Feeds:
Posts
Comments

Posts Tagged ‘hayat’

Birçok kez şuurlu (farkında olarak, özellikle babam), ama çogu kez de farkında olmadan anne-babam bana (ve kardeşlerime) birçok hayat dersi vermeye çalıştılar; ve verdiler/ögrettiler. Istemek/çalışmak ayrı, başarmak apayrı… Bazı anne-babalar çocuklarını küçümseyip “anlamazlar” sanıyorlar, fakat çocuklar her zaman anne-babalarını gözlemlerler; ve çogu kez taklit ederler. Cocukken yaptıklarımız – zorla, sevdirilmeden ve/ya anlatmadan yaptırılmamışsa – sonradan karakterimizi etkiler; ve “kişi 7’sinde neyse, 70’inde de odur” deyimi çogu kez dogru çıkar. Ornegin çocugu döverek/zorla terbiye etmeye kalkarsan, yarın büyüyüp, size ihtiyacı kalmadıgında anne-babanın tüm ögrettiklerini terk edeceklerdir. Hadi o zaman da döv; tabi dövebiliyorsan!

Bu yazıyı sadece kendi gözlemlerimi paylaşmak için yazıyorum (tum önceki yazılarım gibi). Isteyen istedigini alabilir…

Babamla başlayacagım…

1- Ben kendimi bildim bileli kimsenin malında, parasında, makamında gözüm olmadı. Kendi işime-gücüme baktım; başarılı olmak için çabaladım ve Allah bana birçok insana nasip etmedigi başarıları (ve nimetleri) nasip etti. Bugün anlıyorum ki bunun babamın bize helal para yedirmesiyle birebir ilişkisi var. Ama gerçekten (tabiri caizse) kılı kırk yararak yaşadı; ve ‘gerçekten helal’ yedirdi. Yoksa sorsak herkes “çocuklarıma helal lokma yedir(iyorum)dim” der, ama kaç tanesi gerçekten helal yediriyordur, sayıları nispeten çok azdır kanaatimce. Mesela kişi ‘iş-veren’se, kaç tanesi işçisinin hakkını tamamıyla veriyordur. Işçi ise, kaç tanesi işini gerçekten düzgün bir şekilde yapıyordur. Kaç tanesi torpil yapmadan, hak ederek bir yerlere girmiştir (ya da haketmedigi bir iş için birilerini aracı etmiştir)? Konumuz bu olmadıgı için uzerinde fazla durmayacagım. Vicdanında herkes biliyor bu soruların cevabını – en önemlisi de Allah biliyor! Insan helalinden kazanınca, hem dünyevi manada, hemde vicdanen mutlu oluyor. Kanaat etmeyi, işini dürüst yapmayı, kimsenin hakkına girmemeyi, Allah’tan başka kimseye dünya namına veremeyecegin bir hesabının olmaması; bunlar çok önemli şeyler! Hayatdaki en önemli şeyin ‘mutluluk sahibi olmak’ oldugunun, ve bunu da ancak helalinden (dürüst) iş yaparak kazanabileceginin canlı şahidi oluyorsun.

2- Babam bize bunun kadar önemli başka bir şey ögrettiyse, o da sadece çok çalışarak önemli yerlere gelebilecegimizi ögretmesidir. Yurt dışında da yaşasan, fakir de olsan, farklı bir dinden-dilden-görünüşten de olsan, hakeden adamın önünü kimsenin alamayacagını ögretti. “Hakkım yeniyor” diye aglayıp sızlama yerine, gerçekten işe yarar bir adam olursan, kimse senin yerine başka ‘işe yaramaz’ bir adamı tercih etmez. Bir yerde olmazsa, başka yerde mutlaka alırlar. Bundan dolayı çok çalıştım; başkalarından fazla çalıştım; ve Allah’ın da izniyle hep başarılı oldum.

3- Babam ayrıca kimsenin evde sigara içmesine izin vermezdi – yaşlılara ve kendi kardeşlerine bile. (Ben ve hiçbir kardeşim sigara içmez.)

