ünlü) Chomsky, Hawking, Dawkins ve (bizden örnek) Ahmet Altan (birazda Ilber Ortaylı), eskilerden ise Newton, Einstein, Nietzsche, Descartes, Zola, İbn Rüşd, Freud, Kant, Camus, Sartre, Orwell, Russell, Marx gibi insanlar, fikirlerine/teorilerine katılalım-katılmayalım, gerçek entelektüellerdir. (NB: Listeyi bilerek uzun tuttum; kendime göre her türden entelektüele örnek vermek için)

“And those who were seen dancing were thought to be insane by those who could not hear the music” (Nietzsche) – Türkçe tercümesi aşağı-yukarı: Ve müziği duymayanlar, dans edenleri deli sanıyordu. Bana göre entelektüel/alim/üst düzey akademisyenlerin onları eleştiren/aşagılayan cahillere karşı durumunu açıklayan en güzel cümle. Hikmet/hakikat dolu.

 

Kendime göre (sıkıcı olsa da) genel bir çerçeve çizerek başlayayım: Entelektüel insanlar (aydınlar) normal halka nazaran çok akıllıdırlar. Hatta birçogu dahidir. Fakat birçok insanın aksine bu deha/akıllarını kurnazlıga ya da para/pul kazanmak için degil, ilim/bilim/kültür ögrenmeye harcarlar. Bundan dolayı çok okur – her türden (özellikle Felsefe) kitabı okur, konuyu araştırırlar*, ve gezerler; dünyadan her tür millet/kültür/insanla tanışmayı önemserler. Fakat konumuzla ilgili olarak, bu saydıgım özellikler (genel olarak) başkaları için sorun teşkil etmez. Entelektüellerin bunlarla beraber bulunan başka haslet/karakterleri de vardır – ve asıl bunlardır çogu kez onları (genel olarak) halk nazarında pek sevecen bir konumda bulunmalarına mani olan (NB: burada suç halkın/diger insanların, entelektüel insanların degil). Entelektüellerin bu özelliklerini kendi çapım ve gözlemlerime göre aşagıda (karışık-kuruşuk bir şekilde) sıralayacagım:

  • Entelektüeller öncelikle çok meraklı ve sorgulayıcıdırlar. Açık görüşlü olduklarından, genelde insanların tabu gördügü, konuşmaktan/sorgulamaktan korktugu konuları araştırmaya özel vakit ayırırlar. Başkalarının aklına dahi gelmeyen soruları düşünüp, bunların üzerine günlerce/aylarca kafa yorabilirler. Bu da dar görüşlü insanların hoşuna gitmez. Hayatlarını üzerine kurdukları saman çöpünden temelleri yıkma tehlikesi oldugundan, sorgulayıcı insanlar her zaman ‘problem’ teşkil eder bu insanlar için. Küfrün, şiddetin, cehaletin pohpohlandıgı bir ortam da varsa, bu insanlar için bir cennete döner o ülke. Tarihte birçok aydın/entelektüel ya ülkelerinde çok sıkıntı çekmiştir ve/ya da ülkelerinden ayrılmak zorunda bırakılmışlardır.
  • Entelektüel geçinenle gerçekten entelektüel olanlar yan yana geldiklerinde aralarındaki görgü/bilgi/kalite farkı hemen ortaya çıkar. Evvelki tipler bunu iyi bildiklerinden, entelektüellerle yanyana/karşı-karşıya gelmekten korkarlar ve etrafına toplananları da (kötüleyerek) bu insanlardan uzak tutmaya çalışırlar. Bilgili/entelektüel insanlar kadar başkalarının haset damarını azdıran/çatlatan ikinci bir insan tipi yoktur. Bunu para, mal/mülk, şan/şöhretle dahi başaramazsınız. Okuyup/araştırıp/farklı yerleri gezip, kendini devamlı geliştiren birisi bir sene önceki haliyle dahi büyük farklılıklar gösterir. Bunları yapmayan ise 20 yaşında nasıl birisiyse 50 yaşında da aşagı-yukarı aynı insandır. Aynı hata/yanlışları tekrar eder.
  • Hiç bir konuda kolay kolay kesin konuşmazlar. Olayları sadece siyah ve beyaz olarak görmezler ve hayatta gri hatların çok fazla bulundugunu bilirler. Ornegin aşırı-sag medya ve halkın önemli bir kısmından gelen o kadar baskıya ragmen ve kendileri ateist ya da başka bir dine mensup olsalar dahi “müslümanlar” ve “terörist” kelimelerini yanyana getiren bir entelektüel görmezsiniz. Cünkü olayın dinden/inançtan çok fakirlik, cehalet, savaş, hukuk/adalet yoksunlugu gibi diger faktörlerden etkilendigini bilirler. Bilmeyen ise fikrini beyan etmeden önce araştırıp, ögrenir.

Hayatta çogu (sosyolojik, biyolojik, psikolojik) olgunun kompleks oldugunu kavrayan bir insan, hiç bir kavrama “siyah” ya da “beyaz” diye bakmaz. Siyah-beyaz bakanları bir defa kandırmanız yeterli olacaktır; ve özellikle popülist liderler bunu çok iyi anlamışlardır ve (tabiri caizse) “mallarını iyi bilirler”. Ornegin “vatan elden gidiyor”, “ben gidersem başınıza kafirler/Ermeniler gelir”, “ezanlarımızın susturulmasına izin vermeyin”, “müslüman kardeşlerimize sahip çıkacagız”, “vatan hainleri hep okumuşların arasından çıkıyor” gibi basit/içi boş argümanlar, bizim halkımız gibi dini istismara çok açık, yıllarca ezilmiş ve ezik hale getirilmiş, devamlı “eski günler”in geleceginden korkan ve günü kurtarmaya bakan toplumlarda çok etkilidir. “Öteki”nin “siyah” olduguna bir defa inandırırsan ve halkı bu konuda kandırırsan, ömür boyu kazanırsın – ta ki başkası çıkıp bir gün senin “siyah” oldugunu gösterene dek. Oysa kompleks düşünebilen ve analiz yetenegi yüksek olan toplumlar/kişileri kandırmak (ya da ikna etmek) için daha yaratıcı argümanlara, somut başarılara ve transparanlıga ihtiyaç vardır. Bu da popülizm ve “ver mehteri/gazı” metodu ile işini yürütenlerin hoşuna gitmez.

