Feeds:
Posts
Comments

Posts Tagged ‘hz muhammet’

O(c.c.)’nu bulan neyi kaybeder? Ve O’nu kaybeden neyi kazanır?” (Mektubat, Ustad Bediuzzaman Said Nursî)


Gençtim, gurbette;
Yoktu birşeyim;
Hakk sahip çıktı;
Şükür, şimdi var her şeyim.

Ailem, sevdiklerim, imanım;
Imrendirecek imkanlarım;
Ve birazcık da olsa, ilmin izzeti var;
Fakat artık, kaybedecek de çok şeyim var!

Iyi niyet bir zayıflık mı? Sanmam!
Fakat aldatılmaktan korkarım;
Kolay kolay palavraya kanmam da;
Bana Hakk hakkında yalan soyleme, inanırım!

Hayatta O’na dayanmışım;
Allah bilir, fedakarlıklar yapmışım;
Belki iblis sagdan yaklaşır;
Heyhat, bir de bakarsın gururlanmışım!

Hayat imtihanı zordur;
Kaygan bir yoldur;
Son nefeste dahi olsa uyarın;
Hayat yolunda ayakkabısı yıpranmış bir yolcuyum ben;
Bilemem, belki de kayarım!

Read Full Post »

Zamanında Hz. Öme­r(r.a.)’­le Hz. Ebubekir(r.a.) ara­sın­da bir tar­tış­ma ol­uyor, ve bilindigi kadarıyla da bu tartışmada Hz. Ebubekir az da olsa haksız olan tarafta. Fakat Hz. Ömer bu tar­tış­ma­dan piş­man­lık du­ya­rak Hz. Ebû Be­ki­r’­in evi­ne git­miş, onu ev­de bu­la­ma­yın­ca der­hal Efen­di­mi­z(s.a.v)’­in hu­zu­ru­na ge­lmiş.

Hz. Ebubekir’de orada… Tam Hz. Ömer sö­ze baş­la­ya­cak­tı ki Efen­di­mi­z’­in si­ma­sı­nın ren­gi degişiyor. Bu­nu fark eden Hz. Ebûbe­kir, Hz. Öme­r’­in azar­lan­ma­sın­dan en­di­şe ede­rek di­zleri üze­ri­ne çök­müş va­zi­yet­te bu iş­te ken­di­si­nin Hz. Öme­r’­den da­ha ile­ri git­ti­ği­ni söy­le­mi­­­­­ş. Fakat beklenenin aksine Efendimiz ora­da bu­lu­nan diger sahabi efendilerimize de hi­tap ede­rek, pey­gam­ber­lik­le gö­rev­len­di­ril­di­ği ilk gün­ler­de ki­mi da­vet et­tiy­se te­red­düt, şüp­he ve iti­raz ile kar­şı­lan­dı­ğı­nı, fakat te­red­düt et­mek­si­zin he­men ina­nan tek ki­şi­nin ise Hz. Ebube­kir ol­du­ğu­nu söy­lemiş. Ardın­dan da şöy­le bu­yur­du: “Şim­di as­hâ­bım! Siz bu aziz dos­tu­mu, ba­na bı­ra­kır­sı­nız de­ğil mi?”

Bu­hâ­rî, Fe­dâ­ilü As­hâ­bi­’n-Ne­bî, 5

Efendimiz(s.a.v) nasıl hayatın her alanında bize örnek olmalıysa, vefa konusunda da bize en güzel örnektir. Efendimiz kendisine en zor günlerinde (ozellikle ilk peygamberlik geldigi zamanlarda) sahip çıkmış olan Hz. Ebubekir’i hep en ön sırada tutmuş ve ona hep vefalı davranmıştır. Sonradan (çok sevdigi amcası ve ilk zamanlardaki en güçlü koruyucusu) Hz. Hamza, (“benden sonra peygamber gelseydi o olurdu” dedigi) Hz. Omer, (çok sevdigi damadı, aşere-i mübeşşere’den) Hz. Osman, (ilk müslümanlardan, çok sevdigi damadı) Hz. Ali, (“Allah’ın kılıcı” ünvanlı) Hz. Halid gibi insanlıgın zirvesi olan sahabeler huzur halkasına katılsada, o ilk dostunu hiçbir zaman unutmamıştı ve kendisini onlardan dahi üstün tutmuştu*.

Vefa konusunda zorlandıgım zamanlar çok oluyor. Uzun zamandır gormedigim/konuşmadıgım bir büyügümün bana karşı kötü düşünceler besledigi konusunda (dogru ya da yanlış farketmez! açıkca soylemedikçe böyle düşünmemeliydim – bana yakışan bu degil) vesveseye kapılıp, ona karşı içimdeki sevgi/saygının bir anda azaldıgını hissettim. Sosyal medyadan bir-iki paylaşımıda hoşuma gitmedi, içimden kötü şeyler geçirdim onun hakkında. Fakat biraz zaman geçtikten sonra benim için yaptıgı (ufakta olsa) bir iyilik/nazikligi gördüm bir foto albümümde – ve bu hatırayı aklıma getirerek vesveseyi uzaklaştırdım. O kişi hakkındaki kötü düşünceler aklımda oldukça, kalbimin de kirlendigini hisseder gibi oldum. Allah korusun, O(c.c.) korumazsa çok çabuk kayarız bu kaygan imtihan dunyasında.

Bunun için ben herkese bir ‘iyilik’ günlügü (benevolence diary) yazmayı tavsiye ediyorum. ‘Günlük’ derken dizilerde gördügümüz ergen kızların yazdıgı saçma-sapan ‘aşk’ günlükleri degil tabi. Gün-gün kısa notların oldugu bir günlük; ve bu günlükte arkadaşlarınızın, anne-babanızın, abi-abla-kardeşlerinizin, ögretmenlerinizin sizlere yaptıkları iyilikleri not edeceksiniz. Kendi yaptigınız iyilikleri degil**.

Boyle bir günlügün amacı da insanların bizlere yaptıgı iyilikleri hatırlamaktır. Maalesef insan olarak çok unutkanız. Hatta üstad Bediuzzaman gibi büyük alimler ‘insan’ kelimesinin kökünün ‘nisyan’dan geldigini söylerler, yani ‘unutmak’tan. Dolayısıyla unutmak dogamızda var. Hepimiz birşeyleri unutuyoruz. Ozelliklede bize yapılan iyilikleri… Buda bizi bazı insanlara karşı kötü düşünceler beslememize yol açabiliyor. “Benim uzerimde emegi olmayan bir insan nasıl oluyorda bana boyle davranabiliyor” diyebiliyoruz, oysa o kişi belkide bize zor günümüzde yardım etmiştirde biz unutmuşuzdur. Dolayısıyla da bizim ona karşı kötü hisler beslememiz vefasızlıktır!

Bu tarz bir senaryoya örnek olacak gerçek bir hikaye: Zamanın Sevilla Emiri El-Mutamid (Muhammad ibn Abbad al-Mu’tamid)’in eşi Prenses Rümeykiye (Romeykiyyah) ile arasında geçen bir olay… Prenses bir gün sokakta yürürken süt satan kadınların bileklerine kadar çamurda çıplak ayaklarıyla dolaştıgını gorüyor ve çok hoşuna gidiyor (eski günlerini hatırlatıyor kendisine). Saraylarına döndüklerinde “keşke bizde o kadınlar gibi olabilsek” diyor kocasına. Emir’de kölelerine saray hareminin dışarısında amber, misk, kafur agacı yagı (camphor) vs. ile camuru karıştırmalarını emrediyor, ve Prenses ve kölelerinin orada istedikleri gibi oynamalarına izin veriyor.

Bir zaman sonra, Rümeykiye ile Emir arasında sert bir tartışma oluyor. O an ki sinirinden Rümeykiye: “Vallahi ömrüm boyunca senden iyilik gördügüm bir gün olmadı” diyor. O an beyninden vurulmuşa donen Emir, eşinin bu lafı karşısında kısık ve hayal kırıklıgına ugramış bir tonla: “çamur gününü de mi görmedin Rumeykiye?” diyor.

Rumeykiye bu cevap karşısında eşine yaptıgı haksızlıgı (ve vefasızlıgı) anlıyor ve susuyor; ve eşine ufak bir gülümsemeyle kendisinin haklı oldugunu belirtiyor…

Hatasından dönmeyi bilmeli insan! Maalesef bir kaç kere eşler arasında bu tarz lafları (sokakta yanlışlıkla) duydugum oldu. Ozellikle bayanlar sinirlenince, (belkide yıllarca evli oldugu) eşine “ben senin için saçımı süpürge ettim, sen benim için hiç birşey yapmadın” diyebiliyor. Böyle şeyleri iki tarafta birbirine dememeli. Cünkü 100% yanlış bir söylem, söyleyen tartışmada haklıyken bile haksız duruma düşer. Vefasızlık yapmamalı! Kulların hoşuna gitmeyen, Allah’ında hoşuna gitmez!

Burda aklıma bir menkıbe geldi: Zamanın birinde önemli bir evliya varmış. Gencin biri bu mübarek zatla tanışmak icin evinden çıkmış ve uzun bir yol almış. Eve varınca kapıyı çalmış ve kapıyı evliyanın eşi açmış. “Teyzecim ben üstadı aramıştım” deyince, kızgın bir tonla “Gitti yine ormana beni yalnız bıraktı burda, neymiş agaç kesecekmiş” demiş. Teyze hep kötü şekilde bahsediyormuş eşinden. Biraz bekleyince ormandan eve dogru gelen evliyayı görmüşler. Bir aslanın üzerine yüklemiş odunları, digerinede kendisi oturmuş şekilde… Genç, evliyanın elini öpüp nasihatını almış ve evine dogru yola koyulmuş. Yolda dönerken de evliya için dua etmiş: “Ya Rabbi böyle mübarek bir zata daha uygun bir eş ver, şimdikinden kurtar onu”.