4- Amcalarımın/büyüklerimizin bizimle ilgilenmek ve bizi güldürmek için yaptıkları fakat kandırmalı şakalarına bile ciddi bir şekilde karşı çıkardı. Mesela bir parmagını gösterip “bu hangi sayı?” diye sorarlardı. Tabi “bir” derdik. Sonra iki parmagını birleştirip, “peki, bu hangi sayı?” diye tekrar sorarlardı; biz de “iki” derdik. Fakat amcam “hayır, bu ‘kalın-bir’” derdi. Biz de şaşırırdık. Fakat bunu babam gördügünde onlara dönup “çocukları kandırmayın” der, sonra da bize dönüp “hayır kızım/oglum, siz dogrusunuz; evet bu da ‘bir’” derdi.

 

Anneme gelecek olursak…

Babam genellikle, çocukluk yıllarımızda bizimle fazla (istedigi/istedigimiz kadar) ilgilenemedi. Cünkü hem çalıştı-para kazandı, hem okudu (doktora yaptı), hem bize baktı; başkalarının işleriyle de (yardım etmek için) çok ugraştı. Cok fedakar bir insandı. Bu yüzden neredeyse hayatının her döneminde çok yogun bir hayat yaşadı.

1- Bundan dolayı bizimle genellikle annem ilgilendi; ve çocukken ne ögrendiysek çogunu annemizden ögrendik. Annemin üniversite diploması yoktu fakat kendisini çok iyi yetiştirmiş bir insandı. Babam fedakarlık ve cefakarlıkta ‘bir’se, annem (nispeten) ‘on’du. Bize okumamızı, kötü alışkanlıklardan uzak durmamız ve vatana-millete-insanlıga faydalı insanlar olmamız gerektigini bıkmadan-usanmadan anlatarak, bizim yaramazlıklarımıza sabrederek, büyük fedakarlıklar yaparak ögretti; ve bu öğretileri içimize adeta işledi. Bizimle çok yakın bir bağ kurdugundan (korktugumuzdan degil) ona karşı saygısızlık yapmaya çocukken bile uzak dururduk. Bu yüzden bize bazen ufak hatalarımızdan dolayı kızdıgında bile karşı çıkmazdık. Mesela üzerimde azıcık sigara kokusu bile olsa çok kötü kızardı. “Yok anne biz degil, arkadaşlar içti” desek te, “o zaman, o arkadaşlarından uzak dur!” derdi. Agzımızdan küfür çıksa ve/yada ‘edep dışı’ sayılacak olayları konuştugumuzu duysa hemen kızardı. Hem de çok! (Ailemizde agzı küfürlü kimse yok)

2- Fakir degildik çok şükür; evde (memur maaşıyla) tek parayı kazananın babaların oldugu her Türk ailesi gibiydi bizim durumumuzda – yani ‘orta hal’ denebilir. Fakat çok kanaatkar bir aileydik. Annem ögretti bunu da bize. Belki farkında dahi olmadan… Bunun ne kadar önemli oldugunu şimdi anlıyorum. Eger zengin/kalbur-üstü bir aileden gelmiyor ama hayatda gerçekten başarılı olmak istiyorsanız, nispeten çok çok daha az *hata yapma şansınız/hakkınız oluyor. Cok şükür bugün (genç ve nispeten başarılı bir akademisyen olarak) dönüp baktıgımda (Allah’a karşı verecek çok hesabım var fakat) dünya namına hesabını veremeyecegim bir suçum, yüz kızartıcı bir halim ya da bilerek hakkına girdigim/yarı yolda bıraktıgım bir insan hatırlamıyorum. Genç yaşıma ragmen kanaatkar olmanın ve (çapım yettigince) haramdan/kul hakkından uzak durmanın başarılarımda ne kadar büyük bir payının oldugunu yeni yeni anlıyorum. Insanlar kısa zamanda ‘köşeyi dönmenin’ peşinde koşarken, ben sabırla okudum, çalıştım, ve bir çogunun (akademik olarak) başaramadıgını başardım…