  • Duygusal davranmazlar. Her daim akl-ı selim davranırlar. Bu da hemen-anında, (aşırı sagcılar ve dinciler gibi) ikna etmeden bir sonuca varmak isteyenleri çıldırtır. Örnegin Anadolu’da I. Dünya Savaşı sırasında devlet eliyle yapılan Ermeni katliamına karşılık “ama Ermeniler de bize saldırmış” denince, “Ha; tamam o zaman!” demezler. “Tamam haklı olabilirsin ama once bir anlat bakalım: Spesifik olarak kim kime, nerede, nasıl saldırmış? Bu saldırılara karşılık yapılan operasyonlarda öldürülen/sürülen Ermeniler aynı insanlar mı? Somut belgelerin var mı?” cevabı karşısındakini zor durumda bırakabiliyor.
  • Cogu zaman, örnegin bir tartışma oldugunda, iki “taraf”ın da istedigi cevabı vermezler. Dosta da “acı” (gerçekleri) söylerler; (danışan) tanımadıkları insanlara da. Kendilerini begendirme (“insanlar beni sevsin”) gibi bir dertleri yoktur. Belki de entelektüel potansiyeline sahip insanların en büyük trajedisi, cahillere kendini begendirme sevdasıdır. En samimi arkadaşları/aile/akrabaları dahi bir bilgi getirdiginde sorgularlar. Bazen “belki masumdur” diye “şeytanın avukatlıgı”nı dahi yapmaya hazırdırlar. Çünkü o kişinin/grubun ‘şeytan’ olup olmadıgı elde olan bilgiyle 100% kesinleşmemiştir. Ayrıca şeytanlaştırılanların çogu zaman ‘sesini duyuramayanlar’ ve/ya ‘ezilenler’den olduklarını bilirler – tarihte de çok örnekleri vardır çünkü. Bu da kendilerini halk (ve tanışları) nazarında popüler yapmaz; hatta belki kendilerinin dahi bu ‘şeytani’ grupların ‘sempatizan’ı olarak yaftalanmalarına yol açabilir.
  • Bir işi/projeyi analiz ederken somut kavram/kriterler üzerinden degerlendirirler. Bu da işlerini “ver mehteri/gazı” metoduyla ilerletenlerin hoşuna gitmez. Fakat halk çogu zaman bu tiplere daha çok kıymet verir – çünkü duymak istediklerini söylerler. Kahvehanelerde atıp-tutan adamlardan tutun, devletin en yüksek yerlerini (liyakati olmadıgı halde) işgal eden milletvekillerine kadar hayatın her alanındaki popülistlerin “kuru sıkı” argümanlarını hemen çürütürler. Diger insanlar gibi onların büyülerinden etkilenmezler. Bu da onların düşman görünmesi için yeterlidir, çünkü olaylara futbol takımı tutar gibi bakmazlar.
  • Dedikodu ve teyit edilmemiş bilgilere kafa yormazlar. Istedikleri cevapları alamadıkları için dedikoducu insanlar da zaten bu insanlardan uzak dururlar. Hatta kurdukları dedikodu halkalarında kötülerler…
  • Standartları yüksek oldugu için başkalarının çok memnun oldugu proje/durum/halleri dahi eleştirebilirler. Kolay kolay memnun edemezsiniz. Cünkü gozleri hep “potansiyel olarak ne yapılabilir?”dedir. “Büyük” resmi gördugunu herkes iddia eder/ediyor ama çok yönlü olmadan, her türden alanda araştırma yapmadan konuşan insanlarınki sadece lafta kalır. Bu da yaptıgı ufak işler için büyük (ve sürekli) övgü bekleyen ve eleştiriye gelemeyen insanların hoşuna gitmiyor.
  • Yaptıkları (büyük) iyilikleri (dahi) kimseye anlatmazlar. Etraflarında onları sevmeyen/haset eden insanlar ise anca dedikodularını yaparlar: “kimseye faydası dokunmuyor ama oturdugu yerden herkesi eleştiriyor.”
  • Herşeyden önemlisi entelektüel insanların bir duruşu vardır ve bunu hiç birşeye karşılık, hiçbir şartta degiştirmezler. Para/şan/şöhretle satın alınamazlar. Bundan dolayı hürdürler ve çıkar çatışmaları (conflict of interest) yoktur. Fikirleri için kimseye hesap vermek zorunda hissetmezler ve fikirlerini istedikleri gibi söylerler.
  • Bir konuda fikir beyan etmeleri ya da şimşekleri uzerlerine çekmeleri için başlarına birşey gelmek zorunda degildir. Durduk yere başlarını belaya soktukları çok olur. Ornegin (en geniş manasıyla – LGBT gruplarından tutun, müslümanlara kadar) mazlum/ezilmiş gördükleri insanları/grupları savunurlar ve bu devlet “büyük”lerinin ve takipçilerinin hoşuna gitmez – onları savunmaları için kendilerinin de mazlum olmalarına gerek yoktur (belki de onları başkalarından ayıran en önemli özellik bana göre), çünkü entelektüel bir sorumlulukları (intellectual responsibility) oldugunu bilirler. Emile Zola ve Alfred Dreyfus olayı buna çok güzel bir örnektir. Durduk yere tüm Fransa’yı karşısına almıştır.
  • Hiciv yapma yetenekleri (ve espri kabiliyetleri) çok yüksektir. Yazdıkları, eleştirdikleri insanların hoşuna gitmemesinin yanı sıra, belli bir seviyenin üstünde oldugundan birçok insan da ne söylemek istediklerini anlamayıp, negatif tavır takınabiliyor.
  • Makam dertleri yoktur. En iyi yerleri hak etseler de hiçbir bir makama talip olmazlar. Fakat o makamlarda oturanlar (ya da gözü olanlar) kesinlikle “bu adam/kadın benden daha fazla hak ediyor” deyip yerlerini bırakmazlar.
  • Bazıları çok sıkıntı çekmiş olmalarına ve geldikleri yerlere kolay gelmemelerine ragmen, ezik degildirler. Bundan dolayı ezik insanların hemen hemen hepsinde bulunan haset gibi hastalıkların damlası dahi yoktur (konuyla ilgili Eziklik semptomatolojisi isimli yazıma göz atabilirsiniz).
  • (Cok akıllı oldukları ve) Kelime dagarcıkları çok zengin oldugu için söylediklerinin/yazdıklarının anlaşılması birçok insana zor gelebiliyor. Başkalarının kendilerini anlaması için seviyelerini düşürme gibi bir dertleri de olmadıgından, bu insanları irite edebiliyor. Bazı (hasid) insanlar için ise bu neden dahi onları aşagı çekmek için yeterli: kendilerine karşı “kendini begenmiş/birşey sanıyor”, “burnundan kıl aldırmıyor”, “halktan degil/halkı anlamıyor”, “sanki kansere çare bulmuş gibi konuşuyor” gibi cümleleri çok kullanırlar.

