Feeds:
Posts
Comments

Posts Tagged ‘haram’

Birçok kez şuurlu (farkında olarak, özellikle babam), ama çogu kez de farkında olmadan anne-babam bana (ve kardeşlerime) birçok hayat dersi vermeye çalıştılar; ve verdiler/ögrettiler. Istemek/çalışmak ayrı, başarmak apayrı… Bazı anne-babalar çocuklarını küçümseyip “anlamazlar” sanıyorlar, fakat çocuklar her zaman anne-babalarını gözlemlerler; ve çogu kez taklit ederler. Cocukken yaptıklarımız – zorla, sevdirilmeden ve/ya anlatmadan yaptırılmamışsa – sonradan karakterimizi etkiler; ve “kişi 7’sinde neyse, 70’inde de odur” deyimi çogu kez dogru çıkar. Ornegin çocugu döverek/zorla terbiye etmeye kalkarsan, yarın büyüyüp, size ihtiyacı kalmadıgında anne-babanın tüm ögrettiklerini terk edeceklerdir. Hadi o zaman da döv; tabi dövebiliyorsan!

Bu yazıyı sadece kendi gözlemlerimi paylaşmak için yazıyorum (tum önceki yazılarım gibi). Isteyen istedigini alabilir…

Babamla başlayacagım…

1- Ben kendimi bildim bileli kimsenin malında, parasında, makamında gözüm olmadı. Kendi işime-gücüme baktım; başarılı olmak için çabaladım ve Allah bana birçok insana nasip etmedigi başarıları (ve nimetleri) nasip etti. Bugün anlıyorum ki bunun babamın bize helal para yedirmesiyle birebir ilişkisi var. Ama gerçekten (tabiri caizse) kılı kırk yararak yaşadı; ve ‘gerçekten helal’ yedirdi. Yoksa sorsak herkes “çocuklarıma helal lokma yedir(iyorum)dim” der, ama kaç tanesi gerçekten helal yediriyordur, sayıları nispeten çok azdır kanaatimce. Mesela kişi ‘iş-veren’se, kaç tanesi işçisinin hakkını tamamıyla veriyordur. Işçi ise, kaç tanesi işini gerçekten düzgün bir şekilde yapıyordur. Kaç tanesi torpil yapmadan, hak ederek bir yerlere girmiştir (ya da haketmedigi bir iş için birilerini aracı etmiştir)? Konumuz bu olmadıgı için uzerinde fazla durmayacagım. Vicdanında herkes biliyor bu soruların cevabını – en önemlisi de Allah biliyor! Insan helalinden kazanınca, hem dünyevi manada, hemde vicdanen mutlu oluyor. Kanaat etmeyi, işini dürüst yapmayı, kimsenin hakkına girmemeyi, Allah’tan başka kimseye dünya namına veremeyecegin bir hesabının olmaması; bunlar çok önemli şeyler! Hayatdaki en önemli şeyin ‘mutluluk sahibi olmak’ oldugunun, ve bunu da ancak helalinden (dürüst) iş yaparak kazanabileceginin canlı şahidi oluyorsun.

2- Babam bize bunun kadar önemli başka bir şey ögrettiyse, o da sadece çok çalışarak önemli yerlere gelebilecegimizi ögretmesidir. Yurt dışında da yaşasan, fakir de olsan, farklı bir dinden-dilden-görünüşten de olsan, hakeden adamın önünü kimsenin alamayacagını ögretti. “Hakkım yeniyor” diye aglayıp sızlama yerine, gerçekten işe yarar bir adam olursan, kimse senin yerine başka ‘işe yaramaz’ bir adamı tercih etmez. Bir yerde olmazsa, başka yerde mutlaka alırlar. Bundan dolayı çok çalıştım; başkalarından fazla çalıştım; ve Allah’ın da izniyle hep başarılı oldum.

3- Babam ayrıca kimsenin evde sigara içmesine izin vermezdi – yaşlılara ve kendi kardeşlerine bile. (Ben ve hiçbir kardeşim sigara içmez.)