Genç bir-kac sene sonra yine evliyayı ziyarete geldiginde, yine kapıyı bir bayan açmış fakat bu seferki degişik bir teyzeymiş. Teyze, evliyanın yeni eşiymis. Eski eşi vefat etmiş. Genç evliyanın nerede oldugunu sordugunda, teyze “Ah ne desem boş evladım. Efendi yine kendini yoruyor, ormana agac kesmeye gitti. O kadar söyledim yorma kendini, ben yaparım diye fakat dinlemiyor” demiş. Genç duasının kabul oldugunu anlamış. Teyze efendiye daha layık bir insanmış kendisine gore. Biraz zaman geçince evliya ormandan belirmiş. Fakat bu sefer aslanlar yok, evliya sırtına almış kestigi odunları… Genç durumu sorunca, “A be evladım ne yaptın sen? Allah bana eski eşimin bazı huylarına sabrettigimden ve vefalı davrandıgımdan dolayı benim seviyemi arttırmıştı”.

Insanlar yaptıgı iyilikler karşılıgında rıza-yı ilahi dışında birşey beklememeli. Fakat hiçbirimiz (haşa!) Peygamber (seviyesinde) degiliz! Insan olarak bazılarımız birazcıkta olsa vefa bekleyebilir yaptıkları iyilikler karşılıgında. Bunuda onlara çok görmemek lazım. Hatta ben insanların daha çok onurlandırılması taraftarıyım. Birbirimizi (haddi aşmadan) onore etmek bu kadar zormu da, çok az yapıyoruz? Karsındakini onurlandırmak seni yükseltir, alçaltmaz… Allah Vefiyy’dir, vefalıları sever!

Ornek olarak güzel haber alınca o kişilerle paylaşmak, “seninde payın var, Allah razı olsun” demek onları da memnun edecektir. Sevgi ve başarılar paylaşarak çogalacaktır…

Maalesef ego-santrik bir zamanda yaşıyoruz. Bir çogumuz kendimizi başkalarıyla kıyaslıyor ve onların bizden bazı konularda yuksek olmasını kıskanıyoruz. Maalesef içimizde onlara karşı haset besliyoruz… Bilmiyoruz ki haset insanın içini tüketir, birazcık mutlulugu varsa onu da alır goturur. Insanları sevmeyi ögrenmeliyiz, bu da bize emegi geçenlere vefalı olmakla başlayacaktır. Onları sevmeyen, kimseyi sevemez!

Zor gününde yardım etmişlere hep vefalı ol, onların yaptıgı ufak iyilikleri bile gözünde büyüt. Hiç unutma! Onları hep hayırla yad et, dualarından eksik etme. Kötü gün dostları çogu zaman ‘iyi’ gününde senin gözüne pek görünmezler. Kesinlikle ‘iyi’ gününde (insanın nefsine hoş gelse de) yalakalık yapmıyor diye onları unutup, sırf ‘iyi’ gün dostlarını onların önüne koyma. Bence insan anne-babasına, kendi uzerinde emegi geçenlere ve ‘kötü gun’ dostlarına karşı (alenen kotülük yapmıyorlarsa) her zaman haksızdır! Boyle bilirse, hiç bir zaman araları bozulmaz bu insanlarla…

Son bir menkıbeyle bitireyim: Adamın biri nehir kenarında yürürken bogulan bir adamı goruyor. Hemen atlayıp adamı güç bela kurtarıyor fakat bogulmak uzere olan adamın çok sevdigi şapkası nehirde sürüklenip gidiyor. Bogulan adam: “Allah razı olsun kardeşim, sen olmasan bogulacaktım” diyor.

Fakat yıllar geciyor, aynı mahallede yaşayan bu iki adam arasında ufak-tefek olaylar yaşanıyor. Bu ceviz kabugunu doldurmayacak olaylar yıllar geçtikce (zamanında bogulmaktan kurtarılan) adamın gözünde birikiyor ve en sonunda agzından şu sozler çıkıyor: “Bu adamın kimseye bir faydasını görmedim. Hatta çok sevdigim şapkamı da bunun yüzünden kaybettim bir zamanlar”.

Evet, tiksindik bu adamın yaptıgına… Fakat bu duruma “biz de düşüyor muyuz acaba?” diye düşünmeliyiz…

Sözlerim önce nefsimedir…

——————————

PS: Sevdigin/saydıgın/sana emegi geçen iki kişinin arasının bozuk oldugunu gördükten sonra aralarını yapmaya çalışmamakta vefasızlıktır! Fakat tartışmada (kendimize gore) haksız gördügümüz tarafı da bozmamak gerekir, “abi/abla oyle şeyler soyleme, sana yakışmaz” gibi laflarla – tam agızlarından kırıcı birşey çıkacakken, laflarını keserek – ortamı yumuşatmaya calışmalıyız.

PPS: Kişisel olarak kimsenin kalbini kırmak ya da nefsine hoş gelmeyecek şeyleri yuzlerine söylemek istemem. Fakat sevdigim ve/veya saydıgım insanların (kendime gore) hatalarını görüyorsam uyarmayı gorev bilirim. Karşımdaki anlar yada anlamaz. Ben karakterimin geregini sergilemek zorundayım. Allah şahit kimseye şirin gözükme gibi bir niyetim hiçbir zaman olmadı, inş. bundan sonrada olmayacak!

—————————–

^Kaynak: ‘The History of the Mohammedan Dynasties in Spain’ by Aḥmad ibn Muḥammad Maqqarī ve Ibn al-Khaṭīb

*Fakat Efendimiz o kadar da dengeliydi ki, bütün sahabeler yinede içten içe Efendimizin en çok kendilerini sevdigini sanardı.

**Iyilik yap denize at misali… Balık bilmese de Halık bilir. O’nun (c.c.) bilmesi yeterdir!

Read Full Post »

Birkaç sene önce yazmaya başladığım ama sonradan iş-güç yoğunluğundan ve hikayeyi bu haliyle fazla didaktik bulduğumdan dolayı yazmaktan vazgeçtigim bir kısa roman çalışması… Tümünü türkçe karakterlerle yazmadığım için şimdiden özür diliyorum! Lütfen “hikayeyi düzeltirim/bitiririm” diyenler bana ulaşsın. Iyi okumalar!

Kitap tanıtım yazısı (blurb)

Hayatta hepimizin doğru ya da yanlış, farkında olsak da olmasak da, kırmızı çizgileri vardır. Bunları geçmeyi hayal dahi etmeyiz; etmek de istemeyiz. Peki kırmızı çizgilerinizi geçmiş kişi sizin için çok özelse? Kırmızı çizgilerimizi mi gözden geçiririz? Yoksa o kişiyi hayatımızdan mı sileriz? Bir daha hiç mutlu olmama pahasına… Ya kader devamlı önümüze bu ‘çizgi’leri sorgulama imkanları çıkarıyorsa?

Insanın en tesirli öğretmeni kendisidir. Başkalarının başına gelenlerden ya da nasihatden değil, en çok dersi kendi başına gelen olaylardan ve kendi kendine verdiği nasihat ve sözlerden alır.

Bazen kalbimiz başka, kafamız başka söyler… Hangisine uymalıyız? Hangisine uyuyoruz?

Bu soruların kendi hayatımıza bakan yönüyle cevabı bazen okudugumuz bir kitapta, bazen önemsemedigimiz bir insanda, bazen de tam gözümüzün önündedir… Görmeye var mısın? Ama önce Yusuf gibi düştüğün ‘kuyu’dan çıkmalısın!

[Kitabın direk özetine geçmek için en sona, “Hikaye synopsis – Kısa özet” bölümüne kadar inin]

Chapter 1: Başlangıç

Yusuf bir asansörde üst katlara doğru çıkıyor. 28.nci kata gelince Yusuf’la beraber üst katlara çıkan bir kadın inmiş, 29.ncu katta başka birisi binmiştir. Sonradan binen kadın en üst katın düğmesine basıyor ama kaçıncı kat olduğunu görmek zor…

Yusuf bir anda uyanıyor. Rüyaymış meğer!

Pazar kahvaltısı

Ibrahim ailesi yine her Pazar günü olduğu gibi sabah erkenden kalkmış, ailecek kahvaltı yapıyorlardı. Baba Yusuf yine masanın kendisine ayrılan köşesinde oturmuştu ve bütün dikkatler üzerindeydi. Üç oğlu Selahaddin (~24), Süleyman (~22) ve Bünyamin (14), kızı Ayşe (17) ve eşi Zeliha onun ağzından cıkacak lafları bekliyordu. Çünkü her Pazar sabahı çocukların hoşuna gidecek bir konu açardı, ve konuyu tam bitirmeden bitirirdi konuşmasını. Fakat Yusuf bugün biraz endişeli gözüküyordu. “Evet çocuklar” diye başladı. “Sizlere anlatacağım bu hikayeyi güzel dinleyin. Diğerlerinden farklı olarak, sizlere hepsini birden anlatacağım.”

“Insan anlamadığı olaylar karşısında Ibrahim Hakkı hazretleri gibi ‘Mevlam görelim neyler, neylerse güzel eyler’ demeli” diye başladı hikayesine. “Kendi kendine ekstra kurallar, anlamlar üretip hayatı boşu boşuna zorlaştırmamalı. Eğer Allah’ın varlığına ve onun herşeyi bildiğine inanıyorsak, Allah’ın bize koyduğu kuralların bize yetmesi gerekir. Bazen en akıllı insanlar dahi neyi nasıl yapacağını, nasıl davranacagını bilemez. Bizim önümüzde örnek olarak Efendimiz (sav) var ve onun bizimkine benzer durumlarda neler yaptığına bakmalıyız. Allah’tan bir vahiy gelmediği zaman, işi işin ehline vermiştir; sormuştur. Biz de öyle yapmalıyız ve kendi kendimize fevri kararlar vermemeliyiz. Çıkan sonuca ise katlanmalı ve hoşumuza gitmese dahi sabretmeliyiz. Çünkü o işin öyle gelişmesine izin veren de Allah (cc). Bu kriptik ama önemli baslangıçtan sonra gelelim asıl meseleye. Bugün hepimizi direk ilgilendiren bir konu hakkında konuşacağım. Öncelikle kendimden başlayarak.”