Bu sebeplerden dolayı (genel olarak) insanlar entelektüelleri sevmez/sallamaz ve degerleri çogu zaman hayattayken bilinmez. Cogunluk onların hakkını vermek istemez. Öldükten sonra kıymeti bilinenler dahi çok azdır. “Sen nerden biliyorsun?” diyorsanız, “entelektüel” ya da “entelektüel gibi” diyebilecegim arkadaş ve Hocalarım oldu – ve onları gözlemledim kendi çapıma göre.

 

*Ilk başta saydıgım özellikler birçok akademisyende de vardır. Fakat çogu akademisyen entelektüel degildir – özellikle bizim ülkemiz gibi entelektüel kültürün oluşmamış/oturmamış oldugu ve popülistligin hala çok ekmek yedirdigi ülkelerde yetişenler. Bu yüzden müslüman entelektüellerin sayısı Batı’ya nazaran oldukça azdır. Ingiliz milleti bu konuda çok güzel bir örnektir; ve çogu Ingiliz akademisyen en azından “entelektüel gibi”dir. Yukarıda saydıgım birçok özelligi barındırırlar.

 

PS: Entelektüeller güzel sanatlar ve müzikle de çok ilgilidirler. Fakat konumuzla ilgili olmadıgı için yukarıda belirtmedim.

PPS: Konunun başlıgı Brexit referandum (2016) oylamasından önce (popülist) Ingiltere Adalet Bakanı Michael Gove’un “people in this country have had enough of experts” demesinden etkilenerek ortaya çıkmıştır. Bizde de bu tarz popülist söylemler çok sık kullanılır ve maalesef halkın hiçte azımsanmayacak bir kısmından itibar görür. Maalesef Ingiliz milletinin içinde de Ilber Ortaylı’nın deyimiyle (TR’ye göre nispeten daha az olsa da) **”kasabalı” ya da Marx’ın deyimiyle ***”lümpen” diye tabir edebilecegimiz ciddi bir topluluk var; ve bu tarz sözler onlarda da makes bulmaktadır. Brexit’in (ve dünyada buna benzer diger duygusal ama mantıksız kararlardaki) en büyük sebeplerinden birisi de bu insanlardır. Bu iki tip insan grubunun kesin ve keskin inanışları vardır. Senin de onlar gibi yaşamanı beklerler; ve kendi kriterlerine göre hakkında hüküm verirler (“agzinin payini” verirler). Entelektüel insanlar ise bu tipler tarafından sevilme/sayılmayı hiç önemsemedigi ve onlar gibi yaşamadıgı için her türlü ithama maruz kalabilirler (e.g. vatan haini, okumuş ama adam olamamış, boş işlerle ugraşan tipler)

 

**Hiçbir entelektüel birikimi ya da kayda deger zirai/ekonomik/sanatsal üretimi olmadıgı (hatta dogru-düzgün bir CV’si dahi olmadıgı halde) gözü devlete “kapak atıp”, memurluk ve/ya da önemli makamlarda olan tipler

***TDK’ya göre: içinde bulunduğu toplumun kültürüne yabancı düşen, sözde bilgili tutum ve davranışlarıyla itici olan; mensup olduğu sınıfın insanlarından kendini üstün göstermeye çalışan, bu yolda itici tavır ve tutum sergileyen, büyük bölümü işçi sınıfından (ya da ayak takımı tiplerden) oluşmuş insanlar. Bunlara iyi bir örnek sonradan görme siyasal islamcılardır.