4- Amcalarımın/büyüklerimizin bizimle ilgilenmek ve bizi güldürmek için yaptıkları fakat kandırmalı şakalarına bile ciddi bir şekilde karşı çıkardı. Mesela bir parmagını gösterip “bu hangi sayı?” diye sorarlardı. Tabi “bir” derdik. Sonra iki parmagını birleştirip, “peki, bu hangi sayı?” diye tekrar sorarlardı; biz de “iki” derdik. Fakat amcam “hayır, bu ‘kalın-bir’” derdi. Biz de şaşırırdık. Fakat bunu babam gördügünde onlara dönup “çocukları kandırmayın” der, sonra da bize dönüp “hayır kızım/oglum, siz dogrusunuz; evet bu da ‘bir’” derdi.

 

Anneme gelecek olursak…

Babam genellikle, çocukluk yıllarımızda bizimle fazla (istedigi/istedigimiz kadar) ilgilenemedi. Cünkü hem çalıştı-para kazandı, hem okudu (doktora yaptı), hem bize baktı; başkalarının işleriyle de (yardım etmek için) çok ugraştı. Cok fedakar bir insandı. Bu yüzden neredeyse hayatının her döneminde çok yogun bir hayat yaşadı.

1- Bundan dolayı bizimle genellikle annem ilgilendi; ve çocukken ne ögrendiysek çogunu annemizden ögrendik. Annemin üniversite diploması yoktu fakat kendisini çok iyi yetiştirmiş bir insandı. Babam fedakarlık ve cefakarlıkta ‘bir’se, annem (nispeten) ‘on’du. Bize okumamızı, kötü alışkanlıklardan uzak durmamız ve vatana-millete-insanlıga faydalı insanlar olmamız gerektigini bıkmadan-usanmadan anlatarak, bizim yaramazlıklarımıza sabrederek, büyük fedakarlıklar yaparak ögretti; ve bu öğretileri içimize adeta işledi. Bizimle çok yakın bir bağ kurdugundan (korktugumuzdan degil) ona karşı saygısızlık yapmaya çocukken bile uzak dururduk. Bu yüzden bize bazen ufak hatalarımızdan dolayı kızdıgında bile karşı çıkmazdık. Mesela üzerimde azıcık sigara kokusu bile olsa çok kötü kızardı. “Yok anne biz degil, arkadaşlar içti” desek te, “o zaman, o arkadaşlarından uzak dur!” derdi. Agzımızdan küfür çıksa ve/yada ‘edep dışı’ sayılacak olayları konuştugumuzu duysa hemen kızardı. Hem de çok! (Ailemizde agzı küfürlü kimse yok)

2- Fakir degildik çok şükür; evde (memur maaşıyla) tek parayı kazananın babaların oldugu her Türk ailesi gibiydi bizim durumumuzda – yani ‘orta hal’ denebilir. Fakat çok kanaatkar bir aileydik. Annem ögretti bunu da bize. Belki farkında dahi olmadan… Bunun ne kadar önemli oldugunu şimdi anlıyorum. Eger zengin/kalbur-üstü bir aileden gelmiyor ama hayatda gerçekten başarılı olmak istiyorsanız, nispeten çok çok daha az *hata yapma şansınız/hakkınız oluyor. Cok şükür bugün (genç ve nispeten başarılı bir akademisyen olarak) dönüp baktıgımda (Allah’a karşı verecek çok hesabım var fakat) dünya namına hesabını veremeyecegim bir suçum, yüz kızartıcı bir halim ya da bilerek hakkına girdigim/yarı yolda bıraktıgım bir insan hatırlamıyorum. Genç yaşıma ragmen kanaatkar olmanın ve (çapım yettigince) haramdan/kul hakkından uzak durmanın başarılarımda ne kadar büyük bir payının oldugunu yeni yeni anlıyorum. Insanlar kısa zamanda ‘köşeyi dönmenin’ peşinde koşarken, ben sabırla okudum, çalıştım, ve bir çogunun (akademik olarak) başaramadıgını başardım…

 

