Feeds:
Posts
Comments

Posts Tagged ‘ezik’

Arabesk bir girişle başlayayım: Insanımız yıllar yılı ezilmiş; darbeler görmüş; fakirlik görmüş; 95%’inden fazlasının müslüman olmasına ragmen, dinini dahi gizlice yaşamak zorunda bırakılmış… Ayrıca Kürt, Türk, Laz, Cerkez ayrımı da yapılmamış bu konuda; herkese eşit(!) davranılmış. Bu tanıma göre Anadolu insanının bir çogunu ‘ezilmişler’ kategorisine koyabiliriz. Bir çogumuzun ailesi de farklı degil; büyüklerimize bir dokunsak, bin ah işitiyoruz!

Fakat benim ‘ezilmişlik’ten ziyade tartışmak istedigim konu ‘eziklik’. ‘Ezilmiş’ olmak çogu kez bir suç degil; kaderdir… Fakat ‘ezik’ olmak bana göre (çok!) kötü bir haslet; ve bu hastalık insanımızı hayatlarının her alanında etkiliyor! Destekledigi siyasetçi/liderler ve verdigi oylar, olaylara bakışı, komşu/müşteri/diger insanlara davranışlarına kadar… Kimlerden bahsettigimi kısaca açıklayayım: ‘Ezik’ insanlar “ben ezildim; öyleyse başkalarını ezme hakkım var!” ve/yada “başkaları da ezilsin” diye düşünen (ve bunları normal gören) tiplerdir. Bu tarz insanlar güçsüz iken dünyanın en sessiz/sakin insanlarıdır; ama guç ellerine geçtiginde vicdansızlıkları ve çapsızlıkları ayan/beyan ortaya çıkar!

Bu tarz insanlarda gözlemledigim hasletleri ve semptomları aşagıda sıralayacagım:

1- Herkesi kendileriyle kıyaslarlar ve/ya kendilerine rakip/düşman görürler. Bu yüzden kimseye güvenmezler… Ozellikle başarılı insanlara karşı içleri haset doludur; kesinlikle iyiliklerini istemezler! Haset ettikleri insanları aşagı çekmek için ellerinden birşey gelse, seve seve yaparlar. Zor durumda kaldıklarında ise, onları övmemek için konuyu dolandırırlar; ve gerekirse başka insanlardan bahseder ve onları överler…

Hasetçilerin bütün karakter(sizlik)lerini üzerlerinde toplarlar. Kesinlikle hakkaniyetli davranmazlar! Olaylara hak-hukuk meselesi olarak (objektif) degil, kendi dar çerceveleri ve kalıplarından bakarlar; ve sadece kendi kararlarını/düşüncelerini önemli görürler (NB: konu hakkında bilgisinin olup-olmadıgının hiç bir önemi yoktur). Haset ettigi kişiye zarar verme şansı eline geçse, karşılıgında dünya yansa umrunda olmaz; o işi gözü kapalı yapar/onaylar! Karşısındakine kendisine verilenin iki katının verilecegini duydugunda, “benim bir gözümü çıkarın” diyen (hasetçi) kişi misali…

2- Tartışmaya girmeye her zaman hazırdırlar ve hiç bir zaman son sözü soylemeden susmazlar! Cevabı olmasa dahi sorun degil; hemen konuyu degiştirirler. Amaçları kesinlikle ögrenmek degildir. Önemli olan etrafindakilere demagoji yapmak ve övü(l)nmektir; bu yüzden tartışma sonu “nasıl susturdum gördünüz!” demeyi ihmal etmezler! ‘Öz eleştiri’ diye bir terim lugatlerinde mevcut degildir.