Read Full Post »

Arabesk bir girişle başlayayım: Insanımız yıllar yılı ezilmiş; darbeler görmüş; fakirlik görmüş; 95%’inden fazlasının müslüman olmasına ragmen, dinini dahi gizlice yaşamak zorunda bırakılmış… Ayrıca Kürt, Türk, Laz, Cerkez ayrımı da yapılmamış bu konuda; herkese eşit(!) davranılmış. Bu tanıma göre Anadolu insanının bir çogunu ‘ezilmişler’ kategorisine koyabiliriz. Bir çogumuzun ailesi de farklı degil; büyüklerimize bir dokunsak, bin ah işitiyoruz!

Fakat benim ‘ezilmişlik’ten ziyade tartışmak istedigim konu ‘eziklik’. ‘Ezilmiş’ olmak çogu kez bir suç degil; kaderdir… Fakat ‘ezik’ olmak bana göre (çok!) kötü bir haslet; ve bu hastalık insanımızı hayatlarının her alanında etkiliyor! Destekledigi siyasetçi/liderler ve verdigi oylar, olaylara bakışı, komşu/müşteri/diger insanlara davranışlarına kadar… Kimlerden bahsettigimi kısaca açıklayayım: ‘Ezik’ insanlar “ben ezildim; öyleyse başkalarını ezme hakkım var!” ve/yada “başkaları da ezilsin” diye düşünen (ve bunları normal gören) tiplerdir. Bu tarz insanlar güçsüz iken dünyanın en sessiz/sakin insanlarıdır; ama guç ellerine geçtiginde vicdansızlıkları ve çapsızlıkları ayan/beyan ortaya çıkar!

Bu tarz insanlarda gözlemledigim hasletleri ve semptomları aşagıda sıralayacagım:

1- Herkesi kendileriyle kıyaslarlar ve/ya kendilerine rakip/düşman görürler. Bu yüzden kimseye güvenmezler… Ozellikle başarılı insanlara karşı içleri haset doludur; kesinlikle iyiliklerini istemezler! Haset ettikleri insanları aşagı çekmek için ellerinden birşey gelse, seve seve yaparlar. Zor durumda kaldıklarında ise, onları övmemek için konuyu dolandırırlar; ve gerekirse başka insanlardan bahseder ve onları överler…

Hasetçilerin bütün karakter(sizlik)lerini üzerlerinde toplarlar. Kesinlikle hakkaniyetli davranmazlar! Olaylara hak-hukuk meselesi olarak (objektif) degil, kendi dar çerceveleri ve kalıplarından bakarlar; ve sadece kendi kararlarını/düşüncelerini önemli görürler (NB: konu hakkında bilgisinin olup-olmadıgının hiç bir önemi yoktur). Haset ettigi kişiye zarar verme şansı eline geçse, karşılıgında dünya yansa umrunda olmaz; o işi gözü kapalı yapar/onaylar! Karşısındakine kendisine verilenin iki katının verilecegini duydugunda, “benim bir gözümü çıkarın” diyen (hasetçi) kişi misali…

2- Tartışmaya girmeye her zaman hazırdırlar ve hiç bir zaman son sözü soylemeden susmazlar! Cevabı olmasa dahi sorun degil; hemen konuyu degiştirirler. Amaçları kesinlikle ögrenmek degildir. Önemli olan etrafindakilere demagoji yapmak ve övü(l)nmektir; bu yüzden tartışma sonu “nasıl susturdum gördünüz!” demeyi ihmal etmezler! ‘Öz eleştiri’ diye bir terim lugatlerinde mevcut degildir.

3- “Okumuşsun ama adam olamamışsın!”, “senin gibi ellisini cebimden çıkarırım!”, “sizin gibi vatan haini degiliz”, “komünist/Ermeni dölü/gavur”, “okusak sizi geçerdik”, “sümüklünün tekiydi bu!”, “boş işlerle ugraşıyorsunuz”, “siz giderken, biz geliyorduk!”, “sen kendini ne sanıyorsun!”, “agzını-burnunu dagıtırım!” gibi seviyesizce lafları çok kullanırlar. Özellikle haset ettikleri insanlara karşı…

4- Önemsiz şeyleri dahi (basit bir spor müsabakası gibi) hayat-memat meselesi gibi görürler. Cünkü ‘rakibin’ yenilmesi kendi ezikliklerini tatmin etmeleri adına çok önemlidir! Bu tarz gövde gösterilerine çok önem verirler! Devamlı birileriyle (halk tabiriyle, affedersiniz) ‘sidik yarışı’ içindedirler!

Bilimle, ilmiyle, görgüsüyle, başarılarıyla bir yerlere gelemeyecekleri için lüks araba-ev alarak kendilerini gösterme derdine girerler. Aç kalır, yine de o lüks arabanın parasını biriktirir. Cünkü ezikligini tatmin etmekten daha önemli birşey yoktur hayatında!

Bu tabloda sadece ezik insanlardan bahsediyorum. Ayrica soldaki meslekleri daha asagi gordugumden degil, altinda calisan insanlar ve/yada uzerindeki sorumluluga gore siraladim. Genelde ezik insanlarin asil yuzleri eline gucu gecirince ortaya cikiyor!

Ezik insanlar için genel ‘Azgınlık endeksi v Meslek’ tablosu. Anlatmak istediğim, ezik insanların asıl (zalim, karaktersiz) yüzleri genelde ellerine gücü geçirince ortaya çıkıyor! Soldaki meslekleri daha aşağı gördügümden değil, altında çalışan insanlar ve/yada üzerindeki sorumluluğa göre sıraladım (bazılarının yeri degişebilir). Buradaki kesinlikle bilimsel bir çalışma degil; benim genel olarak düşüncelerimdir. Istisnalar elbette vardır (hem iyi, hem kötü yönde); ve çoktur (inşallah iyi yönde!)