Ne annem, ne de babam, bizi hiç bir zaman kısıtlamadılar. Dindar olmalarına ragmen, dindar insanların çogu kez başaramadıgı ‘açık görüşlü olmayı’ başardılar; ve bize de tembihlediler. Kesinlikle “şunu-bunu yapma” demediler. “Her işin bir adabı vardır, adabına gore yapın” dediler. Babam bana hep “Mesut bey” diye hitap ederdi. Bir şey sordugumda ya da kendisine muhalefet ettigimde “ya Hu napacan?” ya da “git işine yorgunum şimdi!” demek yerine, bana anlatmaya çalışırdı. Bana hep bilginleri, bilim adamlarını ve alimleri örnek gösterirdi. Kendilerinden birşeyler ögrenebilecegim, kaliteli ve ahlaklı insanlarla tanıştırırdı. Şaka yollu da olsa, sınavlarımızda 95’te alsak, “neden 100 almadın?” diye tembihlerdi… Bu sayede belki de rehavete düşmemizi engellemeye çalışırdı.

Son olarak, annemin de, babamın da agızları hep dualıdır. Duaları sayesinde hep önümün açıldıgını gördüm hayatta. Bunun da onemini yeni yeni anlıyorum; ve herkese tavsiye ediyorum “anne-babanızın duasını alın mutlaka” diye.

Tabi “hatasızdılar” ya da “mükemmeldiler” demiyorum. Onlar da gençti; kimse onlara ‘anne-babalık nasıl yapılır?’ı ögretmedi. Onlerinde öyle çok iyi örnekler de yoktu. Hem babam, hem annem devamlı güçlü olmak zorunda kaldılar. Ne kadar güçlü de olsalar, bazen yorulmuş, bazen ‘tepeleri atmış’, ve (bize ya da birbirlerine) kendi yüksek seviyelerine yakışmayacak bir-iki davranışta bulunmuş olabilirler… Fakat kendilerini hep geliştirdiler; ve zamanla bazı şeyleri daha iyi yapmaya ve bizlere karşı daha sabırlı ve toleranslı davranmayı ögrendiler. Fakat yaptıkları tonlarca iyi iş karşısında, bir-iki ufak hatayı hatırlatmak hakkaniyetli bir davranış olmaz. Ayrıca onları eleştirmek haddime degil.

Allah onları başımızdan eksik etmesin!

*Bu durumda olmanın en büyük handikapı , arkadaşlarının çogu ‘gelecegi parlak olmayan’ tipler oluyor. Suç, kötü alışkanlıklar, cehaletden doğan ahlaksızlıklar vs. diz boyu. Allah korudu bizleri!

 

PS: Bizim kültürümüzde, genel olarak anne ‘terbiyeci’, baba ise ‘rol model’dir çogu zaman. Insana terbiye sınırlarını, adabı ve kanaati anne öğretir; baba ise çocuklarının onünü açar (ya da kapatır) ve büyük işler başarabileceklerine inandırtır onlara (ya da bu inancı bitirir ve çocuk ‘ezik’ bir tip olur)!

Read Full Post »

Mekke’de cezalandırılıp eziyet çektigimiz zaman Hz. Muhammet (Sav) ‘Habeşistan’a gidin!’ dedi. ‘Adil kralın ülkesidir. Orada kimseye haksızlık yapılmaz!’” – Cafer bin Ebu Talip (r.a.), Cagrı filminden

 

Popülizm maalesef ülkemizde (ve ümmetde) çok ekmek yediriyor siyasetçilerimize. Maalesef popülist soylemleri en iyi kullananlar, en yüksek oyları alıyorlar. Ozellikle de din siyasete alet edilince bir sinerji oluşuyor. Saf düşünceli insanlar bu tarz soylemler karşısından hipnoz oluyor ve gözleri boyanıyor. Artık at gözlügüyle bakmaya başlıyorlar. Bu hipnoz edici söylemleri yapanlara karşı en ufak bir itiraz bile ‘vatan hain’ligi olarak görülebiliyor. “Bak yine Israil-Amerika lobisi iş başında” gibi lafları az duymuyoruz. Işin vahim tarafı bunları gerçekten inanarak söylüyorlar.