Çocuklar ‘Allah Allah; babam neden böyle konuşuyor’ dercesine birbirlerine dönüp baktılar.

Aslında evin büyük oğlu olan Selahaddin’in soruları olacaktı bugün; cevabını öğrenmeye çok korktuğu sorular. Ama babasının anlattığı hikaye yine hep birisini hayranlıkla dinlediği ya da izlediği anlarda olduğu gibi beyninden aşağı ingilizlerin ‘spine tingling’ dediği, hoş elektrik dalgalarının gönderilmesine sebep oluyordu. Belki her insana oluyordu ama dikkat etmiyorlardı.

Evin büyük oğlu Selahaddin hayattaki herşeye karşı bir hayret duyardı ve herşeyi anlamaya çalışırdı. En ufak detayların bile Yaratıcının hangi sıfatını bizlere anlattığını merak eder ve Esma-i Hüsna’ya göz gezdirirdi devamlı. Parmak ve ellerindeki izlerin manasını; vucudundaki her kıl ve kirpiğin sayıları ve neden çıktıkları bolgelerde çıktığını; neden beynimizin kıvrım kıvrım oldugunu; neden dünyanın yer çekimi akselerasyonunun saniyede 9.81 hızında olduğunu; neden beyaz renginin diğer renklerin karışımı oldugu gibi… Kendisi çok çalışkan ve başarılıydı, ve burslu bir şekilde genetik mühendisliği üzerine doktora yapıyordu. Yine araştırdığı birşey sonucunda kendisi için çok önemli bir soru aklına gelmişti – ama bu diğer sorularının hiçbirine benzemeyecekti. Belki de kendi dünyasını tamamen yıkabilecek bir soruydu babasına sormak istedigi. Ama korkunun ecele faydası da yoktu. Bunu da babasının bir sohbetinde ögrenmisti – yine bir Pazar sabahı kahvaltısında.

Yusuf tam manasıyla hayran kalınacak bir insandı. Ellili yaşlarda olmasına rağmen cok yakışıklıydı. Kara kaşlarını, halk arasında kullanılan tabirdeki gibi, ‘Allah özene bezene yaratmış’tı. Kara saçları ve bronz teniyle, çoğu makene dahi taş çıkartabilecek cinstendi. Boylu posluydu. Dudakları rujlu gibi kıpkırmızıydı. Gençliğinde de bir çok kız peşindeydi ama dindar olduğundan iffetini korumayı başarmıştı. Kendisine en çok benzeyen en büyük oğlu Selahaddin’di. Ona bir başka gözle bakardı. Tıpa tıp aynısıydı. Kendisi de babası gibi okumayı çok seviyor ve hayatta onu okumaktan alıkoyacak birçok şey olmasına rağmen, öğrenme aşkını korumuştu – Allah’ın da onun işlerini hep bu yüzden rast getirdiğini düşünürdü. Bundan dolayı bir yandan da kendini okumak zorunda hissederdi. Allah’ın ona bu kadar tabiri caizse ‘bonus’undan sonra, okumalıydı ve arkasında ilim talebeleri ve kitap/makaleler bırakmalıydı.

Ama Yusuf da bilemezdi büyük oğlunun annesi ve kendisiyle ilgili geçmişlerine dair birşeyler sezdigini ve sözünün bitmesini beklediğini…

“Benim hayatımda gerçekten sevdiğim tek bir kadın oldu. O da anneniz. Çocukluk aşkımdı; ve onunla evlenip aile kurmayı hayal ettim hep. Bugün onunla aynı masada ve sizlerle beraber olduğum için Allah’a ne kadar şükretsem azdır. Allah inşallah sizlere de böyle bir aşk yaşatır” dedi Yusuf. “Şimdi size bir soru soracağım: bizden anne-baba olarak razı mısınız?”. Çocuklar, özellikle Selahaddin ve Süleyman birbirlerine şaşkınca bakıp, sonra da “evet baba” dediler. “Bizim de sizi çok sevdiğimizi bilmenizi isterim. Ama özellikle ben geriye dönüp baktığımda bugünleri kesinlikle göremiyordum. Nedeni ise: ben de anneniz de ayrı dünyaların insanıydık bundan yirmi kusur sene önce.” Selahaddin bunu duyar duymaz ağlamaklı bir şekilde odadan çıktı. Kimse anlam verememişti ama ortalık buz kesmişti. Yusuf terli olduğundan Zeliha bir peçete uzatmıştı masanın altından. Yusuf ve Zeliha “haydi çocuklar, sonra konuşuruz” deyip masadan ayrıldılar.

Selahaddin

Sonraki gun Selahaddin babasını odasına girerken yakaladı. ‘Baba’ dedi. Gunlerdir icini kemiren soruyu soracakken, babasının tedirgin hali aklına geldi. Daha da tedirgin etmemek icin, “ozur dilerim gecenki durumdan dolayi. Bu ayki burs param yatmıs, istersen hesabına gondereyim bir miktar” dedi. Sirayla akademisyen ve ogretmen olan babası ve annesinin maaslari iyiydi ama yine de Selahaddin bazen eve katkısı olsun diye harcamaları kendi cebinden oderdi. Annesi Zeliha da devamlı kızardı, “evlenme zamanın geldi, kendine biriktir” diye. “Ev-araba bunlar hep pahalı seyler. Ayrıca dugunler vs. cok pahalı.” Selahaddin utanırdı hep bu konu acıldıgında. Zaman degismisti. Kendisi 24 yasındaydı ve hayatında hic kiz arkadası olmamıstı; su anda da yoktu. Hatta bu bazen kendisine ona hayranlık duyan ama icten ice de kendileriyle cıkmadıgı icin kinlenen bazi kızlar tarafından “bunun gozu erkeklerde” gibi terbiyesizce yakıstırmalar yapmalarına da sebep olmustu bir kac kez. Arkadasları da sasırıyordu bu duruma. “Oglum biz de muslumanız, ama genciz” diyorlardı. “Bir kereden bir sey olmaz” diyorlardı. “Allah affeder” diyorlardı. Allah affederdi affetmesine de, Selahaddin insanın inandıgı seylere gore yasaması gerektigine ve bunun icin bazı seylerden nefse hos gelse bile uzak durulması gerektigine inanır; ve yapmazdı. Eger Allah bir seyi yasaklamıssa, Selahaddin icin soz orda bitmistir. Arkadaslarına hep cevabı “sizler istediginizi yapın, ben size karısmıyorum. Siz de bana karısmayın” olurdu.

Selahaddin’in bir kucuguydu Suleymandı. Selahaddin’den sadece 11 ay kucuktu ama ona hic benzemezdi – ne fiziki ne de calıskanlık olarak. Ama iyi cocuktu, abisine hayranlık duyar ama bir turlu onun gibi olmayi beceremezdi. Yine de Suleyman’ın pratik yonu kuvvetliydi. Evdeki kırık dokuk seyleri hemen tamir ederdi. Suleymanın da bir kucugu Ayse’ydi. En kucuk Bunyamin’di. Aslında Yusuf, Suleyman’a da Yusuf ismini koymayı dusunmustu. Cunku Hz Yusuf’u cok severdi. Ama son anda Zeliha’yla birlikte “bir ailede iki tane Yusuf olmasın” deyip, baska bir peygamber ismi olan Suleyman’da karar verdiler. “Bari bir daha oglum olursa adına Hz Yusuf’un kardesinin adı, kendisi de peygamber olan Bunyamin koyayım” demisti. Insallah onlar da birbirlerine yardımcı olurlar aynı onlar gibi demisti. Anneleri, Zeliha ise Yusuf gibi ellili yaslarda olmasina ragmen genc duruyordu ve cok guzel bir kadındı. Yusuf’a boy pos olarak tam yakısan cinstendi. Kendisi acik kahverengi gozlu, kumral saclı ve beyaz tenliydi. Yusuf’la birbirlerini tabiri caizse deliler gibi seviyorlardı. Bu askın sırrını soranlara da cevapları hep aynıydı: “Allah bizi birbirimiz icin yaratmıs, dunyada birlestirdi, ahiretde de ayırmasın insallah”. Her defasında da gozlerinin ici guluyordu ve sanki askları bir defa daha tazeleniyordu. Bunu dısardan bakanlar da farkediyordu.

Oysa “biz birbirimiz icin yaratılmısız” sozlerinin altında cok derin manalar vardı ama bugune kadar ikisi ve Allah dısında kimse bilmiyordu bunu. Simdi cocuklarına anlatacaktı Yusuf dolaylı bir yolla…

Chapter 2: Birkaç ay önce: Genetik analiz

Selahaddin okulda yine bilgisayarinin basinda genetik data analiz ediyordu. Yan masada oturan doktoradan arkadasi Haşim Selahaddin’e seslendi.

“Selahaddin gelen emaili gordun mu? 23andme adinda bir sirket cok ucuza DNA sifreni sana veriyormus?”

“Gonder bakalim linkini.”

“Harbiden cok ucuzmus ya Hu! Daha birkac sene once bin dolara yapamadigimiz seyi adamlar 100 dolara yapiyor. Bence firsati kacirmamak lazim. Hem de genetikci olarak kendi genetik kodumuzu bilmememiz yakismiyor. Eger sen gondereceksen ben de gondereyim. Hem de atalarimizin nereden geldigini cok merak ediyorum. Bakalim nereli bizimkiler. Ayrica ailede genetik hastalik vs. var mi onu da gormus olurum. Ilerde cocuk sahibi olursak ise yarayabilir.

Tamam hemen register yapalim. Iki hafta icinde tup gelecekmis.

Iki hafta sonra…

Tupun icine iyice tukur ve sikica kapat. Cok merak ediyorum ya Hu.

Icinden kotu birsey cikarsa ne yaparsin?