 

Ne annem, ne de babam, bizi hiç bir zaman kısıtlamadılar. Dindar olmalarına ragmen, dindar insanların çogu kez başaramadıgı ‘açık görüşlü olmayı’ başardılar; ve bize de tembihlediler. Kesinlikle “şunu-bunu yapma” demediler. “Her işin bir adabı vardır, adabına gore yapın” dediler. Babam bana hep “Mesut bey” diye hitap ederdi. Bir şey sordugumda ya da kendisine muhalefet ettigimde “ya Hu napacan?” ya da “git işine yorgunum şimdi!” demek yerine, bana anlatmaya çalışırdı. Bana hep bilginleri, bilim adamlarını ve alimleri örnek gösterirdi. Kendilerinden birşeyler ögrenebilecegim, kaliteli ve ahlaklı insanlarla tanıştırırdı. Şaka yollu da olsa, sınavlarımızda 95’te alsak, “neden 100 almadın?” diye tembihlerdi… Bu sayede belki de rehavete düşmemizi engellemeye çalışırdı.

Son olarak, annemin de, babamın da agızları hep dualıdır. Duaları sayesinde hep önümün açıldıgını gördüm hayatta. Bunun da onemini yeni yeni anlıyorum; ve herkese tavsiye ediyorum “anne-babanızın duasını alın mutlaka” diye.

Tabi “hatasızdılar” ya da “mükemmeldiler” demiyorum. Onlar da gençti; kimse onlara ‘anne-babalık nasıl yapılır?’ı ögretmedi. Onlerinde öyle çok iyi örnekler de yoktu. Hem babam, hem annem devamlı güçlü olmak zorunda kaldılar. Ne kadar güçlü de olsalar, bazen yorulmuş, bazen ‘tepeleri atmış’, ve (bize ya da birbirlerine) kendi yüksek seviyelerine yakışmayacak bir-iki davranışta bulunmuş olabilirler… Fakat kendilerini hep geliştirdiler; ve zamanla bazı şeyleri daha iyi yapmaya ve bizlere karşı daha sabırlı ve toleranslı davranmayı ögrendiler. Fakat yaptıkları tonlarca iyi iş karşısında, bir-iki ufak hatayı hatırlatmak hakkaniyetli bir davranış olmaz. Ayrıca onları eleştirmek haddime degil.

Allah onları başımızdan eksik etmesin!

*Bu durumda olmanın en büyük handikapı , arkadaşlarının çogu ‘gelecegi parlak olmayan’ tipler oluyor. Suç, kötü alışkanlıklar, cehaletden doğan ahlaksızlıklar vs. diz boyu. Allah korudu bizleri!

 

PS: Bizim kültürümüzde, genel olarak anne ‘terbiyeci’, baba ise ‘rol model’dir çogu zaman. Insana terbiye sınırlarını, adabı ve kanaati anne öğretir; baba ise çocuklarının onünü açar (ya da kapatır) ve büyük işler başarabileceklerine inandırtır onlara (ya da bu inancı bitirir ve çocuk ‘ezik’ bir tip olur)!

Read Full Post »

O(c.c.)’nu bulan neyi kaybeder? Ve O’nu kaybeden neyi kazanır?” (Mektubat, Ustad Bediuzzaman Said Nursî)


Gençtim, gurbette;
Yoktu birşeyim;
Hakk sahip çıktı;
Şükür, şimdi var her şeyim.

Ailem, sevdiklerim, imanım;
Imrendirecek imkanlarım;
Ve birazcık da olsa, ilmin izzeti var;
Fakat artık, kaybedecek de çok şeyim var!

Iyi niyet bir zayıflık mı? Sanmam!
Fakat aldatılmaktan korkarım;
Kolay kolay palavraya kanmam da;
Bana Hakk hakkında yalan soyleme, inanırım!