3- “Okumuşsun ama adam olamamışsın!”, “senin gibi ellisini cebimden çıkarırım!”, “sizin gibi vatan haini degiliz”, “komünist/Ermeni dölü/gavur”, “okusak sizi geçerdik”, “sümüklünün tekiydi bu!”, “boş işlerle ugraşıyorsunuz”, “siz giderken, biz geliyorduk!”, “sen kendini ne sanıyorsun!”, “agzını-burnunu dagıtırım!” gibi seviyesizce lafları çok kullanırlar. Özellikle haset ettikleri insanlara karşı…

4- Önemsiz şeyleri dahi (basit bir spor müsabakası gibi) hayat-memat meselesi gibi görürler. Cünkü ‘rakibin’ yenilmesi kendi ezikliklerini tatmin etmeleri adına çok önemlidir! Bu tarz gövde gösterilerine çok önem verirler! Devamlı birileriyle (halk tabiriyle, affedersiniz) ‘sidik yarışı’ içindedirler!

Bilimle, ilmiyle, görgüsüyle, başarılarıyla bir yerlere gelemeyecekleri için lüks araba-ev alarak kendilerini gösterme derdine girerler. Aç kalır, yine de o lüks arabanın parasını biriktirir. Cünkü ezikligini tatmin etmekten daha önemli birşey yoktur hayatında!

Bu tabloda sadece ezik insanlardan bahsediyorum. Ayrica soldaki meslekleri daha asagi gordugumden degil, altinda calisan insanlar ve/yada uzerindeki sorumluluga gore siraladim. Genelde ezik insanlarin asil yuzleri eline gucu gecirince ortaya cikiyor!

Ezik insanlar için genel ‘Azgınlık endeksi v Meslek’ tablosu. Anlatmak istediğim, ezik insanların asıl (zalim, karaktersiz) yüzleri genelde ellerine gücü geçirince ortaya çıkıyor! Soldaki meslekleri daha aşağı gördügümden değil, altında çalışan insanlar ve/yada üzerindeki sorumluluğa göre sıraladım (bazılarının yeri degişebilir). Buradaki kesinlikle bilimsel bir çalışma degil; benim genel olarak düşüncelerimdir. Istisnalar elbette vardır (hem iyi, hem kötü yönde); ve çoktur (inşallah iyi yönde!)

5- Kendisinin hiç bir katkısı olmamasına ragmen, başarılardan kendisine pay çıkarmanın yollarını arar. Ve onlarca kez anlatma geregi duyar (ornekler: “ben demiştim!”, “soylemiştim şimdi gol olacak diye!”; “sizi sandıga gömdük!”; “ben olmasam, olmazdı”). Bir çogu hayatta hiçbir şey üretemeyip, başkalarının ürettikleri üzerinden kendini ispatlamaya(!) çabalar. Milliyetçilik ve dincilik çogu kez sıgındıkları limanlardır.

6- Kendilerine/ailelerine/mahallesine dahi faydaları olmamasına ragmen, din, vatan, millet, ümmet edebiyatını çok yaparlar ki kendileriyle ilgili ‘Dünya arenası’nda da övünecek birşeyler bulsunlar. Kazandıkları ufak başarıları devleştirirler; yaptıkları ufak iyilikleri onlarca kez anlatırlar.

7- Iş yerlerinde/hayatlarında biraz yükselirlerse, etrafındakilere bunu hissettirirler ve yonettigi insanlara gittikçe otoriter davranırlar. Ezmek fıtratlarındadır! Siddetli bir şekilde insanlar “hep beni konuşsun/övsün” isterler. ‘Alt’ında gördükleriyle asla yüz/göz olmaz, (gerçek manada) istişare yapmazlar!

8- Hayatda tek önemli gördükleri şey para, mal ve mülk yıgmaktır. O yüzden gezme/görme, sanat, sinema/tiyatro gibi aktivitelere para harcamazlar… “Harcarsam, eski günlere döneriz” korkusu içlerine işlemiştir… Bir türlü kurtulamazlar! Bundan dolayı cimridirler de. Allah rızası için dahi elleri cebine gitmez (ama bu din edebiyatı yapmalarına mani degildir)!