Ben Allah’a inanan bir insanim. Onun bize kaldiramayacagimiz bir yuk vereyecegine inaniyorum. Kaderimizde ne varsa cekeriz. Ondan gelen hersey guzeldir. Ayrica dunya imtihan dunyasidir. Gelen problemler sonsuza dek degildir, sadece bu kisa dunya hayati icindir. Disi sikmak lazim. Tabi bu demek degildirki bela istiyorum. Allah bela vermesin, ama geldikten sonra da isyan etmem ve zor olsa da isimi-gucume bakmaya calisirim.

Bir ay sonra

Gorunen o ki yuksek diyabet ve obezite riskim var. En kotusu de yaslandigimda Alzheimer riski yuksek. En korktugum hastalik buydu. Hayirlisi; ne diyelim? Acaba bizim ailede baska kimsede var mi? Anne babamdan tukuruk istersem cakarlar manzarayi. Dur bizim Suleymani test ettirebilirim belki.

Sonraki gun Suleymanin yanina gider.

Suleyman ben gecen genetik testimi yaptirdim ve bir kac tane hastalikta riskimizin yuksek oldugunu gordum. Bana kalsa annem yada babaminkini yaptirmak ama onlari da korkutmak istemiyorum. O yuzden seninkini de odeyeyim ben ve senin riskini de ogrenelim. Insallah ondan sonra da sonuclara gore yasamaya calisalim. Tabi hersey Allah’in elinde.

“Tamam abi”

“O zaman ben tupleri istetiyorum.”

“Tamamdir”

Iki hafta sonra tupler geldiginde tukurur ve yollarlar. Bir ay sonra sonuclar gelir

“Iyi cok sukur sende neredeyse hicbir genetik hastaliktan eser yok. Anne ve babam butun kotu genlerini bana aktarmislar herhalde (gulerek). Iyi cok sevindim.

“Abi baska neler var raporda.”

“3% Neanderthal’lik (eskiden insanlarla beraber yasamis ve ciftlesmis modern insanlara benzeyen bir tur) varmis sende sozde. Bence az bile, seninki 50% falan olmasi lazimdi” (gulerek).

“Seninki kac ki?”

(kahkaha atarak) “2%”

Suleyman “burada ‘genetik haritaniz’ yazan bir button var abi” der ve tiklar. Gordukleri cok karmasik oldugundan pek bir sey anlamaz. Selahaddin gorduklerine sok olur ama belirtmemeye calisir. Gorduklerinde bir problem vardir: kardes olmalarina uygun olmayan anormallikler… “Bugun biraz isim var ama sonra beraber bakalim yine” deyip Suleyman’in yanindan ayrilir. Okula gidip genetic datayi indirir ve derin bir arastirma yapar. Herhangi bir insana nazaran genetik olarak ne kadar yakinsa, Suleyman’a da o kadar yakindir.

Selahaddin terlemeye baslar ve aklindan “Suleyman ya da ben evlatlik miyiz? Zaten bana da pek benzemiyor” diye gecirir. “Acaba dogumhanede mi karistirdilar? Allahim boyle birseye ihtimal bile vermiyorum. Boyle bir arastirmayi yapmam bile ayip” deyip aklindan atmaya calismaktadir.

Kafasindan hala atamamistir ve cozumu testi bir daha yaptirmak da bulmustur. “Ins. bir karisiklik olmustur” diye de dua ediyordur.

Genetik test firmasindan bir tup daha istetmistir. Gizlice tekrar gondermistir. Sonuclar yine ayni.

“Ayse’yi de test edecegim o zaman.”

Onun sonuclari da tam bekledigi gibi degildir; ama Ayse ve Suleyman da tam kardes gibi cikmamislardir. “Ne oluyor lan” demistir kendi kendine. Kendi basina olsa da “lan” dedigi icin biraz utanmistir cunku bu tarz argo laflar agzindan hic cikmamistir bugune dek.

“Ayse’yle yari kardes gibiyim; Suleyman’la ise neredeyse hicbir seyim uygun degil. Fakat Ayse’yle Suleyman da yari kardes gibi.” Yaptigi analizler sonucu vardigi karar, annesi babasini (Suleyman icin) aldatmisti; kendisi de evlatlikti. Kendisinden igrenmisti boyle dusundugu icin. “Genetik ve evrim okuya okuya fazla materyalist olmussun sen farkina varmadan” dedi kendi kendine. Daha fazla uzerine gitmeyecekti bu isin.

Fakat seytan bos durmayacakti. Eve geldiginde aklina bir fikir getirmisti. Kendisinin ve Suleyman’in cocukluk fotolarini gormek istiyordu. Evlatliksa belki bebeklik fotolari olmayacakti. Ayrica Suleyman ondan sadece 10 ay kucuktu. Yani Selahaddin’in 10 aylikken Suleyman’in yaninda oldugu fotograflar olmaliydi. Belki bazi ipuclari bulabilirdi bunlardan.

“Anne bizim cocukluk fotolarimiz nerede? Hic hatirlamiyorum baktigimizi.” Zeliha bir album getirir. Selahaddin tek tek bakmistir fotolara. Ama kendisini tatmin edecek sekilde cok kucuk olduklari yaslarda beraber olduklari fotolari yoktur. “Daha kucukken beraber olan fotolarimiz yokmu?” Zeliha bir saniyeligine tedirgin olduktan sonra: “e oglum o zamanlar fotograf cekmek cok basit degildi. Sonradan cekmeye basladik.” Selahaddin annesinin yuzundeki tedirginligi gormustu.

Aksam uzeri Zeliha Yusuf’un yanina gelmistir. “Yusuf bizim Selahaddin sanirim birseyler seziyor. Bugun benden Suleyman’la beraber olduklari bebeklik fotolarini gormek istedigini soyledi.”

“Birsey anladigini sanmam. Hem nereden anlayabilirki? Aslinda bu konu benimde icimi yeyip bitiriyor ama korkuyorum iste. Hersey ne guzel yolunda gidiyor; bizler astik o gunleri, cok sukur halimizden memnunuz. Bu huzur ortami bozulabilir diye korkuyorum. Cocuklar evlenip gitsinler de ondan sonra anlatiriz diye dusunuyordum. Aslinda dinen bunun dogru yolu nedir bir ogreneyim bence imam efendiden. Sonra senle oturur bir karara baglariz.”

Chapter 3: Sonraki gün

Ailecek Pazar sabahi yine masanin etrafina oturdular ve babalarinin gecen hafta kaldigi yerden baslamasini beklediler.

Yusuf “evet gecen hafta anlattiklarima biraz dolayli bir giris yapacagim: Ben hayatimi hep dogru sekilde yasamaya calistim. Calmadim; cirpmadim; iftira atmadim; islerimi hep duzgun yapmaya calistim; bildigim islerde insanlara yardimci oldum; bilmedigim isler de ise bir bilene danistim. Hep kendimi gelistirmeye calistim. Hep alimlerin, aydinlarin, akademisyenlerin, entelektuellerin konusmalarina, sohbet halkalarina katildim. Cok sey ogrendim onlardan. Ufkum acildi bircok alanda. Fakat beni en cok etkileyenler oncesinden hayran oldugum insanlardi. Belki bir-iki basit/klise cumle kurarlardi fakat ben yine de cok etkilenirdim. Gordumki bilgili birinin sana bir saat otursa anlatamayacagi/kafana sokamayacagi seyi, hayranlik duydugun kisi sana bir cumlede anlatabilir. Anladimki bu kritere gore ben Efendimiz ve sahabelerine bir hayranlik beslemiyorum. Onlarin soylediklerine hayran oldugum bir insanin soyledikleriyle ayni degeri vermiyorum. Bu konuda kendimi gelistirmeye karar verdim ve Allah’a dua ettim yardimci olsun diye. Allah da beni Ali’yle tanistirdi. Size onun hikayesini anlatacagim, hikayesini ondan ve esinden dinledim; ikisini birlestirerek anlatacagim. Ben asil ondan ogrendim Allahimi, peygamberimi, hayati… Sizler de dinleyin ve onun hikayesinden dersler cikarin.” dedi ve devam etti.

“Ali Kalender fakir bir ciftcinin 3 cocugundan en buyugudur. Sonradan esi olacak Fatma da köyün agasinin en kucuk kizidir. Ali’nin babasi da onlarin iscisidir.”

Chapter 4: Evlenilecek kızlar (iki binli yıllar)

Simdilerde evlenilecek kiz bulma zor. Iffetini korumuyor cogu. Affedersin cogu birisiyle beraber olmus oluyor. En iyileri bile bir erkekle birseyler yasamis oluyor. Benim evlenecegim kadinin benden baska kimseyle bir iliskisi olmasini kesinlikle istemem. Bende gozunu acmis olmasi lazim! Nasil ben iffetimi korudum; o da korumus olmali.

“Yusuf abi anladim. Kiz tamam iffetli olsun. Ama birisi istemeye gelmis ya da gorusmek istemis; kiz da kabul etmis tanismayi; sonra da ayrilmis. O zamanda mi olmaz?

“Fazla hosuma gitmese de, yok, ona birsey demem; cunku kizi istemisler. Nezaketen konusmasi normal. Ama evlenmis bosanmislar vs. kesinlikle olmaz; cunku esiyle birseyler yasamis yine de…”

“Benim icin en onemli sey o. Ama tek kriterim degil. Tabi guzel olmali, boyu boyuma olmali. Akilli olmali ve basarili olmali. Ben esimle oturdugum zaman sohbet edebilmeliyim. Fakat kirmizi cizgim birsey yasamamis olmasi…”

Mesela benim gozume potansiyel evlenebilecek kizlar gelmedi degil zamaninda. Ama ya baska birisiyle el ele tutustugunu gordum ya da “eskiden erkek arkadasim vardi” vs. dedigi an hemen sogudum. Istedigi kadar guzel olsun, ahlakli olsun ya da zengin olsun. Isterse sonradan Musluman olan bir kiz olsun, Allah’in onunde o tertemizdir ama benim icin cok zor. Asamam o kriterimi… Belki de yanlis dusunuyorum ama bana olmaz. Su anki durumum, fakir-cirkin ama ahlakli bir kizla evlenirim ama baska birisiyle iliskisi olmus zengin, guzel, akilli ve unlu birisiyle evlenmem.