Artik popülizmi bırakmanın ve hakkaniyetli davranmanın vakti geldi, geçiyor… Somut belgelerle, istatistiklerle, delillerle işlerimizi yapmayı ögrenmemiz lazım. Birisi herhangi bir konuda “Batı”yı eleştiriyorsa, ben o kişinin soylediklerini ne kadar somut delillerle destekledigine ve kendisinin temas ettigi konuda neler yaptıgına bakıyorum. Ornegin Islamofobi konusunda Avrupa/Amerika’yı eleştiren bir siyasetçi, acaba Islamofobi’nin ve müslümanlara yapılan saldırıların azalması için ne gibi çalışmalar yapıyor (e.g. diplomasi yoluyla), kendi ülkesindeki diger dinden insanlara saygısı ne kadar, ve Avrupa/Amerika’daki islamofobiyle ilgili ne gibi istatistikler var elinde. Bu sadece bir örnek, onlarca örnek verilebilir (e.g. Batı medyası, Batı’da özgürlükler)…

Islamofobi örnegini verdigim için bu konuyla devam etmek istiyorum. Diger aklınıza gelen örneklere uyarlayabilirsiniz… Benim hayatımın çogu Ingilterede geçti. Cok kültürlü bir toplum oldugu için her tür insanla yaşadım, tanıştım. Ayrıca ingilizler ve Birlesik Krallık’ta yasayan diger etnik unsurlara baglı insanlarla da hep içli-dışlı oldum (yani gözlemlerim yüzeysel degil). Sunu en başta soylemeliyim: Ingilterenin bazı mahallelerinde tabiki problem yaşanıyordur fakat ben genel olarak bu insanların başka dinlere ve inançlara çok saygılı oldugunu gözlemledim. Hele bizlere nazaran çok öndeler. Burada başı örtülüsünü geçtim, burkalı (sadece gözleri görünür şekilde) dolaşan binlerce bayan var. Sokaklarda Kuran dagıtıp insanları Islama çagıran yüzlerce insan var. Cuma namazında sokaklara taşan cemaatler dahi gordum. Her okul ve üniversitede cuma namazının kılınması için yerler tahsis ediyorlar. Büyük marketlerde çalışan muslumanların, alkol reyonunda çalışmamasına izin veriyorlar. Müslüman çogunlugun oldugu herhangi bir ülkede düşünelim bu durumu: bırakın gayri-müslimleri, Cuma namazına gidenleri bile işten kovanları ve devletin bu konuda hiçbir uygulanan yasasının olmamasını düşününce, durumun ne kadar içler acısı oldugunu anlatmama gerek yok. Aralarında Ramazan ayının ne oldugunu bilenler, oruç tutanlara saygılılar. Ornegin Ramazan dışında ben ve arkadaşlarım yemeklerimizi dışarıdan alır ve ofiste sohbet ederek yerdik. Fakat Ramazanda arkadaşlarım canım çeker diye bir ay boyunca ofiste yemek yemedi (ve bunu başımada kakmadılar). Ayrıca kendi ulkelerinde zulüm görmüş, buralara sıgınmış ve burada insan yerine konmuş binlerce Müslüman var (Türkiye Türkleri/Kürtleri de dahil). Helal-haram yiyecekler belki bizdekinden daha belirgin…

Kimsenin kimseyle derdi yok! Herkes işinde, gücünde… Bizim bu insanlardan ögrenmemiz gereken çok şey var – nasıl onlarında bizden ögrenebilecekleri şeyler oldugu gibi…

Sadece Muslumanlara degil, yabancılara da genel olarak saygılılar. Ingiltere’de okula başladıgım ilk gün arkadaşlarım beni “merhaba, hoşgeldin”lerle karşıladılar. Hocam (ingiliz bir bayandı) benim ingilizcemin iyi olmadıgını duymuş ve sınıftakilere kendimi evimdeymiş gibi hissedeyim diye Turkce kelimeler dagıtmış. Kardeşlerime de ingilizce bilmiyorlar diye ozel Türkce bilen hoca tutmuşlardı durumları düzelene kadar.

Simdi ben bütün bunları gördükten sonra kusura kalmayın ama mesnetsiz şekilde “Batı şöyle-böyle” diyemem. Sezar’ın dahi hakkını Sezar’a vermek lazım. Tabiki kötü olaylar yaşanabiliyor ama onları “Batı” diye genelleyemeyiz. Nasıl bazı medya kuruluşlarının (Amerika’daki Fox TV gibi, özellikle terörizmle ilgili) genellemelerinden müslümanlar olarak rahatsız oluyorsak, bizde onları genellemeyelim. Somut bilgilerle ve suçlu kişilerle ilgilenelim, ‘genel’le degil!