9- Bir duruş sergileyemezler (bu konuda Insanın bir ‘duruş’u olmalı yazıma da bakabilirsiniz). “Aman işsiz/aç kalırım!” korkusu hep akıllarının bir kenarındadır. O yüzden zalime ve/yada ‘üst’üne karşı onların haksız olduklarını bildiklerinde dahi dik duramazlar… Hatta istedikleri gücü/makamı ele geçirene kadar öpmedik el/etek/ayak bırakmazlar! Daima birilerine yaranmaya çalışırlar ve her zaman güçlünun yanında yer alırlar! Sürü psikolojisiyle hareket ederler çogu kez.

Bu yüzden eziklerin arasından (akademisyen dahi olsa!) olaylara eleştirel yaklaşabilen entellektüellerin çıkması da imkansızdır! Insanımızın müthiş potansiyeline ragmen ‘entellektüel insan fakirligi’ yaşamasının en baş sebeplerinden biri de bana göre budur.

10- Düz mantık düşünür, açık görüşlü düşünemezler. Kalıpları ve ‘tartışılmaz dogru’ları çoktur; ve bunları tartışanlara karşı nefret doludurlar. Kesinlikle saygıları yoktur… Mesela (örnek olarak) kendisi ‘Dinci’ geçinen bir tip ise, farklı düşünenleri ‘Cehennemin odunu’ olarak görür; ve aşagılar (aşagılık olan kendisi olmasına ragmen!). Vicdanlarını kaybetmişlerdir! Insanları hep negatif şekilde genellerler! Her konuda bir fikirleri vardır, ama araştırmaya/okumaya ihtiyaçları yoktur!

11- ‘Batılı’lara karşı içten içe bir aşagılık kompleksleri vardır; ve (madde 4’deki gibi) onlarla karşılaşınca kendilerini göstermeye çalışırlar! Batılı herhangi birine karşı aldıgı galibiyet/başarıyı bütün Batı’ya karşı bir ‘savaş’ kazanmış gibi gösterirler.

12- (Az da olsa) Sevdikleri (özellikle geçmiş tarihten) insanları (tabir-i caizse) peygamberleştirirler (hatasız görürler); sevmedikleri (yine, özellikle tarihi) insanları ise şeytanlaştırırlar… Bu sayede onların başarılarından pay alır (aldıklarını sanır); hata/günahlardan kendilerini arındırırlar.

13- Haset ettikleri insanlarda hata ararlarki kendi (sürekli işledikleri) suç/günahlarına mazeret bulsunlar. “Sende şunu yapmıştın”, “bunu herkes yapıyor”, “senin hiç mi suçun yok?” gibi lafları agızlarında sakız yaparlar. Birde gerçekten bir hatanı buldularsa, onu artık her tartışmada (alakalı-alakasız, konusu önemli degil) önüne getirirler.

14- Biraz ellerine para-mal-mülk-makam geçse, ‘sonradan görme’ oldukları hemen belli olur. Cünkü altında Ferrari dahi olsa ‘mazlum edebiyatı’ yaparlar… Cünkü bilirler; ‘mazlum’ edebiyatı en güçlü silahlarıdır! Her türlü günahlarına, suçlarına, pisliklerine (kendileri gibi cahil insanların gözünde) örtüdür!

Yukarıda bazı gözlemlerimi sıraladım. Yazdıklarımın hepsi ezik insanların ‘karakter’leri uzerineydi. Ben delikanlıca konuşanları severim. O yüzden bende öyle davranmaya çalışacagım ve açık konuşacagım: Günümüzden örnek vermem gerekirse, ‘Siyasi Islamcı’ların neredeyse hepsi tam manasıyla ezik! Su an siyasi güçte ellerinde oldugundan bir çogunun gerçek yüzü ortaya çıkmıştır! Nasıl dinin içini boşaltmış sahtekarlar oldukları… Devlet malını talan eden, yalancı, hırsız, arsız, yolsuz, torpilci oldukları… Vicdanlarını kaybetmiş, çapsız tipler oldukları… Bir duruşları da yok; bugün ‘ak’ dedigine, yarın çok kolay ‘kara’ diyebilirler! Sosyal medyada dolaşan örneklerinin bir çogu klavye arkasına saklanıp, kendilerini bir ‘adam’mış gibi takdim eden, rezil-kepaze-cahil-cüheladır!