Chapter 5: Zeliha ve Yusuf tanışma (seksen sonları)

Erzurum’un Kalemdar koyunde Istiklal ilkogretim okulunda orta bire gidiyordu Zeliha ve Yusuf. Ikisi de kekemeydi. Zeliha’ninki biraz daha azdi ama yine de hemen belli oluyordu. Ayrica Zeliha’nin ailesi kekemelerin muzik dinleyerek ve bir ritim belirleyerek kekemeliklerinin azaldigini duymustu ve zengin olduklari icin pahali olmasina ragmen muzik dinleyebilecegi bir Walkman almislardi Zeliha’ya. Ne zaman konusacaksa takardi Walkmanini ve muzigin ritmine gore konusmasini ayarlardi. Yusuf’un oyle bir imkani yoktu tabi. Birbirlerini tanimiyorlardi ama bugun tanisacaklardi. Ayri siniftaydilar ama bulusmak kaderlerinde vardi. Tenefus zili caldi ve hepsi birden kosturarak bahceye ciktilar. Yusuf arkadaslariyla merdiven basinda oturuyordu. Bir an bahcede top oynayan cocuklarin topu uzerine geldi ve tozu silkmek icin ayaga kalkiverdi; ve Zeliha merdivenlerden inerken kafa-kafaya carpistilar.

“Co co cok o o ozur di didi dilerim” dedi Yusuf.

Sonra Zeliha’nin yuzune bakti ve gulumsemeye basladi. Zeliha’nin ise alni sismisti.

“Ka ka kafan sisti” dedi gulerek.

Zeliha yasindan olgun, ciddi bir kizdi; kesinlikle aglamayacakti. Ama acitiyordu. Agriyan yeri kapatti eliyle, kulaginda devamli olan CD playerinda play’e basti ve Yusuf’a:

“On une ne den bak mi yorsun, bak kafa mi acit tin” dedi.

Ikisi de oyle bakakaldilar birbirlerine; gercekten de birbirlerinden hoslanmislardi ama masumca bir hoslanmaydi bu. Ayrica Yusuf’un kekeme konusmasi Zeliha’nin hosuna gitmisti. Kendisinden asagi gordugu birisi vardi sonunda.

Yusuf tekrar ozur diledi; Zeliha da kabul etti. Sonrada lavaboya gitti, yuzune su carpmak icin.

Yusuf-Zeliha arkadaş olma

Yusuf yine merdivenlerin basinda oturmus, taso koleksiyonuna gururla bakiyordu. Zeliha yanina oturdu ve konusmaya basladi.

“Kekemesin sanirim.”

“E e evet.”

“Aslinda bende kekemeyim ama babam bana muzik dinleyerek kekemeligim gecsin diye bana walkman aldi. Sen de alsana.”

“Alirsam ne olacak ki?”

“Muzigin ritmine alisarak, dudaklarin ve ses tonunu ayarliyorsun. 1-2 sene icinde de cok daha guzel konusuyor mussun. Benim konusmam duzelmeye basladi bile.”

Konusmasi duzelince Zeliha’yla daha cok konusacagini dusunerek Yusuf hemen eve kosar:

“Baba walkman alabilir misin bana? Kekemeligim geciyormus onu dinleyince!”

“O nedir oglum?”

“Muzik calar. Kaset takiyorsun, muzik caliyor.”

“O nasil duzeltecek ki kekemeligini?”

“Muzik dinleyerek duzeliyormus. Bana da bir kekeme arkadasim soyledi.”

“Bir sorayim bakalim. Arkadasinin ismi neydi?”

“Zeliha”

“Bizim Hasan aganin kizi mi?”

Yusuf biraz kizarmisti. Basta “bilmiyormus gibi yapayim mi?” diye dusundu ama sonra: “Evet baba” dedi.

Babasi Yusuf’un ondan hoslandigini farketmemis degildi ama cocuktu iste; “bosver” dedi icinden. Aslinda onunla hicbir geleceginin olmadigini bildirmesi gerekiyordu ama sonradan ogrenirdi zaten.

“Tamam ben babasiyla konusacagim ve durumu arastiracagim.”

Sonraki gun Yusuf’un babasi Hasan agayi musait bir zamaninda yakalayinca sorar:

“Agam sana izninle bir soru soracaktim.”

“Cok isim var Halil, cabuk ol.”

“Sizin kizda bildigim kadariyla benim oglan gibi kekemelik vardi.”

“Varsa var, ne olmus?”

“Sanirim bizim oglana eger bir muzik calar alirsa kekemeligi duzelebilecegini soylemis. Acaba bir asli var mi?”

“Var, var da seni asar bu isler.”

“Efendim agam?”

“Tanesi bir milyar o aletlerin. Sen herhalde 5-10 senelik maasini vermen lazim alman icin”

Daha da asagilayacakti ama isi vardi. “Hadi ben kacmam lazim. Cok isim var. Bugun bizim ilerki tarlaya bakmaya gelecekler yanlarinda ol.”

“Bir milyar ha?”

“Hayirlisi, Allah Kerimdir. Bakarsin kendi kendine gecer. Ben bir doktor beye danisayim belki baska terapiler de vardir.”

Bu sirada Yusuf kendi kendine: “Insallah guzel konusmaya baslayinca, Zeliha da beni sevecek.” diyordu. Tam o sira babasi eve geldi.

“Baba ne oldu sordun mu Walkman isini?”

“Sordum oglum.” Hayatinda hic yalan soylememesi gerektigini ogretmisti cocuklarina ama bu sefer kendisi tam dogruyu soylemeyecekti. O da bir cesit yalandi.

“Cok bir yarari olmuyormus. Daha cok kendine guvenmen ve bol bol konusmaya calisman lazimmis. Millet bir calisiyorsa sen 10 calisman lazim. Tamam mi aslan oglum?”

“Tamam baba.” Gozleri dolmustu. Walkman almadigindan degil, babasinin uzuldugunu anlamisti. Zeliha’yi seviyordu ama babasinin da yeri ayriydi. Anne-babasini uzdugunu dusunuyor, onun icin kendine kiziyordu.

“Allahim baba ve annemi koru. Insallah senin izninle buyuk adam olacagim. Onlara her istediklerini alacagim” diye kendi kendine soz verdi.

Zeliha ve Yusuf okulda

Sonraki hafta Yusuf ve Zeliha tekrar karsilastilar: “Ne yaptin Yusuf, aldin mi kendine bir Walkman?”

“Ne kadarki bunlar? Pahali mi?”

“Bilmiyorumki babam aldi ama bir milyar gibi bir rakam duydum. Bilmiyorum cok mu pahali?”

Icinden “bir milyar ha? Babamin ben elinde 10-20 milyondan fazla para gormedim bugune kadar. Demek ondan bana birsey demedi.” Babasina hayranligi bir kat daha artmisti.

Zeliha da durumu cakmisti: “Yusuf istersen benimkini kullanabilirsin okuldayken. Eve donerken de bana geri verirsin” dedi.

Gururluydu Yusuf. “Yok; tesekkur ederim. Ben bugune kadar hic Walkman kullanmadim. Bundan sonra da kullanmasam birsey olmaz. Ben kendim calisarak ogrenecegim duzgun konusmayi” dedi.

Zelihanin kalbi de hayranlikla atmaya baslamisti ilk defa Yusuf’a karsi. Onu bir arkadas olarak seviyordu bugune kadar ama sanki bu sefer bir baska atiyordu kalbi.

“Sagol Zeliha; cok iyi bir insansin” dedi, ve gitti Yusuf.

Zeliha ve ilkokul hocası

Zeliha Yusuf’a yardimci olmayi kafasina koymustu. Hemen sinif ogretmenine konuyu acti.

“Hocam Yusuf’un kekemeligiyle ilgili konusmak istiyorum sizinle. Ben kendi Walkman’imi ona vermek istiyorum ama kabul etmiyor. Ben de diyorumki bir cekilis yapalim, herkese bir hediye verelim. Ona da sanki Walkman cikmis gibi gosterelim.”

“Yok kizim o zaman anlar, Yusuf akilli cocuktur. Benim yurtdisinda bir arkadasim var. Oralarda fiyatlari ucuz oluyormus. Ona bir sorayim. Ins. sonra birseyler yapmaya calisiriz.”

Sonraki gun Necdet Hoca Zeliha’yi kenara ceker ve anlatmaya baslar:

“Ben arkadasima sordum ve Japonya’dan beste bir fiyata Walkman’ler varmis. Ben yarisini odemeye hazirim. Sizler de diger yarisini odemeyi kabul ederseniz, hemen siparis ettirecegim. Bizim arkadas da gonderme ucretini kendisi karsilayacakmis.”

“Tamam hocam ben 50 milyon bulurum.” Para hemen bulunmustu, cunku Necdet Hoca gercekten cok saygideger bir insandi.

Sonraki gun Necdet Hoca Yusuf’u yanina cagirir. Genel konularda biraz konustuktan sonra:

“Yusuf arkadaslarin sana bir hediye aldilar.”

“Hocam yapma. Ben hediye almayi sevmiyorum.”

“Hediye almamak diye birsey olmaz. Gel seninle soyle bir yuruyelim. Sen peygamber efendimizi seviyor musun?”

“Hem de cok Hocam. Anne babami cok seviyorum, ama onu daha cok seviyorum diyebilirim.”

“Iste peygamberimiz ‘Muslumanlar hediyelesmeli’ diyor. Peygamberimiz sadaka kabul etmezdi ama hediye alirdi. Tabi kendisi sonradan hediyelerin cogunu baskalarina hediye ederdi ama konumuz o degil (gulerek). Bizler peygamberimizi cok seviyoruz diyoruz ama sonra onu ya tanimadigimizdan ya da unuttugumuzdan onun yaptiklarini yapmiyoruz. Simdi arkadaslarinin sana aldigi hediyeyi aciyorsun, sonra da gidip tesekkur ediyorsun onlara. Ozellikle de Zelihaya.”