Hayatta O’na dayanmışım;
Allah bilir, fedakarlıklar yapmışım;
Belki iblis sagdan yaklaşır;
Heyhat, bir de bakarsın gururlanmışım!

Hayat imtihanı zordur;
Kaygan bir yoldur;
Son nefeste dahi olsa uyarın;
Hayat yolunda ayakkabısı yıpranmış bir yolcuyum ben;
Bilemem, belki de kayarım!

Read Full Post »

Anatolia_FC
Anatolia FC, Ingiltere’nin Leicester şehrinde (2007-2011 yılları arasında) kurdugumuz amatör futbol kulübüydü. Benim de kulüp profilim ve maç istatistiklerime ulaşmak için linklere tıklayın…

If I have to make a tackle then I have already made a mistake” (Eger beni rakibin ayagına kayarken görürseniz, bir önceki pozisyonda hata yapmışımdır) – Maldini

Spor yapmayı saglıksal ve manevi açıdan çok önemsiyorum. Epidemiyoloji alanında okudugum derleme (review) makalelere göre günlük yarım saatlik sporun bile obezite riskini büyük bir ölçüde azalttıgı rapor ediliyor. Saglam bir kafanın genellikle saglam bir vucutta bulundugunu da çok duyduk; ve görülebilir bir gerçek. Nazik yerinin üzerine oturmaya alışmış bir insanın hayatta başarılı olması çok zordur. Spor yapmayan insan nispeten daha çabuk yorulur, daha çabuk uykusu gelir ve daha çok uyumak zorunda kalır. Cok uyuyanın gününde bereket olmaz.

Ayrıca davranışlar bulaşıcıdır. Spor yapmayan anne-babanın çocuklarıda büyük ihtimalle spor yapmaz. Bir kısır-döngü başlar ve böyle devam eder gider…

Fakat benim konsantre olmak istedigim nokta – futbol örnegine odaklanarak – sporun benim üzerimde bıraktıgı (fiziki etkilerinden çok) kalıcı manevi etkileridir.

Ben çocukluk ve delikanlılık dönemlerim de çok top oynadım ve hemen hemen herzaman sahaya forvet olarak çıktım. Bugunden geçmişime dönup baktıgımda futbolu forvet olarak oynamanın benim daha sabırlı olmama, ruhen daha sakin davranmama (e.g. nispeten daha az fevri davranmama, daha yavas sinirlenmeme, sinirlenince daha çabuk sakinleşmeme) ve hislerimin onune aklımı daha çok koymama vesile oldugunu soyleyebilirim. Nasıl oldugunu ise sozlere dökebildigim kadarıyla madde-madde aktaracagım…

(i) Oncelikle forvetin isi gol atmaktır. Insan asıl işini bilmeli ve öncelikle ona odaklanmalıdır. Yan-işlere ancak asıl işini yaptıktan sonra odaklanmalıdır…

(ii) Gol atabilmek için kendine güveninin tam olması lazım. Bizde herkes ‘golcü/forvet’ olabilecegine inandıgı için gozler hep senin uzerinde oluyor. Kendine güvenmeyen adamdan forvet olmaz!

(iii) Gol kaçırsan da, kötü oynasanda sogukkanlılıgını (ingilizlerin ‘composure’ dedigi) korumayı ögrenmen lazım. Bir forvet için sakin kalmak en önemli hasletlerden birisidir. Sakin kalarak, topa vurman gereken yerde vurmayı, arkadaşına pas atman gereken yerdede atmayı bilmen lazım. Ayrıca hangisini yapmanın ‘en dogru’ oldugu her zaman belirgin degildir. Zamanla, tecrube ve sogukkanlılıgı arttıkça insan daha dogru seçimler yapıyor.