5- Kendisinin hiç bir katkısı olmamasına ragmen, başarılardan kendisine pay çıkarmanın yollarını arar. Ve onlarca kez anlatma geregi duyar (ornekler: “ben demiştim!”, “soylemiştim şimdi gol olacak diye!”; “sizi sandıga gömdük!”; “ben olmasam, olmazdı”). Bir çogu hayatta hiçbir şey üretemeyip, başkalarının ürettikleri üzerinden kendini ispatlamaya(!) çabalar. Milliyetçilik ve dincilik çogu kez sıgındıkları limanlardır.

6- Kendilerine/ailelerine/mahallesine dahi faydaları olmamasına ragmen, din, vatan, millet, ümmet edebiyatını çok yaparlar ki kendileriyle ilgili ‘Dünya arenası’nda da övünecek birşeyler bulsunlar. Kazandıkları ufak başarıları devleştirirler; yaptıkları ufak iyilikleri onlarca kez anlatırlar.

7- Iş yerlerinde/hayatlarında biraz yükselirlerse, etrafındakilere bunu hissettirirler ve yonettigi insanlara gittikçe otoriter davranırlar. Ezmek fıtratlarındadır! Siddetli bir şekilde insanlar “hep beni konuşsun/övsün” isterler. ‘Alt’ında gördükleriyle asla yüz/göz olmaz, (gerçek manada) istişare yapmazlar!

8- Hayatda tek önemli gördükleri şey para, mal ve mülk yıgmaktır. O yüzden gezme/görme, sanat, sinema/tiyatro gibi aktivitelere para harcamazlar… “Harcarsam, eski günlere döneriz” korkusu içlerine işlemiştir… Bir türlü kurtulamazlar! Bundan dolayı cimridirler de. Allah rızası için dahi elleri cebine gitmez (ama bu din edebiyatı yapmalarına mani degildir)!

9- Bir duruş sergileyemezler (bu konuda Insanın bir ‘duruş’u olmalı yazıma da bakabilirsiniz). “Aman işsiz/aç kalırım!” korkusu hep akıllarının bir kenarındadır. O yüzden zalime ve/yada ‘üst’üne karşı onların haksız olduklarını bildiklerinde dahi dik duramazlar… Hatta istedikleri gücü/makamı ele geçirene kadar öpmedik el/etek/ayak bırakmazlar! Daima birilerine yaranmaya çalışırlar ve her zaman güçlünun yanında yer alırlar! Sürü psikolojisiyle hareket ederler çogu kez.

Bu yüzden eziklerin arasından (akademisyen dahi olsa!) olaylara eleştirel yaklaşabilen entellektüellerin çıkması da imkansızdır! Insanımızın müthiş potansiyeline ragmen ‘entellektüel insan fakirligi’ yaşamasının en baş sebeplerinden biri de bana göre budur.

10- Düz mantık düşünür, açık görüşlü düşünemezler. Kalıpları ve ‘tartışılmaz dogru’ları çoktur; ve bunları tartışanlara karşı nefret doludurlar. Kesinlikle saygıları yoktur… Mesela (örnek olarak) kendisi ‘Dinci’ geçinen bir tip ise, farklı düşünenleri ‘Cehennemin odunu’ olarak görür; ve aşagılar (aşagılık olan kendisi olmasına ragmen!). Vicdanlarını kaybetmişlerdir! Insanları hep negatif şekilde genellerler! Her konuda bir fikirleri vardır, ama araştırmaya/okumaya ihtiyaçları yoktur!

11- ‘Batılı’lara karşı içten içe bir aşagılık kompleksleri vardır; ve (madde 4’deki gibi) onlarla karşılaşınca kendilerini göstermeye çalışırlar! Batılı herhangi birine karşı aldıgı galibiyet/başarıyı bütün Batı’ya karşı bir ‘savaş’ kazanmış gibi gösterirler.

12- (Az da olsa) Sevdikleri (özellikle geçmiş tarihten) insanları (tabir-i caizse) peygamberleştirirler (hatasız görürler); sevmedikleri (yine, özellikle tarihi) insanları ise şeytanlaştırırlar… Bu sayede onların başarılarından pay alır (aldıklarını sanır); hata/günahlardan kendilerini arındırırlar.

13- Haset ettikleri insanlarda hata ararlarki kendi (sürekli işledikleri) suç/günahlarına mazeret bulsunlar. “Sende şunu yapmıştın”, “bunu herkes yapıyor”, “senin hiç mi suçun yok?” gibi lafları agızlarında sakız yaparlar. Birde gerçekten bir hatanı buldularsa, onu artık her tartışmada (alakalı-alakasız, konusu önemli degil) önüne getirirler.

14- Biraz ellerine para-mal-mülk-makam geçse, ‘sonradan görme’ oldukları hemen belli olur. Cünkü altında Ferrari dahi olsa ‘mazlum edebiyatı’ yaparlar… Cünkü bilirler; ‘mazlum’ edebiyatı en güçlü silahlarıdır! Her türlü günahlarına, suçlarına, pisliklerine (kendileri gibi cahil insanların gözünde) örtüdür!

Yukarıda bazı gözlemlerimi sıraladım. Yazdıklarımın hepsi ezik insanların ‘karakter’leri uzerineydi. Ben delikanlıca konuşanları severim. O yüzden bende öyle davranmaya çalışacagım ve açık konuşacagım: Günümüzden örnek vermem gerekirse, ‘Siyasi Islamcı’ların neredeyse hepsi tam manasıyla ezik! Su an siyasi güçte ellerinde oldugundan bir çogunun gerçek yüzü ortaya çıkmıştır! Nasıl dinin içini boşaltmış sahtekarlar oldukları… Devlet malını talan eden, yalancı, hırsız, arsız, yolsuz, torpilci oldukları… Vicdanlarını kaybetmiş, çapsız tipler oldukları… Bir duruşları da yok; bugün ‘ak’ dedigine, yarın çok kolay ‘kara’ diyebilirler! Sosyal medyada dolaşan örneklerinin bir çogu klavye arkasına saklanıp, kendilerini bir ‘adam’mış gibi takdim eden, rezil-kepaze-cahil-cüheladır!