Yusuf Zeliha’nin ismini duydugunda kendi kalbinin daha hizli attigini hissetti. Bu tarz seylere alisik olmadigi ve etrafinda cok duymadigi icin sanki sevmenin gunahmis gibi oldugunu dusundu kendi kendine ve hemen aklini baska yere goturmeye calisti. Ama basaramadi. Necdet hocasi da farketti durumu ve guldu. “Hadi kocum ac bakalim. Gorelim bakalim ne almislar sana?”

Yusuf cok olgun bir cocuktu, ama cocuktu yine de. Yavasca acmaya basladi ama icinden biliyordu bir Walkman oldugunu. Cok seviniyordu. Actiginda basta Walkmani gorunce taniyamadi; o yuzden biraz sasirdi. “Hocam tesekkur ederim cok guzelmis” dedi. “Ama bu nedir?”

“Buna Walkman denir. Icine istedigin kaseti koyuyorsun ve muzik dinleyebiliyorsun.

“Simdi gel seninle oturalim ve istedigin muzikleri koyalimki, sana yardimci olsun.”

“Hocam kekemeligim gececek mi?”

“Sen zaten guzel konusuyorsun; insallah Allah’in izniyle o zorlanman da azalacak. Bu dunya imtihan dunyasi unutma. Hersey cok guzel olsaydi, zorluklar olmasaydi, nasil basari hissini yasayacaktik? Imtihan ve sikintilar olmasa dunyanin ve hayatin tadi olur muydu? Bence olmazdi.”

Yusuf “Necdet Hoca ne guzel konusuyor” diyordu icinden. Ama soyledikleri hakkinda degil, diksiyonu hakkinda diyordu bunlari. Tane tane. Tertemiz bir sekilde cikiyordu kelimeler. “Ben de boyle konusabilecek miyim acaba?” diye dusundu. Allah’a dua etti.

Chapter 6: Yıllar sonra (iki binli yıllar)

[INSERT CONVERSATION]

Zeliha evlenme

[INSERT CONVERSATION]

Zeliha yirmi bes yasina gelmis ve “evde kaldin artik” denilerek zorla (mahalle baskısıyla) evlendirilmistir baska birisiyle; evlendikten iki sene sonra bir cocugu olmustur.

Bu arada Yusuf Ingiltere’de Türk öğrencilerle aynı evlerde kalıyordur. Hakan Hoca kaldiklari şehre yakin bir sehrin üniversitesinde bir Din Felsefesi Profesorudur. Hakan Hoca da Kalemdar koyunden yillar once ayrilmistir; hem Yusuf’u, hem Zeliha’yı çocukluklarindan tanıyordur. Yusuf’un babasiyla da cocukluk arkadasidir. Halil Yusuf’a hep onu ornek gostermistir. “Buralardan cikip cok buyuk adam oldu” diye. Hakan Hoca tatillerinde arada sırada koye uğrar ve Zeliha hakkında bilgiler verir Yusuf’a. Zeliha’nın evlenip, sonra da boşandığıni da o iletir kendisine.

Evrim teorisi tartışmaları

[INSERT CONVERSATION]

Hakan Hoca’ya: Allah neden var? Felsefeci…

Zeliha ilk kocasından boşanma

[INSERT CONVERSATION]

Zelihanin kocasi birakip gitmis

O an aklina Zeliha geldi yine. “Ne yapiyordu acaba?” Sonra hemen bunu aklina seytanin getirdigini dusundu ve hemen unutmaya calisti.

Yusuf yakisiklidir; okumus ve universitede Hoca olmustur. Zeliha’nin evlendigini duyunca baska birisiyle hemen evlenmistir. Onun da iki sene sonra bir cocugu olmustur, esi evlilik hayatini sevmeyip, unlulerin oldugu balolara katilmak ve surekli partilere katilmak istediginden onunla bosanmaya karar vermistir. Kadin sonradan pisman olsa da is isten gecmistir. Ama cocugu

Yusuf evlenme

[INSERT CONVERSATION]

Yusuf’a birakmistir hakkini yememek icin – kendini dine adayip yalniz basina olmustur – cocugu ve Yusuf beraber basindadirlar son aninda.

Yusuf, Peygamber (sav) ve Hz Hatice kissasini dinlemistir

Hz Yusuf ve Zeliha hikayesini dinlemistir – kalbi kut kut atmaya baslar

Zorla evlendirilen kizlara destek olmak icin bir seminere katilmis ve orda eski asklari tekrar canlanmistir

Chapter 7: Zelihanın evleneceğini duyunca

[INSERT CONVERSATION]

“Oglum Zeliha evlenecek sanirim; kiz seninle evlenmek istiyor fakat senin gelmeyecegini soyleyerek kizin da aklini celdiler. Hemen cik gel oglum.”

“Nasil geleyim anne? Burdan orasi cok pahali. Ben 1-2 seneye anca gelebilirim. Biraz daha sabretsinler ne olur.” Sonra dusundu: “Ulan gidiyor kiz elden. Hemen ilk otobuse binip gidecegim.”

Istanbul’a uctuktan sonra, duraklarla beraber yol bir-bucuk gun suruyor. Fakat sonraki bos otobus bir gun sonradir.

Uzun bir yolculuktan sonra Yusuf otobusten indi. Kostura kostura dagin tepesine cikti ve Kalemdar koyunu gordu tepeden. Ama gorduklerine cok sasirdi. Kendisi gideli 7 sene gibi bir sure gecmistir ve koyun butun yesilligi gitmisti. Ayrica oradan Zeliha’larin evine dogru bakti ve yikik-dokuk bir yer gordu. Anladiki cok gec kalmisti. Kulagina Walkmanini takti ve direk ?’yi [sarki ekle] dinlemeye basladi. Ozellikle sarkinin ‘?‘ kismina gelince gozlerinde yaslar dokulmeye basladi. Oyle dondu kaldi orda. Herhalde 10 defa ust uste dinledi sarkiyi ve yavas yavas kendi evlerine dogru yol aldi.

Final Chapter: Son

Evet oglum kac haftadir anlattigim hikayede Ali benim, Fatma anneniz, cocuklari da sizler oluyorsunuz. Sizden cok ozur diliyorum. Ama baska sekilde anlatirsam daha kotu olur diye dusundum. Beni affedin. Selahaddin senin biyolojik annen su an Istanbul’da. Seni cok seviyor ama hayatini bozmamak icin bana soz verdi ve sonuna kadar da sozunde durdu. Suleyman senin biyolojik baban seni dogmadan once birakti ve Almanya’ya gitti; su anda hala Almanya’da sanirim.

Bu hikayeden alacagimiz derslerin hepsini en basta soylemistim ama en onemlisini yine sona sakladim: Her insan en cok kendi hayatindan ders alir.

Bunlari anlatirken yillar once gordugu ruya aklina gelir: 28.nci katta inen kadinin yuzu belirir ve eski esi oldugunu hatirlar. 29.uncu katta binen kadin ise Zeliha’dir. Yusuf Zeliha’ya dogru doner ve gulumser…

Kitaba eklenebilecek karışık-kuruşuk fikirler:

  • Iki öğrenci arasında (çiçek abbas benzeri) “atışma”:

Tum MEB’lilere cay!

MEB’li olsun da camurdan olsun!

MEB’liye can feda

Olmayana elveda

Demligin dibi kara

Burslunun gonlu yara

Istedim vermediler

Sen MEB’lisin dediler

Bulasiklar dag gibi

Ama Yusuf Ferhat gibi

Burada millet ac

Nobetcinin aklinda mac

Yusuf orucludur

Agzin kokuyor, biraz uzakta dur

Yas geldi otuza

Arkadaslar bana es bulsa

Sana gelecek kiza

Allah sabir versin Riza

Kahvaltida yumurta

Beni kaldirmayi unutma

  • Yazdigi siirler eklenebilir bir yerlere
  • Fıkraları katleden karakter
  • Professor: “hepimizin ezik oldugu bir konu yada karsisinda ezik davrandigimiz bir kisi vardir.” Gozu cebinden cikan bir kagida ilisti. Uzerinde cocukken yapmak istedigi seyler yaziyordu. Hilmi Tokpinar adinda birinin ismini gorur gormez, Hakan’a dondu ve: “Sence ben ezik birisi miyim?” “Hayir abi; estagfirullah. Ezikliklige en son yakistiracagim insansin sen.” “Hilmi mahallenin kabadayisiydi. Beni hep doverdi. Acaba ne yapiyordur? Bir insanin kotulugunu istemek caiz mi? Caizse ben onun cok kotu bir vaziyette olmasini istiyorum! Hatta gidip gorecegim onu”

Mahalleye girdiginde karsisinda Hilminin 30 sene sonraki haline benzeyen birisini gordu. Cevval mi cevval bir adam. Kalbi atmaya basladi. Akademik konferanslarda yuzlerce profesorun onunde sunum yapmis bu adam heyecanlanmisti. Ama cesaretini topladi ve sordu: “Sen Hilmi misin?” “Hayir! Ne alaka dostum! Hilmi surada oturuyor! Hilmi bu adam seni soruyor.” Yanina dogru yaklastigi adam, ufak-tefek kalmisti onun yaninda. Oysa dag gibi duruyordu gencken! “Buyur kardes beni niye sordun?”

  • Necmi abiden eve gelen cocuklara hikaye: “Akıllı fareyle yaramaz fare”

Carsamba gunleri ogrenciler geliyordu eve etut icin. Cocuklardan en buyuk olani, bu hafta dersimiz yok, hadi oyun oynayalim. Evde TV ya da Playstation yoktu. Necmi abi cocuklara “oturun bakalim cocuklar, size akıllı fareyle yaramaz farenin hikayesini anlatacagim” dedi. Cocuklar bir anda heyecanlandi ve sessizce oturdular. O sirada ikramlar ve cay geldi. Diger ogretmen abilerde oturdu. Cunku Necmi abi bir hikayeyi oyle bir anlatirdiki, yuz defada dinlemis olsan yine de cok buyuk haz alirdin. Dinleyenin buyuk-kuc yasta olmasi da farketmezdi.