(iv) 4-3 yenildigin bir maçta ‘hattrick’ de yapsan (i.e. takımının 3 golünü sen atmış dahi olsan) arkadaşların sana “ah o golü kacırmasaydın kazanırdık” diyebiliyor. Kendini savunabilirsin tabi, fakat takımdaki uhuvveti bozmamak adına bazen haklı da olsan susman gerektigini bilmelisin.

Yüzüne hakem görmeden dirsek atan bir defans oyuncusuna takımını 10 kişi bırakmamak için karşılık vermemeyi de bilmelisin. Bunu herkes başaramaz. “La havle…” deyip işine bakmayı bilmelisin!

(v) “Sonunu düşünen kahraman olamaz” tabiri futbolda golcüler içinde geçerlidir. Penaltının başına hocan seni koymuşsa “aman penaltıyı kaçırırsam ne olur?” diye düşünmemen lazım. O an sadece işine odaklanman gerekir. Topa konsantre olmayan kotü bir vuruş çıkarır ve büyük ihtimalle de kaçırır.  Aynı anda birden fazla fikirle kafasını kurcalayan insanlar, ‘asıl işe’ konsantre olamazlar.

(vi) Kaleciyle karşı karşıya kaldıgında yanındaki arkadaşına topu bırakmak istesende bazen arkadaşın senin kadar akıllı olamayabiliyor ve ofsayt’da bekleyebiliyor. Ofsayt olacagından dolayı ona pas atmaman gerekiyor. Yani o anda hem kaleciye, hem defansa, hem arkadaşına, hemde topa bakman gerekiyor ve en dogru/akıllı seçimi yapman bekleniyor.

Ayrıca kendin ofsayta kalmamak için koşularını iyi ayarlaman gerekiyor. Gözün hem defansta hem topu atacak arkadaşında olmalı. Koşu anını ona gore ayarlayıp hem defans oyuncularına gore daha onceden hızlanmış olmalısın, hemde pasın atıldıgı anda en sondaki defans oyuncusunun hızasında olmalısın. Kolay bir iş degil. Eger “koşuyu yapmadan bekleyeyim, pas atıldıktan sonra koşmaya başlarım” dersen sittin sene defansın arkasına atılan topa yetişemezsin (kaleci yada defans uzaklaştırır her defasında).

(vii) ‘Iyi’ bir forvet olmak beyin işi. Maçın çogunda top ayagına gelmiyor, fakat gelen 3-5 anda golü atman bekleniyor. Bunun içinde yetenegini dogru kullanmanın yanında, sabırlı ve hep konsantre olman, golu ‘koklaman’ ve defans oyuncularından daha uyanık/kurnaz olman gerekiyor.

(viii) Forvet oyuncusunun görevlerinden biriside, kendisi gol atamıyorsa arkadaşlarına alan açmaktır. Skorun yakın oldugu maçlarda takım baskı yediyse, rakip defans oyuncularının ileri çıkmasına izin vermemesi ve kendi defansının ileri diktigi topları kontrolu altına alıp topu göturebildigi kadar rakip sahaya taşıması gerekiyor. Kapalı defanslara karsı sırtı donuk oynamayı (e.g. topu kaptırmadan koşu yapan arkadasına iletmeyi) ve gerektiginde defansa hata yaptırarak faul kazanmayı becermesi gerekiyor.

(ix) Bazi maçlarda gol atamayacagını hissedersin (e.g. rakip çok kapalı oynuyordur, seni markaj altına almışlardır). O zaman kendin yerine “takım nasıl gol atar?”i düşünmen ve ona gore oyununu adapte etmen gerekir.

(x) Bazen hocanın verdigi kararları begenmeyebilirsin. Ona tabiki goruslerini soyleme hakkın vardır fakat karar mercisi o oldugu için takımın adına bazı şeyleri sineye çekmeyi ogrenmesini bilmeli insan.

(xi) Enerjini iyi kullanmayı bilmen lazım. Iyi niyetlede olsa ‘başı kesik tavuk’ gibi ordan oraya koşarsan, gol pozisyonu geldiginde yorgunluktan yeterli guçte bir vuruş yapamaz ve golu atamazsın.