IŞİD gibi terör örgütleri dahi ezik bir sürü hiç bir işe yaramaz, kendine dahi faydası olmayan, İslamın ‘İ’sini dahi anlamamış, ‘hiç oglu hiç’, serseri/ayyaş genci ‘İslam/müslümanlık’ adı altında toplayarak/kandırarak akıl almaz vahşetlere sevkediyorlar. Müslümanlıgı, kendi din anlayışının dışındakilerin (yani insanlıgın 99%’unun, müslümanların çogu da dahil) canlarını alma ve haklarını gasp etme yetkisini elinde bulundurma olarak gören zavallıların ülkemizi ve dünyayı yaşanmaz hale getirmeye çalıştıgı bu dönemde ‘aklı selim’e ve cesur entellektüel seslere, ama en çokta eziklikten (ve cehaletden) kurtulmaya ihtiyacımız var.

Burada saydıgım kötü hasletler sadece ‘ezik’ insanlara ait olacak diye birşey yok… Her kesimden kendini aşırı şekilde begenmiş, güç zehirlemesi yaşamış, bencil insanlarda bulunabilecek özelliklerden bazıları da yukarıda vardır… Ben burada sadece ezik insanlar üzerine odaklanmaya calıştım…

Peki ezikligimizi nasıl yeneriz? Kendi gözlemlerime göre (i) her ceşit (ırk, dil, din, mezhep, ideoloji farketmez) insanla tanışıp, onların fikirlerine de saygı duymayı (ve/yada tolere etmeyi) ögrenerek; (ii) Dünya klasikleri ve benzer literatürü okuyarak; (iii) Dünya’yı gezerek; (iv) Insanlarla kendimizi (mal-mülk-makam-başarı anlamında) kıyaslamayı bırakıp, herkesi kendi dünyasında bir ‘birey’ olarak degerli görerek; (v) Kimseye karşı kin-nefret-garez-haset beslemeyerek…

Hayatda çektigimiz sıkıntıları bir eziklik kaynagı olarak degil, güç kaynagı olarak görmeliyiz; ve mental olarak daha da güçlü hale gelmeye çalışmalıyız… Nietzsche’nin hakikat dolu “seni öldürmeyen şey güçlü kılar” sözü de (kuyuya düşen eşeğin menkıbesi gibi) bu anlamda manalıdır…

Bir dua ile bitirecegim: Allah ıslah etsin hepimizi; ve özellikle Islam alemini bu ‘eziklik’ten kurtarsın! Geçmişte çektigimiz ve bazılarını hala çekiyor oldugumuz eziyetlerin psikolojik (ve sosyo-ekonomik) prangalarından kurtarıp, kendimizi yeniden geliştirmenin ve ‘dirilme’nin yollarını göstersin! Amin!

PS: (Biraz ilginc bir gözlem olacak ama) Nedense ‘ezik’ tipler (bütün gün) Arabesk tarzı şarkılar dinlemeyi çok seviyorlar; keşke sadece bununla kalsalardı. (NB: Arabesk dinleyen herkes eziktir demek degil bu; yazdıklarım/söylediklerime ekstra anlamlar yüklemeyelim)

Bu yazım, eski Epidemik cehalet yazımla benzerlikler gösteriyor; o yüzden bazı konuları oraya havale ediyorum. Cünkü (bu tarz) ezikler, aynı zamanda cahildir!

PPS: Soruyorum; nezaket, incelik, etik ve insanlık bilmeyen; estetik, sanat, ilim/bilim ve zerafet düşmanı ‘islamcı’lara! Bu ayet size de inmedi mi?
“Siz, insanların iyiligi için ortaya çıkmış en hayırlı ümmetsiniz!” (Al-i Imran 3/110)

Fakat ayetin tam aksisiniz! Dünyanın her milletinden, ideolojisinden, dininden insan tanıdım; (siyasal) islamcılar kadar kaba, yalancı/takiyyeci, talancı, dolandırıcı, cahil, görgüsüz, hasetçi, vicdansız ve şiddet eğilimli bir güruh görmedim. Fakat bir veba salgını gibi Islam dünyasının her yerine yayıldı bu ideoloji; ve dünya kamuoyunda Islam’ın pak çehresini kapkara hale getirdi!

Biz müslümanların bu ‘islamcılık’ akınından bir an evvel kurtulması lazım artık! Firavuna dahi yumuşak dille konuşmamızı emreden Yaradanın (Taha 20/44); namaz kılmak için bile önce eşinden (Hz. Aişe annemizden) izin alan Peygamberin (sav) dininin mensupları olarak, nezaket, zerafet, incelik sahibi olmamanın da (ulema arasında) “günah mı? degil mi?” tartışılması lazım bence; çünkü bu iş böyle gitmez! Yukarıdaki ayetle şereflendirilmiş müslümanlara hiç yakışmıyor bu igrenç karakter(sizlik)ler!
Böyle giderse, ezik, hayatdan beklentisi kalmamış, depresif insanların, cahil-cuhelanın dışında kimse bu dine girmez (girmiyor da!); cahil-cuhelanın dışında kimse de bu dinde kalmaz.