IŞİD gibi terör örgütleri dahi ezik bir sürü hiç bir işe yaramaz, kendine dahi faydası olmayan, İslamın ‘İ’sini dahi anlamamış, ‘hiç oglu hiç’, serseri/ayyaş genci ‘İslam/müslümanlık’ adı altında toplayarak/kandırarak akıl almaz vahşetlere sevkediyorlar. Müslümanlıgı, kendi din anlayışının dışındakilerin (yani insanlıgın 99%’unun, müslümanların çogu da dahil) canlarını alma ve haklarını gasp etme yetkisini elinde bulundurma olarak gören zavallıların ülkemizi ve dünyayı yaşanmaz hale getirmeye çalıştıgı bu dönemde ‘aklı selim’e ve cesur entellektüel seslere, ama en çokta eziklikten (ve cehaletden) kurtulmaya ihtiyacımız var.

Burada saydıgım kötü hasletler sadece ‘ezik’ insanlara ait olacak diye birşey yok… Her kesimden kendini aşırı şekilde begenmiş, güç zehirlemesi yaşamış, bencil insanlarda bulunabilecek özelliklerden bazıları da yukarıda vardır… Ben burada sadece ezik insanlar üzerine odaklanmaya calıştım…

Peki ezikligimizi nasıl yeneriz? Kendi gözlemlerime göre (i) her ceşit (ırk, dil, din, mezhep, ideoloji farketmez) insanla tanışıp, onların fikirlerine de saygı duymayı (ve/yada tolere etmeyi) ögrenerek; (ii) Dünya klasikleri ve benzer literatürü okuyarak; (iii) Dünya’yı gezerek; (iv) Insanlarla kendimizi (mal-mülk-makam-başarı anlamında) kıyaslamayı bırakıp, herkesi kendi dünyasında bir ‘birey’ olarak degerli görerek; (v) Kimseye karşı kin-nefret-garez-haset beslemeyerek…

Hayatda çektigimiz sıkıntıları bir eziklik kaynagı olarak degil, güç kaynagı olarak görmeliyiz; ve mental olarak daha da güçlü hale gelmeye çalışmalıyız… Nietzsche’nin hakikat dolu “seni öldürmeyen şey güçlü kılar” sözü de (kuyuya düşen eşeğin menkıbesi gibi) bu anlamda manalıdır…

Bir dua ile bitirecegim: Allah ıslah etsin hepimizi; ve özellikle Islam alemini bu ‘eziklik’ten kurtarsın! Geçmişte çektigimiz ve bazılarını hala çekiyor oldugumuz eziyetlerin psikolojik (ve sosyo-ekonomik) prangalarından kurtarıp, kendimizi yeniden geliştirmenin ve ‘dirilme’nin yollarını göstersin! Amin!

PS: (Biraz ilginc bir gözlem olacak ama) Nedense ‘ezik’ tipler (bütün gün) Arabesk tarzı şarkılar dinlemeyi çok seviyorlar; keşke sadece bununla kalsalardı. (NB: Arabesk dinleyen herkes eziktir demek degil bu; yazdıklarım/söylediklerime ekstra anlamlar yüklemeyelim)

Bu yazım, eski Epidemik cehalet yazımla benzerlikler gösteriyor; o yüzden bazı konuları oraya havale ediyorum. Cünkü (bu tarz) ezikler, aynı zamanda cahildir!

PPS: Soruyorum; nezaket, incelik, etik ve insanlık bilmeyen; estetik, sanat, ilim/bilim ve zerafet düşmanı ‘islamcı’lara! Bu ayet size de inmedi mi?
“Siz, insanların iyiligi için ortaya çıkmış en hayırlı ümmetsiniz!” (Al-i Imran 3/110)

Fakat ayetin tam aksisiniz! Dünyanın her milletinden, ideolojisinden, dininden insan tanıdım; (siyasal) islamcılar kadar kaba, yalancı/takiyyeci, talancı, dolandırıcı, cahil, görgüsüz, hasetçi, vicdansız ve şiddet eğilimli bir güruh görmedim. Fakat bir veba salgını gibi Islam dünyasının her yerine yayıldı bu ideoloji; ve dünya kamuoyunda Islam’ın pak çehresini kapkara hale getirdi!