Medyalarında da işini iyi yapan insanlar oldugu gibi, tetikçi insanlarda bulunuyor tabi. Bu tarz insanlara karşı bizlerinde sesini duyurabilecek yetkililerle irtibata geçmemiz lazım. Ozellikle liberal yazarlar bu konularda ezilen/sesini duyuramayan toplumlara sahip çıkıyorlar. Batının liberalleri, bizdeki liberaller gibi “çakma” degil. Gerçekten samimiyetle ulkemize/cografyamıza bakabilenler var. Ulkemizin dogrusuna dogru, yanlışına yanlış diyenler… Kimin söyledigine degil, söylenen dogrumu ona bakalım!

Sunuda çok duyuyorum: “Onlar Turkiyenin iyiligini düşünmezler!” (Devlet nazarında) Herhalde düşünmeyecek! Bir lafı söylemeden önce birazcık düşünsek çok yol katedecegiz. Sen onların iyiligini düşünüyormusun? Gece uykuların mı kaçıyor “Nasıl yardım edebilirim” diye? Ne bekliyoruz? Bizim için kendilerini öldürsünler mi? Menfaatlerinden feragat mi etsinler? Devletler arasında rekabet her zaman olmuştur, bundan sonrada olacaktır. Paranoyak olmaya da gerek yok! Korkma herkes kendi (devletinin) menfaatini düşünmekte, seni degil! Onlara lanet okumak yerine kendi siyasetçi ve diplomatlarımıza yoneltelim nacizane eleştirilerimizi. Bu ülkemizin somut olarak daha çok yararına olacaktır.

Amerikanlar/Ingilizler kendilerini, devletlerini, ülkelerini eleştirebiliyorlar; ve bu konuda ‘petition’lar aracılıgıyla organize oluyorlar. Seslerini üstdekilere duyuruyorlar. Bizde ise devlet ve devleti yönetenler (haşa!) Tanrı gibi gorülüyor. Eleştirirsen “vatan haini” oluyorsun. Başına eziyet gelirse, “devlete baş kaldırdıgın için” hakketmiş* oluyorsun. Devlet ve milletimizin yanlışlarını** dahi savunmamız bekleniyor.

Kusura bakmayın ama ben yapmayacagım…

Gazze’deki durumu gördükten sonra Birleşmiş Milletler’den (UN Official) Chris Gunness’in videosu… Ayrıca yüzlerce gayri-müslim ve ‘Batılı’, isimli (e.g. Tom Hurndall, Rachel Corrie) yada isimsiz kahramanı da görmezlikten gelmek en yumuşak tabirle ‘vefasızlık’ olur!

PS: Burada verdigim islamofobi ve Batı örneklerini ‘uç’ örnekler olduklarından ve soylemimi daha akılda kalır hale getirmek için kullandım. Fakat bırakın bizim ‘Batı’yla olan münakaşalarımızı, kendi içimizde ki tartışmalarda bile popülist soylemler havada uçuşuyor! Argümanını istatistikle ve/yada somut verilerle destekleyenlerin sayısı çok az! ‘Ajan’, ‘vatan haini’, ‘ülkeyi satmıyoruz sizin gibi’, ‘Amerika uşagı’ gibi soylemler çok prim yapıyor… ‘Vatan haini belirleme bakanlıgı’ kesildi herkes! Yazık bize! Gerçekten çok yazık!

”Müslümana haram çeşme” kıssasını okumanızı tavsiye ederim

** “Islami” terör örgütlerini bile eleştirtmeyenler var. “Sen Müslüman degilmisin?” diyor adam bana. Neymiş, onları desteklemezsem “Batı”yı desteklemiş oluyormuşum. “Birazda onların çocukları ölsün” diyor. Allah akıl fikir versin! Kısır bir döngü içindeyizde haberimiz yok! Vicdanını kaybedenin, pek birşeyi kalmamıştır. Dininden de…

Read Full Post »