Read Full Post »

Mekke’de cezalandırılıp eziyet çektigimiz zaman Hz. Muhammet (Sav) ‘Habeşistan’a gidin!’ dedi. ‘Adil kralın ülkesidir. Orada kimseye haksızlık yapılmaz!’” – Cafer bin Ebu Talip (r.a.), Cagrı filminden

 

Popülizm maalesef ülkemizde (ve ümmetde) çok ekmek yediriyor siyasetçilerimize. Maalesef popülist soylemleri en iyi kullananlar, en yüksek oyları alıyorlar. Ozellikle de din siyasete alet edilince bir sinerji oluşuyor. Saf düşünceli insanlar bu tarz soylemler karşısından hipnoz oluyor ve gözleri boyanıyor. Artık at gözlügüyle bakmaya başlıyorlar. Bu hipnoz edici söylemleri yapanlara karşı en ufak bir itiraz bile ‘vatan hain’ligi olarak görülebiliyor. “Bak yine Israil-Amerika lobisi iş başında” gibi lafları az duymuyoruz. Işin vahim tarafı bunları gerçekten inanarak söylüyorlar.

Artik popülizmi bırakmanın ve hakkaniyetli davranmanın vakti geldi, geçiyor… Somut belgelerle, istatistiklerle, delillerle işlerimizi yapmayı ögrenmemiz lazım. Birisi herhangi bir konuda “Batı”yı eleştiriyorsa, ben o kişinin soylediklerini ne kadar somut delillerle destekledigine ve kendisinin temas ettigi konuda neler yaptıgına bakıyorum. Ornegin Islamofobi konusunda Avrupa/Amerika’yı eleştiren bir siyasetçi, acaba Islamofobi’nin ve müslümanlara yapılan saldırıların azalması için ne gibi çalışmalar yapıyor (e.g. diplomasi yoluyla), kendi ülkesindeki diger dinden insanlara saygısı ne kadar, ve Avrupa/Amerika’daki islamofobiyle ilgili ne gibi istatistikler var elinde. Bu sadece bir örnek, onlarca örnek verilebilir (e.g. Batı medyası, Batı’da özgürlükler)…

Islamofobi örnegini verdigim için bu konuyla devam etmek istiyorum. Diger aklınıza gelen örneklere uyarlayabilirsiniz… Benim hayatımın çogu Ingilterede geçti. Cok kültürlü bir toplum oldugu için her tür insanla yaşadım, tanıştım. Ayrıca ingilizler ve Birlesik Krallık’ta yasayan diger etnik unsurlara baglı insanlarla da hep içli-dışlı oldum (yani gözlemlerim yüzeysel degil). Sunu en başta soylemeliyim: Ingilterenin bazı mahallelerinde tabiki problem yaşanıyordur fakat ben genel olarak bu insanların başka dinlere ve inançlara çok saygılı oldugunu gözlemledim. Hele bizlere nazaran çok öndeler. Burada başı örtülüsünü geçtim, burkalı (sadece gözleri görünür şekilde) dolaşan binlerce bayan var. Sokaklarda Kuran dagıtıp insanları Islama çagıran yüzlerce insan var. Cuma namazında sokaklara taşan cemaatler dahi gordum. Her okul ve üniversitede cuma namazının kılınması için yerler tahsis ediyorlar. Büyük marketlerde çalışan muslumanların, alkol reyonunda çalışmamasına izin veriyorlar. Müslüman çogunlugun oldugu herhangi bir ülkede düşünelim bu durumu: bırakın gayri-müslimleri, Cuma namazına gidenleri bile işten kovanları ve devletin bu konuda hiçbir uygulanan yasasının olmamasını düşününce, durumun ne kadar içler acısı oldugunu anlatmama gerek yok. Aralarında Ramazan ayının ne oldugunu bilenler, oruç tutanlara saygılılar. Ornegin Ramazan dışında ben ve arkadaşlarım yemeklerimizi dışarıdan alır ve ofiste sohbet ederek yerdik. Fakat Ramazanda arkadaşlarım canım çeker diye bir ay boyunca ofiste yemek yemedi (ve bunu başımada kakmadılar). Ayrıca kendi ulkelerinde zulüm görmüş, buralara sıgınmış ve burada insan yerine konmuş binlerce Müslüman var (Türkiye Türkleri/Kürtleri de dahil). Helal-haram yiyecekler belki bizdekinden daha belirgin…

Kimsenin kimseyle derdi yok! Herkes işinde, gücünde… Bizim bu insanlardan ögrenmemiz gereken çok şey var – nasıl onlarında bizden ögrenebilecekleri şeyler oldugu gibi…

Sadece Muslumanlara degil, yabancılara da genel olarak saygılılar. Ingiltere’de okula başladıgım ilk gün arkadaşlarım beni “merhaba, hoşgeldin”lerle karşıladılar. Hocam (ingiliz bir bayandı) benim ingilizcemin iyi olmadıgını duymuş ve sınıftakilere kendimi evimdeymiş gibi hissedeyim diye Turkce kelimeler dagıtmış. Kardeşlerime de ingilizce bilmiyorlar diye ozel Türkce bilen hoca tutmuşlardı durumları düzelene kadar.

Simdi ben bütün bunları gördükten sonra kusura kalmayın ama mesnetsiz şekilde “Batı şöyle-böyle” diyemem. Sezar’ın dahi hakkını Sezar’a vermek lazım. Tabiki kötü olaylar yaşanabiliyor ama onları “Batı” diye genelleyemeyiz. Nasıl bazı medya kuruluşlarının (Amerika’daki Fox TV gibi, özellikle terörizmle ilgili) genellemelerinden müslümanlar olarak rahatsız oluyorsak, bizde onları genellemeyelim. Somut bilgilerle ve suçlu kişilerle ilgilenelim, ‘genel’le degil!