Biz müslümanların bu ‘islamcılık’ akınından bir an evvel kurtulması lazım artık! Firavuna dahi yumuşak dille konuşmamızı emreden Yaradanın (Taha 20/44); namaz kılmak için bile önce eşinden (Hz. Aişe annemizden) izin alan Peygamberin (sav) dininin mensupları olarak, nezaket, zerafet, incelik sahibi olmamanın da (ulema arasında) “günah mı? degil mi?” tartışılması lazım bence; çünkü bu iş böyle gitmez! Yukarıdaki ayetle şereflendirilmiş müslümanlara hiç yakışmıyor bu igrenç karakter(sizlik)ler!
Böyle giderse, ezik, hayatdan beklentisi kalmamış, depresif insanların, cahil-cuhelanın dışında kimse bu dine girmez (girmiyor da!); cahil-cuhelanın dışında kimse de bu dinde kalmaz.

Read Full Post »

Birçok kez şuurlu (farkında olarak, özellikle babam), ama çogu kez de farkında olmadan anne-babam bana (ve kardeşlerime) birçok hayat dersi vermeye çalıştılar; ve verdiler/ögrettiler. Istemek/çalışmak ayrı, başarmak apayrı… Bazı anne-babalar çocuklarını küçümseyip “anlamazlar” sanıyorlar, fakat çocuklar her zaman anne-babalarını gözlemlerler; ve çogu kez taklit ederler. Cocukken yaptıklarımız – zorla, sevdirilmeden ve/ya anlatmadan yaptırılmamışsa – sonradan karakterimizi etkiler; ve “kişi 7’sinde neyse, 70’inde de odur” deyimi çogu kez dogru çıkar. Ornegin çocugu döverek/zorla terbiye etmeye kalkarsan, yarın büyüyüp, size ihtiyacı kalmadıgında anne-babanın tüm ögrettiklerini terk edeceklerdir. Hadi o zaman da döv; tabi dövebiliyorsan!

Bu yazıyı sadece kendi gözlemlerimi paylaşmak için yazıyorum (tum önceki yazılarım gibi). Isteyen istedigini alabilir…

Babamla başlayacagım…

1- Ben kendimi bildim bileli kimsenin malında, parasında, makamında gözüm olmadı. Kendi işime-gücüme baktım; başarılı olmak için çabaladım ve Allah bana birçok insana nasip etmedigi başarıları (ve nimetleri) nasip etti. Bugün anlıyorum ki bunun babamın bize helal para yedirmesiyle birebir ilişkisi var. Ama gerçekten (tabiri caizse) kılı kırk yararak yaşadı; ve ‘gerçekten helal’ yedirdi. Yoksa sorsak herkes “çocuklarıma helal lokma yedir(iyorum)dim” der, ama kaç tanesi gerçekten helal yediriyordur, sayıları nispeten çok azdır kanaatimce. Mesela kişi ‘iş-veren’se, kaç tanesi işçisinin hakkını tamamıyla veriyordur. Işçi ise, kaç tanesi işini gerçekten düzgün bir şekilde yapıyordur. Kaç tanesi torpil yapmadan, hak ederek bir yerlere girmiştir (ya da haketmedigi bir iş için birilerini aracı etmiştir)? Konumuz bu olmadıgı için uzerinde fazla durmayacagım. Vicdanında herkes biliyor bu soruların cevabını – en önemlisi de Allah biliyor! Insan helalinden kazanınca, hem dünyevi manada, hemde vicdanen mutlu oluyor. Kanaat etmeyi, işini dürüst yapmayı, kimsenin hakkına girmemeyi, Allah’tan başka kimseye dünya namına veremeyecegin bir hesabının olmaması; bunlar çok önemli şeyler! Hayatdaki en önemli şeyin ‘mutluluk sahibi olmak’ oldugunun, ve bunu da ancak helalinden (dürüst) iş yaparak kazanabileceginin canlı şahidi oluyorsun.