(xii) Futbolda maalesef bazen yenilmekte vardır. Insanın nefsine hoş gelmesede (bana yenilgiler çok agır gelirdi) bunu kabullenmeyi ogrenmeli insan. Yenilgi tatmamış insan, hiç birşey yapmamış insandır.

Yenilgide, rakibinin dogru yaptıgı şeyleride analiz etmek onemlidir, kendi yaptıgın hataların yanında. Her maçtan gerekli dersleri almayı ogrenmeliyiz.

(xiii) Rehavet iyi takımların en buyuk düşmanıdır. Her maçta – rakip kim olursa olsun – organize olmayı, rakibe saygı duymayı ve elinden geleni yapmayı ögrenmeli insan.

(xiv) Ne kadarda hakemi aldatmak (ve haksız kazanç saglamak) nefse hoş geldiginden, ahlaklı oynamak her babayigin harcı degildir. Forvet olarak ceza sahası (ve çevresinde) gerekmedikçe kendini yere bırakmamak yada rakibinin sana ufak bir dokunuşundan sonra onun kart gormesi için sakatlık simulasyonları yapmak vicdanen, ahlaken ve dinen kabul edilir birşey degildir. Sporda dahi insan müslüman oldugunu (ve ahlaklı davranması gerektigini) unutmamalı. Hak etmeden kazanılan başarı, başarı degildir. Buna en çokta insanın vicdanı ve Allah şahitdir.

(xv) Futbol sahasında ne olursa olsun, (menfi şeyler dönmediyse) maç bitiminde rakibinin ve hakemin elini sıkmayı ögreniyor insan.

(xvi) Gol attıkları surece, takımın gozdesi çogu zaman forvetlerdir. Fakat bu hiçbir zaman insanı rehavete sokmamalı. Başarıya ulaşmak kadar, orada kalmakta onemlidir; ve çogu zaman daha zordur. Nice başarılı insan, en yüksege çıktıktan sonra kaybolmuştur. Averaj yetenekteki insanlar devamlı ve organize bir şekilde çalışarak, çok daha iyi kariyerlere sahip olmuştur bir çogundan.

(xvii) Insan herseyi kendi başına yapamayacagını çok çabuk anlıyor futbolda. Buda insanın haddini bilmesi açısından bir ders olabiliyor…

(xviii) Futbol bir takım oyunudur, bu yüzden takımın içinde bir ‘parça’ olmayı ögrenmelidir insan. Başarı ugruna, insanlarla beraber çalışmak zorundasınız.

(xix) Futbol fedakarlıgı da ogretir. Her oyuncu elinden geleni yapıp yapmadıgını (vicdanında) çok iyi bilir. Dışardakiler bilmese bile… Belki terinin son damlasına kadar akıttıgını gör(e)meyebilir insanlar. Belki biraz daha az yetenekli arkadaşının hatalarını onlemek adına kendin hata yaparsında kimse senin hatanı örtmez. Bazen kornerde ön direge gidecegini bilirsin topun ama arkadaşında orada oldugu için o alana dogru koşu yapmazsın. Belki top ondan seker diye de yerini ona göre ayarlarsın… Yada defansif bir kornerde kısa boylu bir takım arkadaşına uzun bir rakip geldigini görürsun. Boyun yeterli uzunlukta olmasına ragmen, sorumluluktan kaçıp basit/kısa bir rakiple eşleşebilirsin. Fakat onunla rakip degiştirip sorumluluk almalı insan… Kendi işini zorlaştırma pahasına! Takım için!

Takımlarımızın ‘scout’ları sorumluluk sahibi futbolcuları da aramalı! Sırf teknik olarak yetenekli görünen topçuları degil!