Basladi anlatmaya; yavas yavas, tane-tane: “Evet cocuklar. Evvel zaman icinde, kalbur saman icinde, develer tellal iken, pireler berber iken, kuslar astronot iken, iki fare bir ormanda yasarmis. Biri akıllı, digeri de yaramaz, tembel, hiyarin biriymis. Akıllı fare namazini kilar, dualarini eder, her gun bir cuz Kuran, bir saat de kitap okurmus. Önemli şahısların sohbetlerini hic kacirmazmis. Namazlardan sonra tesbihatini da yaparmis. Tembel fare bunlarin hicbirini yapmazmis.

Yazin agaclarin arasinda dolasiyormus ikiside. Boyle kenardan saldur suldur su sesi geliyormus. Etrafta muthis bir aroma varmis. Boyle kavunla karpuz kokusu olurya, ona birde seftali kokusu ekle, onun gibi ferahlatici bir koku. Etrafta her adim basi meyve, sebze, cekirdek, avokado, kavun, nar ne ararsan varmis. Yaramaz fare, adi ustunde yaramaz ya, saga sola bos bos kosuyor, gordugu caninin cektigi meyvelerden ucer beser alip, bir isirik atip firlatirmis yere. Israf ediyorsun diye soran olursada gormuyormusunuz bir suru var dermis. Hic bitmezki. Necmi abi, cocuklara goz kirpmis hikayenin devaminda neler olacagini anlasinlar diye. Cocuklar tebessum ettiler.

Tabi akıllı fare de cani isteyince meyvelerden yiyormus. Ama bir meyveyi yediği zaman tamamen yiyormus. Hatta kabuklari da israf olmasin diye mixere koyup smoothie yapiyormus kendisine. Bu sayede hem karni doyuyormus hemde arta kalanlari saklayabiliyormus. Biliyorki hep yaz olmayacak. Birgun kis gelecek ve her yeri kar kaplayacak. Bu meyvelerin hepsi gidecek.

Yaramaz fareye gelince, bizim akıllı fare ne kadar caliskansa o da o kadar tembelmis. Akıllı fare soyle kafasini kaldirinca birde ne gorsun: bizim yaramaz fare almis sortunu gunesleniyor. Akıllı bir fareye yakisir sekilde gitmis yanina ve uyarmis: Ya Hu fare kardes, kis gelecek yemeksiz kalirsin bu kafayla demis. Tembel fare: Bir git Allah askina, senden mi ogrenecegim ne yapacagimi demis. Benim rahatimi kiskanma. Kendi isine bak demis. Sonbahar gelmis, bizim tembel fare hala ayni. Dusen yapraklari tekmeliyor, kendine gore oyun oynuyormus.

Cocuklardan kucuk olani eklemis: Ama yapraklar onu kaplar. Necmi abi: Siz tabi gitseniz onu goremezsiniz. Ama yapraklara dogru bakarsaniz, onun boyle altindan gectigi yapraklari havaya kaldirdigini gorursunuz. Necmi abi sag elinindeki parmaklarini dalgalandirarak: iste yapraklarin boyle oldugunu gorurseniz, bilinki o tembel fare iste. Hani isi kameralari olurya, onunla baksaniz tembel farenin yapraklarin altinda boyle memati gibi yurudugunu gorursunuz. Kendini birsey sanir sekilde – cocuklar ve abiler orda bir kahkaha atmislar.

Bizim akıllı fare isleri hizlandirmis; malum sonbahardan sonra kis var. Bazi meyve-sebzeleri kurutmus, bazilarini derin dondurucuda dondurmus. Sonra ormandaki dallari toplayip ufak ufak kesmeye baslamis ve depoya yerlestirmis. Hatta bir ara o kadar cok kesmiski, altdaki odunlar nemlenmeye baslamis. Tabi akıllı adam uyanik olur. Hemen onlari alip uste yerlestirmis ve devamli oyle bir sirkulasyon yapmaya baslamis. Ayni cocuk bu sefer: Dallari nasil kesmis abi diye sorunca, Necmi abi: Kalin bir dalin ucuna, keskin bir tas baglamis tabiki.

Tabi kis gelmis. Hic bir sey kalmamis. Her yer kar. Yerler sert. Nehir bile donmus. Tembel fare hem acikmis, hemde sogukta kalmis. Tabi akıllı fare kendi yaptigi ozel barakada rahat rahat cayini demlemis. Kestigi odunlari yakmis ve karsisina oturmus. Boyle sallanan oturaklardan yapmis kendine. Acmis kitabini, derin mevzulara dalmis. Tefekkur yapiyormus. Tam akilli bir fareye yakisir cinsten, caylari ardi ardina iciyormus. Sizlerin yaptigi gibi. Tam o sirada kapisina biri vurmus. Kim O? demis akilli fare.

Kim cocuklar? Hepsi Tembel fare diye cevap vermis. Akıllı fare ‘buyur kardes’ demis. Tembel fare once birsey dememis, oyle durmus kapinin onunde. Akıllı fare bir isteginmi var deyince: Acim abi demis. Hic birsey bulamadim, uyuyacak yerim dahi yok. Iki gundur donuyorum, tam umidimi yitirecekken aklima sen geldin demis. Hemen son bir gucle sana dogru kostum. Baktimki kendine ev bile yapmissin. Akıllı fare: neyse anlatmana gerek yok, hadi buyur iceri. Eşim sana bir sicak corba koysun. Aksama da bizim misafir odasinda kalirsin demis. Tembel fare tovbe etmis ve Allah’a dua etmis: bundan sonra bende caliskan ve akilli olacagim demis. Akıllı birisi olacagim senin izninle demis.

O gunden sonra tembel fare oranin en zengin farelerinden olmus. Üniversite açtırıp, akıllı fareye ‘fahri doktora’ unvani verdirmis. Her carsamba akıllı fare gelip genç farelere sohbet veriyormus ve bunun vesilesiyle bir suru akıllı, başarılı, genç fareler yetismis. Ormana bir bereket gelmis. Baska ormanlarda da üniversiteler acilmaya baslamis. Hikaye de mutlu-mesut bitmis.”

Bu sirada cocuklarin aileleri gelmis. Kimse dakikalarin nasil gectigini anlamamis. Iste oyle tatli anlatirdi Necmi abi.

  • Yusuf’un Türk öğrenci evlerinden biriktirdiği anılar

Beni salondan gecerken gordu ve “Abi bende 3 sinav kagidi var, bunlari sana gondersem print edermisin?” dedi. Ben de “olur” dedim. Yarin email geldiginde subject’de ‘Dun bahsetmistim abi: 3-5 sayfalik print’ yaziyordu. Emailin icinde “Abi s.a. Su bes sayfayi print edermisin? Sagol!” yaziyordu. Attachmenlarda 6 sinav kagidi vardi.

Walkman’de dinlenen şarkılar?

? [sarki ekle] – zelihanin evlendigi gun

? [sarki ekle] – zelihayi hayatindan sildigi(ni dusundugu) gun

? [sarki ekle]  – Zelihayi yillar sonra tekrar gordugu gun

Uzun ince bir yoldayim – Yusuf Avrupa’ya dogru yola cikarken

Dumanli dumanli (Edip akbayram) – Yusuf Avrupa’ya dogru yolda iken

Gurbet (O Erdogan) – Yusuf Avrupa’da kendi kendine dusunurken

Diğer bölümler?

Elimde olan (bitmemiş) yazımın (yine bitmemiş) bölümlerini paylaştım burada. Maalesef doktora ve diger işlerim dolayısıyla çok zaman ayıramıyorum ‘Bir Yusuf ve Zeliha hikayesi’ adlı (isim değişebilir) kısa romanımı yazmaya. Zamanım el verirse belki tekrar yazmaya başlayabilirim. Ama eğer ilgilenen yazarlar olursa mutlaka ulaşsınlar bana. Birlikte çalışmayı isterim…

Simdiden teşekkürler ilgilendiğiniz için…

Hikaye synopsis – Kısa özet

Yusuf ve Zeliha çocukluktan beri birbirlerini tanımaktadırlar. Ikisi de çocukken kekeme olduklarından okulda yakınlaşma fırsatı bulmuşlardır; ve zamanla birbirlerine aşık olmuşlardır. Büyüyünce evleneceklerdir. Söz vermişlerdir. Fakat kader planlarına göre işlememektedir. Yusuf yurtdışına okumak için gidip, zamanında dön(e)meyince, köyde ailesiyle yaşayan Zeliha ailevi ve sosyal baskılara dayanamayıp başkasıyla evlenmiştir – birkaç yıl sonra da sorunlu bir tip olan kocası kendisini bırakıp gittiğinden boşanmıştır. Yurtdışında çektiği sıkıntılar, okuduğu kitaplar, ve yaptıgı gözlemlerinden dolayı bazı ‘kırmızı çizgiler’e sahip olan Yusuf, Zeliha’nın kendisinden habersiz evlendigini duyunca onu hayatından ‘silmiş’tir (ya da öyle sanıyordur), çünkü kendisine göre evleneceği kadının kendisi dışında hayatının hiçbir döneminde bir erkek olmamalıydı (bu dinen ‘meşru daire’de, örnegin kadın evlenip-boşanmış olsa bile geçerliydi)… Yusuf bu duruma kızıp, ingiltere’de kendisini seven bir Turk kadınla tabir-i caizse “jet hızı”yla evlenmiştir.

Fakat hayat ona bir ders verecektir. Yusuf’un eşi belli bir süre sonra, Yusuf’u sevse de, evlilik hayatını kaldıramadığı ve özendiği ‘şatafatlı’ hayatı bulamadığı için boşamıştır. Yusuf basina gelen ve kendisinin disinda gelisen olaylarla Zeliha’yla tekrar karsilasir ve evlenir.

Hikaye’den alinacak ders: En akıllı ve ahlaklı insanların bile bazen cahilce çizdikleri ‘kırmızı’ çizgileri olabiliyor. Allah’ın affetiğini ve/ya da mazur gördüğünü, kul da affedebilmeli ve insanlara 2.nci bir sans verilmeli. Cunku senin de birgun 2.nci bir sansa ihtiyacin olacak.