2- Babam bize bunun kadar önemli başka bir şey ögrettiyse, o da sadece çok çalışarak önemli yerlere gelebilecegimizi ögretmesidir. Yurt dışında da yaşasan, fakir de olsan, farklı bir dinden-dilden-görünüşten de olsan, hakeden adamın önünü kimsenin alamayacagını ögretti. “Hakkım yeniyor” diye aglayıp sızlama yerine, gerçekten işe yarar bir adam olursan, kimse senin yerine başka ‘işe yaramaz’ bir adamı tercih etmez. Bir yerde olmazsa, başka yerde mutlaka alırlar. Bundan dolayı çok çalıştım; başkalarından fazla çalıştım; ve Allah’ın da izniyle hep başarılı oldum.

3- Babam ayrıca kimsenin evde sigara içmesine izin vermezdi – yaşlılara ve kendi kardeşlerine bile. (Ben ve hiçbir kardeşim sigara içmez.)

4- Amcalarımın/büyüklerimizin bizimle ilgilenmek ve bizi güldürmek için yaptıkları fakat kandırmalı şakalarına bile ciddi bir şekilde karşı çıkardı. Mesela bir parmagını gösterip “bu hangi sayı?” diye sorarlardı. Tabi “bir” derdik. Sonra iki parmagını birleştirip, “peki, bu hangi sayı?” diye tekrar sorarlardı; biz de “iki” derdik. Fakat amcam “hayır, bu ‘kalın-bir’” derdi. Biz de şaşırırdık. Fakat bunu babam gördügünde onlara dönup “çocukları kandırmayın” der, sonra da bize dönüp “hayır kızım/oglum, siz dogrusunuz; evet bu da ‘bir’” derdi.

 

Anneme gelecek olursak…

Babam genellikle, çocukluk yıllarımızda bizimle fazla (istedigi/istedigimiz kadar) ilgilenemedi. Cünkü hem çalıştı-para kazandı, hem okudu (doktora yaptı), hem bize baktı; başkalarının işleriyle de (yardım etmek için) çok ugraştı. Cok fedakar bir insandı. Bu yüzden neredeyse hayatının her döneminde çok yogun bir hayat yaşadı.

1- Bundan dolayı bizimle genellikle annem ilgilendi; ve çocukken ne ögrendiysek çogunu annemizden ögrendik. Annemin üniversite diploması yoktu fakat kendisini çok iyi yetiştirmiş bir insandı. Babam fedakarlık ve cefakarlıkta ‘bir’se, annem (nispeten) ‘on’du. Bize okumamızı, kötü alışkanlıklardan uzak durmamız ve vatana-millete-insanlıga faydalı insanlar olmamız gerektigini bıkmadan-usanmadan anlatarak, bizim yaramazlıklarımıza sabrederek, büyük fedakarlıklar yaparak ögretti; ve bu öğretileri içimize adeta işledi. Bizimle çok yakın bir bağ kurdugundan (korktugumuzdan degil) ona karşı saygısızlık yapmaya çocukken bile uzak dururduk. Bu yüzden bize bazen ufak hatalarımızdan dolayı kızdıgında bile karşı çıkmazdık. Mesela üzerimde azıcık sigara kokusu bile olsa çok kötü kızardı. “Yok anne biz degil, arkadaşlar içti” desek te, “o zaman, o arkadaşlarından uzak dur!” derdi. Agzımızdan küfür çıksa ve/yada ‘edep dışı’ sayılacak olayları konuştugumuzu duysa hemen kızardı. Hem de çok! (Ailemizde agzı küfürlü kimse yok)