(xx) Futbolcunun en önemli hasletlerinden biride tecrübe kazanma ve gençlere aktarma becerisidir. Genç futbolcular ne kadar yetenekli de olsalar, son dakikada 1-0 önde (veya geride) iken (ve benzeri “ufak bir hatanın dahi buyuk kayıp yada kazançlara sebep verebilecegi” durumlarda) nasıl davranacagını bilemeyebilir, sakin kalamayabilirler… Bu tarz durumlarda tecrübeli oyuncular yaptıkları ve soyledikleriyle takım arkadaşlarını rahatlatmalıdır

(xxi) Birçok maçı saha içinde degil, saha dışındaki ‘hazırsız’lıgımızdan dolayı kaybettigimizi; birçok golüde, yine saha dışı faktörlerden dolayı kaçırdıgını görüyorsun bir forvet olarak… Antrenman yapmanın (yani bir işe iyi hazırlanmanın) ne kadar önemli oldugunu ögretiyor futbol insana…

Bristol International Cup Final 2013 – Video’ya çekilmiş maçlarımızdan biri


Yukarıda yazdıklarımın hepsi kendisini kritik edebilen, maçtan sonra sadece yaptıgı ‘iyi’ şeyleri degil, hatalarını da analiz eden bireyler içindir. Ben top oynarken kendi (amatör) çapıma gore bu analizleri yapmaya çalışırdım.

Bence, çocuklarımız/gençlerimize kendi kabiliyetlerine gore bir spor bulmayı ‘yapılacaklar’ listesinde ilk sıralara koymalıyız. Futbolcu olsunlar diye degil, hayat dersleri alsınlar diye…

Yukarıda yazmadım fakat futbol vesilesiyle sayısız guzel insanla tanıştım. Ayrıca çevrem genişlediginden daha sosyal hale geldim ve insanlarla konuşma/anlaşma yetenegim gelişti. Bugun bir futbolcu degilim fakat (ins.) akademisyenlik/bilim adamlıgına dogru yürüdügüm bu ‘ömür’ denen yolda, futbol(ve diger sporlar)dan ögrendigim dersler çok işime yaradı, yaramaya da devam ediyor…

PS: Tabi ben sırf forvet olarak ögrendiklerimi yazdım. Mesela kaptanlık yapmışsa bir insan, her türden insanı bir araya toplamayı, onlara ornek olarak saygılarını kazanmayı ve takım içinde bir sinerji oluşturmayı ogrenmesi gerekir. Ornek olmak isteyen insan sorumluluk almalı, herkesten daha çok koşmalı/çabalamalı ve takım zor durumda kaldıgında imdadına yetişmeli. Bunların hepsini (iyi bir şekilde) yapmak fiziki güç ve yetenegin yanı sıra, çok yüksek derecede iradi ve akli güç gerektirir.

Ayrıca futbol sahasındaki diger pozisyonlardan da yukarıda bahsettigimin dışında alınabilecek dersler vardır. Mesela kaleciler yalnızdır, ufak hataları bile rakip adına golle sonuçlanabilir ve hataları göze daha çok batar. Onündeki defansı her zaman organize etmelidir.

Defans oyuncuları bir forvet kadar (kale önünde) yetenekli olmak zorunda degildir fakat aklını kullanmayı, diger defanstaki arkadaşlarıyla organize ve senkronize bir şekilde oynamasını bilmelidir; ve her daim konsantre olmalıdır. Oyunun tıkandıgı maçlarda ileriye çıkıp gol at(tır)abilmelidir.

Futboldan veya takım oyunlarından hoşlanmayanlar diger tek kişilik sporlara da göz atmalıdırlar.