Hikaye en sondan (2030 yilindan) başlıyor… Yusuf ve Zeliha evlenmis ve iki çocuklari olmuştur; ayrıca Zeliha’nın da, Yusuf’un da eski eşlerinden birer çocuğu vardır fakat çocuklar bundan habersiz büyümüşlerdir. (total: 4 cocuk)

Bu arada bazı ‘sub-plot’lar da olacaktır: Yusuf’un yurtdısında diger Türk öğrencilerle beraber kalması ve oralarda tanıştığı (her türden: Felsefeci, Tarihçi, Sosyolog, kendisi Genetikci vs.) insanlar ve gördüğü (ciddi ve komik) hadiselerde/sohbetlerde onun bügünkü halini şekillendirmiştir. Sorgulayıcı bir yapısı olan Yusuf, Allah’ın varlıgı ile kafasında oluşan şüpheleri tanıştıgı insanlardan öğrendiği ve kendi okuduğu makalelerle bertaraf ediyor (mesuturkey.wordpress.com blogumda tartıştığım bazi meseleleri burada iki ya da birkac kişi arasında sohbet şekline getirmek istiyorum – blog’da yazdıgım uygun olan herşeyi copy-paste yapabilirim). Çok degerli bir büyüğü olan (dindar bir Felsefe Profesörü) Hakan Hocaya (ona samimiyetlerinden ‘Hakan abi’ diye hitap ediyorlar ama) gelen çok zor soruları o sohbet meclisinde tartıştırmak istiyorum.

Ayrıca Yusuf ve Zeliha’nın cocukken kekemeliği yenmek icin edindikleri Walkman da hikayenin başrol ‘oyuncu’larından biri olacaktır (uygun müzikleri seçmek bize ait) – Yusuf ve Zeliha o anki ruh haletlerine göre bir şarkı dinleyecekler bu Walkman’dan.

Hikayenin kronolojisi (kitabın en sonuna eklenebilir)

1980: Yusuf (Ibrahimoglu) ve Zeliha (Kalemcioglu) dogum (Kalemdar köyü/Erzurum)

1988: Yusuf ve Zeliha okulda tanisma, kekemeliklerine yardimci olsun diye Walkman alma

1998: Yusuf koyu terkedip Istanbul’a universiteye gitmistir (matematik), Zeliha liseden sonra okutulmamistir ve evlenmek icin Yusuf’un donmesini bekleyecektir

—Yusuf’un Zeliha’ya yazdigi mektuplar ulasmamistir—

2002: Yusuf burslu doktora (matematik) kazanip Ingiltere’ye gitmistir

—Yusuf Turk ogrencilerle beraber kaliyor ve kit-kanaat geciniyordur—

2005: Zeliha evlenme (Yusuf yetisemez) ve hemen Istanbul’a tasinma, Yusuf ingiltere’de evlenme (1 ay sonra) ve cocuk sahibi olmasi (bir sene sonra), Zeliha cocuk sahibi olmasi (iki sene sonra)

2006: Yusuf doktorayi bitirip, Ingiltere’de bir universitede matematik Hocasi olmustur.

2008: Zeliha bosanma (Suleyman 1 yasinda), Yusuf bosanma (Selahaddin ~2 yasinda)

2009: Yusuf Istanbul’da bir Universite’de Doç. olarak ise baslar ve Zeliha’yla tesadufen tanisir (1 ay sonra); evlenme (3 ay sonra)

2030: Pazar kahvaltisi hikayenin anlatilmasi – Ali & Fatma Kalender olarak

PS: Genetikci olduğum için maalesef değişik karakterler üretme konusunda çok kreatif değilim ve kafam ister istemez böyle çalışıyor. Karakterlerin birinin genetikçi olması da bundan dolayı 🙂

Read Full Post »

Namaz ve Cocuk

“Kalpler, ancak Allah’ı (c.c.) anmakla huzur bulur” (Rad Suresi, 28)

Namaz’a sadece günde 5 defa “yapılması zorunlu bir ibadetmiş” gibi degil de, Allah’ın bize verdigi bir “randevu”ymuş gibi bakmalıyız diye düşünüyorum. Her namaza durdugumuzda “şükürler olsun. O kadar günah/hatama rağmen, Allah beni bu sefer de huzuruna kabul etti!” diye şükretmemiz gerekir diye düşünmekteyim. Namaza (ve diger ibadetlere) böyle bakıldıgı zaman insanın içi gerçekten de huzurla dolu oluyor. Içi huzur ve (tüm yaratılışa karşı) sevgiyle dolmayanın namazında bir sorun var demektir.

 

“Allah’ın (c.c) nimetlerini saymaya kalkışsanız, mümkün değil bitiremezsiniz” (Ibrahim Suresi, 34)

Insana verilen en büyük nimet, birçok alimin de söylediği gibi, bence de imandır; sonra (bence) akıl, saglık/gençlik, sevdigimiz insanlar, iffet/namus/haysiyet, hürriyet, yüz güzelliği/boy/pos/karizma/konuşma kabiliyeti, güvenlik/adalet/devlet gelir; ve hepsinden sonra da ‘diğer’ zenginlikler gelir (ev, araba, şan/şöhret, para gibi). Akıllı ve deger bilen bir insan, saydıgım ‘diğer’ zenginliklerden oncekilerin birini bile bütün dünyayı verseler degişmez. O zaman bunun bilincinde yaşamalı insan…

Read Full Post »

“Ben yerlere ve göklere sığmadım, ancak mü’min kulumun kalbine sığdım.” – Hadis-i kutsi olduğu rivayet edilir

Ey Rabbim!

Ben ancak kalplere sığarım diyorsun, amenna!

Peki benimki de var mı bunların arasında?

Cünkü dolmuş kir ve pasla;

Benim kalbime de sığar mısın acaba?

Ey nankör nefis!

Neyim var ki Rab’dan gayri soruyorum;

Soruyorum, çünkü dolmuş kalbim:

Mal ve şan-şöhret sevgisiyle;

Kalmamış gibi başka yer;

Solmuş vefa çiçeklerim!

Read Full Post »

Bu yardımlar, kendilerini Allah yoluna vakfeden yoksullar içindir. Bunlar yeryüzünde dolaşıp geçimlerini sağlama imkânı bulamazlar. Halktan istemekten geri durmaları sebebiyle, onların gerçek hallerini bilmeyen kimse, onları zengin sanır. Ey Resulüm, sen onları simâlarından tanırsın! Onlar yüzsüzlük ederek halktan bir şey istemezler. Şunu bilin ki, hayır adına her ne verirseniz mutlaka Allah onu bilir. (Bakara, 273)

(i) Cok hosuma giden bir ayet. Cunku Allah’tan baskasından birseyler istemek hep zor gelmistir bana. Bu yuzden gencligimde ailemden uzak gurbetde kaldıgım zamanlarda dahi, kimseden maddi (sorunlar olmasına ragmen) yardım istemedim. Allah(c.c.)’a guvendim ve O’da bin sukurler olsun hic kimseye muhtac etmedi beni (ve kardesimi)… Fakat zor o gunlerimde benim halimi soran/arastıran, ve yardım teklif eden insanlar oldu. Onları hic unutmadım; unutturmasın Allah!

Bu ayetden kendime de (ins.!) bir ders cıkardım: Dostlarımla, zor durumlarında gelip benden yardım isteyebilecekleri sekilde samimi olmaya calıstım. Bu sayede ne onlar yardım isteme konusunda kendilerini kotu hissediyorlar, ne de ben yapmam gereken bir isten kacmıs oluyorum. Insanız, dusmez kalmaz bir Allah’tır! Kimin ne zaman (maddi yada manevi yonden) kayacagı belli olmaz. O gunlerde dostlarımıza sahip cıkmalıyız. Onlar anlatmazsa, biz bulmalıyız.

(ii) Roller Coaster’a ilk bindigimde hic korkmamıstım ama hemen ardından ikinci kez bindigimde korktugumu hissettim; ki tam tersi olmalıydı normalde…

Bunun nedenini dusundugumde ilk bindigimde Allah’ın beni koruyacagına ve onun izniyle birsey olmayacagına tam guvendigimden Roller Coaster’da eglenebildim. Fakat hemen sonrasında tekrar bindigimde Allah’a (kalben) guvenden daha cok kendime, cesaretime ve tecrubeme guvendim; tabi Allah’da bunun icin kalbime korku verdi…

Allah’a ne zaman tam olarak guvensem, kalbime sekine verdi ve ben o isten/durumdan alnımın akıyla ve heyecanlanmadan cıktım (gerek is mulakatı olsun, akademik sunum olsun yada daha deminki ornekteki gibi adrenalini yuksek aktiviteler olsun)…

Allah(c.c.) bize kendine tam inanan ve guvenenlerden eylesin!

(iii) Ben yıllardır sabahları kahvaltı yapmayan bir insanım. Bir cay icerim, kahvaltımı ise ogle gibi yaparım. Fakat Ramazanın daha ilk gunu – sahurda yemek yemis olmama ragmen – sabah okula giderken acıktıgımı hissettim. Kendi kendime “daha iftara 11-12 saat var. nasıl dayanacagım?” diye soylenirken, aklıma “sen zaten kahvaltı yapmazdın! ne acıkması?” dedim. Bunun (Seytanın ve/yada nefsin ufledigi) bir vesvese oldugunu anladım, ve hemen o saniyede aclıgım gitti. Butun gun boyuncada hic acıkmadım, uzun ve yorucu bir gun olmasına ragmen.

Insanin ruh haleti her gun, hatta her saniye bile aynı olmayabiliyor; ve Ondan(c.c.) farkında olmadan uzaklasabiliyoruz. Bize devamlı Allah’ı hatırlatacak arkadas ve objelere ihtiyacımız var!

PS: Sunnetullah’ın daha fazla arastırılması ve halka ogretilmesini cok onemsiyorum – bizim hayata olan dar bakısımızı genisletecektir

Read Full Post »