2- Fakir degildik çok şükür; evde (memur maaşıyla) tek parayı kazananın babaların oldugu her Türk ailesi gibiydi bizim durumumuzda – yani ‘orta hal’ denebilir. Fakat çok kanaatkar bir aileydik. Annem ögretti bunu da bize. Belki farkında dahi olmadan… Bunun ne kadar önemli oldugunu şimdi anlıyorum. Eger zengin/kalbur-üstü bir aileden gelmiyor ama hayatda gerçekten başarılı olmak istiyorsanız, nispeten çok çok daha az *hata yapma şansınız/hakkınız oluyor. Cok şükür bugün (genç ve nispeten başarılı bir akademisyen olarak) dönüp baktıgımda (Allah’a karşı verecek çok hesabım var fakat) dünya namına hesabını veremeyecegim bir suçum, yüz kızartıcı bir halim ya da bilerek hakkına girdigim/yarı yolda bıraktıgım bir insan hatırlamıyorum. Genç yaşıma ragmen kanaatkar olmanın ve (çapım yettigince) haramdan/kul hakkından uzak durmanın başarılarımda ne kadar büyük bir payının oldugunu yeni yeni anlıyorum. Insanlar kısa zamanda ‘köşeyi dönmenin’ peşinde koşarken, ben sabırla okudum, çalıştım, ve bir çogunun (akademik olarak) başaramadıgını başardım…

 

Ne annem, ne de babam, bizi hiç bir zaman kısıtlamadılar. Dindar olmalarına ragmen, dindar insanların çogu kez başaramadıgı ‘açık görüşlü olmayı’ başardılar; ve bize de tembihlediler. Kesinlikle “şunu-bunu yapma” demediler. “Her işin bir adabı vardır, adabına gore yapın” dediler. Babam bana hep “Mesut bey” diye hitap ederdi. Bir şey sordugumda ya da kendisine muhalefet ettigimde “ya Hu napacan?” ya da “git işine yorgunum şimdi!” demek yerine, bana anlatmaya çalışırdı. Bana hep bilginleri, bilim adamlarını ve alimleri örnek gösterirdi. Kendilerinden birşeyler ögrenebilecegim, kaliteli ve ahlaklı insanlarla tanıştırırdı. Şaka yollu da olsa, sınavlarımızda 95’te alsak, “neden 100 almadın?” diye tembihlerdi… Bu sayede belki de rehavete düşmemizi engellemeye çalışırdı.

Son olarak, annemin de, babamın da agızları hep dualıdır. Duaları sayesinde hep önümün açıldıgını gördüm hayatta. Bunun da onemini yeni yeni anlıyorum; ve herkese tavsiye ediyorum “anne-babanızın duasını alın mutlaka” diye.

Tabi “hatasızdılar” ya da “mükemmeldiler” demiyorum. Onlar da gençti; kimse onlara ‘anne-babalık nasıl yapılır?’ı ögretmedi. Onlerinde öyle çok iyi örnekler de yoktu. Hem babam, hem annem devamlı güçlü olmak zorunda kaldılar. Ne kadar güçlü de olsalar, bazen yorulmuş, bazen ‘tepeleri atmış’, ve (bize ya da birbirlerine) kendi yüksek seviyelerine yakışmayacak bir-iki davranışta bulunmuş olabilirler… Fakat kendilerini hep geliştirdiler; ve zamanla bazı şeyleri daha iyi yapmaya ve bizlere karşı daha sabırlı ve toleranslı davranmayı ögrendiler. Fakat yaptıkları tonlarca iyi iş karşısında, bir-iki ufak hatayı hatırlatmak hakkaniyetli bir davranış olmaz. Ayrıca onları eleştirmek haddime degil.

Allah onları başımızdan eksik etmesin!

*Bu durumda olmanın en büyük handikapı , arkadaşlarının çogu ‘gelecegi parlak olmayan’ tipler oluyor. Suç, kötü alışkanlıklar, cehaletden doğan ahlaksızlıklar vs. diz boyu. Allah korudu bizleri!

 

PS: Bizim kültürümüzde, genel olarak anne ‘terbiyeci’, baba ise ‘rol model’dir çogu zaman. Insana terbiye sınırlarını, adabı ve kanaati anne öğretir; baba ise çocuklarının onünü açar (ya da kapatır) ve büyük işler başarabileceklerine inandırtır onlara (ya da bu inancı bitirir ve çocuk ‘ezik’ bir tip olur)!

Read Full Post »