PPS: Ben de az topçu degildim 🙂 Cok hızlıydım (14 yaşımda 100 metreyi 12 saniye’de koşmuşlugum var) ve iki ayagımla da iyi vuruşlar çıkarabiliyordum. Futbol zekam ve liderlik özelligimde vardı… Boyum-posum ve kondisyonum da yerinde(ydi) çok şükür. Fakat büyüme çagımdaki saglık sebeplerinden (ve desteksizlikten) dolayı kısmet olmadı… Babamın işleri ve egitiminden dolayı devamlı taşınmamız da önemli bir faktör oldu. 1997-98’de Gençlerbirligi altyapısında oynarken (10 yaşındayım), maçlar/antremanlarda herkesi geçer, kaleciyi de geçer sonra başka bir arkadaşıma bırakırdım – golü o atsın diye… Buna ragmen alt yapıdaki hoca kendi adamlarını (büyük ihtimal tanıdıklarının çocuklarını) oynatma adına beni oynatmıyordu; bizde çocuk oldugumuz için psikolojik olarak moralimiz bozuldu ve (kardeşimle) takımdan ayrıldık. 2000’de Ingiltere’ye taşındıktan sonra da Leicester’da Highfield Rangers adında bir takımda benden yaşça büyük (ve çok uzun olan) siyahi topçularla beraber oynadım ve takımımın forveti ve gol kralıydım.

Omür şöyle bin sene olsaydı, mutlaka ne yapar eder denerdim futbolcu olmayı; ama ömür (çok) kısa oldugundan, (işinde iyi olmak istiyorsan) sadece bir işe odanlanmak zorunda kalıyorsun. Bilimle ugraşmak hoşuma gidiyor, bu yüzden halimden memnunum çok şükür…

Universite’de de futbolu bırakmadım:

TLSL top goalscorers list (2007-08 season)
Top Goalscorer for Anatolia FC in The Leicester Sunday League Division 4 (2007/08 season)


UoB_Staff_FC
Dandy Regents 2-7 University of Bristol (UoB) Staff FC (my team) Match Report

Bristol_Chinese_FC
UoB Staff FC 6 – 2 Bristol Chinese FC (my team) – This time playing against my University’s team

Bristol_Post_Football_Nov_2012
Played a game for Lazz FC and got my goal – an amateur Turkish team in Bristol (UK)

Anatolia FC v Wigston Car Breakers
Anatolia FC v Wigston Car Breakers (29 Nov 2009) – Article in Leicester Mercury

Read Full Post »

İnsan ölünce, (arkasında bıraktığı) üç şey hariç ameli kesilir. Bunlar: (i) Sadaka-i cariye, (ii) faydalı ilim ve/ya eser, (iii) dua ve istiğfar eden salih evlat.” – Hadis (Müslim)

Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem. Ruhumu Rahman’a teslim eyledim, gayri istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim.” Bediuzzaman Said Nursî (Sözler)


Hayat gayemi soranlara derim ki:

Benim hayatta birkaç gayem var; bunlar da (yapabildigim kadarıyla) Allah’a iyi bir kul, Efendimiz(s.a.v)’e iyi bir ümmet, anne/babama iyi bir evlat, kardeşlerime iyi bir abi, eşime (olursa!) iyi bir eş/koca, ögrencilerime (olursa!) iyi bir hoca/ögretmen/rol model, çocuklarıma (olursa!) iyi bir baba, arkadaşlarıma iyi bir dost olmaktır; ve vatan(lar)ımın da iyi bir ferdi olmaktır

Bunların dışındaki hiçbir şeye de (e.g. mal, mülk, makam, gelecek korkusu) kafamı yormam çünkü Ibrahim Hakkı hazretleri gibi “Mevlam gorelim neyler, neylerse güzel eyler” derim. Bugüne kadar nasıl korudu ve kolladıysa, bundan sonra da öyle korur ve kollar.

Taşıyamayacagımız hiç bir yükü *yüklemez O(c.c.)!

Dua ile…


* Bakınız: Bakara, 286

PS: Hayat kısa; gereksiz/faydasız oyunlara, eğlencelere harcanmayacak kadar kısa! Yapacak iş ve öğrenecek ilim de çok! Bu yüzden bilim-ilim-irfan ehlinin yanına tabir-i caizse “kapak atmaya” calışacagım. Onlar bize bu kısa ömrü nasıl bereketlendirebileceğimizin yollarını göstereceklerdir.

Read Full Post »