Medyalarında da işini iyi yapan insanlar oldugu gibi, tetikçi insanlarda bulunuyor tabi. Bu tarz insanlara karşı bizlerinde sesini duyurabilecek yetkililerle irtibata geçmemiz lazım. Ozellikle liberal yazarlar bu konularda ezilen/sesini duyuramayan toplumlara sahip çıkıyorlar. Batının liberalleri, bizdeki liberaller gibi “çakma” degil. Gerçekten samimiyetle ulkemize/cografyamıza bakabilenler var. Ulkemizin dogrusuna dogru, yanlışına yanlış diyenler… Kimin söyledigine degil, söylenen dogrumu ona bakalım!

Sunuda çok duyuyorum: “Onlar Turkiyenin iyiligini düşünmezler!” (Devlet nazarında) Herhalde düşünmeyecek! Bir lafı söylemeden önce birazcık düşünsek çok yol katedecegiz. Sen onların iyiligini düşünüyormusun? Gece uykuların mı kaçıyor “Nasıl yardım edebilirim” diye? Ne bekliyoruz? Bizim için kendilerini öldürsünler mi? Menfaatlerinden feragat mi etsinler? Devletler arasında rekabet her zaman olmuştur, bundan sonrada olacaktır. Paranoyak olmaya da gerek yok! Korkma herkes kendi (devletinin) menfaatini düşünmekte, seni degil! Onlara lanet okumak yerine kendi siyasetçi ve diplomatlarımıza yoneltelim nacizane eleştirilerimizi. Bu ülkemizin somut olarak daha çok yararına olacaktır.

Amerikanlar/Ingilizler kendilerini, devletlerini, ülkelerini eleştirebiliyorlar; ve bu konuda ‘petition’lar aracılıgıyla organize oluyorlar. Seslerini üstdekilere duyuruyorlar. Bizde ise devlet ve devleti yönetenler (haşa!) Tanrı gibi gorülüyor. Eleştirirsen “vatan haini” oluyorsun. Başına eziyet gelirse, “devlete baş kaldırdıgın için” hakketmiş* oluyorsun. Devlet ve milletimizin yanlışlarını** dahi savunmamız bekleniyor.

Kusura bakmayın ama ben yapmayacagım…

Gazze’deki durumu gördükten sonra Birleşmiş Milletler’den (UN Official) Chris Gunness’in videosu… Ayrıca yüzlerce gayri-müslim ve ‘Batılı’, isimli (e.g. Tom Hurndall, Rachel Corrie) yada isimsiz kahramanı da görmezlikten gelmek en yumuşak tabirle ‘vefasızlık’ olur!

PS: Burada verdigim islamofobi ve Batı örneklerini ‘uç’ örnekler olduklarından ve soylemimi daha akılda kalır hale getirmek için kullandım. Fakat bırakın bizim ‘Batı’yla olan münakaşalarımızı, kendi içimizde ki tartışmalarda bile popülist soylemler havada uçuşuyor! Argümanını istatistikle ve/yada somut verilerle destekleyenlerin sayısı çok az! ‘Ajan’, ‘vatan haini’, ‘ülkeyi satmıyoruz sizin gibi’, ‘Amerika uşagı’ gibi soylemler çok prim yapıyor… ‘Vatan haini belirleme bakanlıgı’ kesildi herkes! Yazık bize! Gerçekten çok yazık!

”Müslümana haram çeşme” kıssasını okumanızı tavsiye ederim

** “Islami” terör örgütlerini bile eleştirtmeyenler var. “Sen Müslüman degilmisin?” diyor adam bana. Neymiş, onları desteklemezsem “Batı”yı desteklemiş oluyormuşum. “Birazda onların çocukları ölsün” diyor. Allah akıl fikir versin! Kısır bir döngü içindeyizde haberimiz yok! Vicdanını kaybedenin, pek birşeyi kalmamıştır. Dininden de…

Read Full Post »

Namaz ve Cocuk

“Kalpler, ancak Allah’ı (c.c.) anmakla huzur bulur” (Rad Suresi, 28)

Namaz’a sadece günde 5 defa “yapılması zorunlu bir ibadetmiş” gibi degil de, Allah’ın bize verdigi bir “randevu”ymuş gibi bakmalıyız diye düşünüyorum. Her namaza durdugumuzda “şükürler olsun. O kadar günah/hatama rağmen, Allah beni bu sefer de huzuruna kabul etti!” diye şükretmemiz gerekir diye düşünmekteyim. Namaza (ve diger ibadetlere) böyle bakıldıgı zaman insanın içi gerçekten de huzurla dolu oluyor. Içi huzur ve (tüm yaratılışa karşı) sevgiyle dolmayanın namazında bir sorun var demektir.

 

“Allah’ın (c.c) nimetlerini saymaya kalkışsanız, mümkün değil bitiremezsiniz” (Ibrahim Suresi, 34)

Insana verilen en büyük nimet, birçok alimin de söylediği gibi, bence de imandır; sonra (bence) akıl, saglık/gençlik, sevdigimiz insanlar, iffet/namus/haysiyet, hürriyet, yüz güzelliği/boy/pos/karizma/konuşma kabiliyeti, güvenlik/adalet/devlet gelir; ve hepsinden sonra da ‘diğer’ zenginlikler gelir (ev, araba, şan/şöhret, para gibi). Akıllı ve deger bilen bir insan, saydıgım ‘diğer’ zenginliklerden oncekilerin birini bile bütün dünyayı verseler degişmez. O zaman bunun bilincinde yaşamalı insan…

Read Full Post »