“Dünyaları da verseler, haram/rüşvet yeme” diyen kaç ebeveyn kalmıştır acaba? “Müslümanlık bilmem ama galiba göklerdedir” dedirten günler…
— Mesut Erzurumluoğlu (@mesuturkiye) September 17, 2014
Önsöz
Bedevîler inkâr ve münafıklıkta şehirlilerden daha şiddetli; Allah’ın, Resulüne indirdiği hükümleri tanımamaya daha yatkındırlar. (Tevbe, 97)
Bu ayeti çok manidar buluyorum çunku bizim insanımızda da ‘bedevice’ hasletler oldugu için, eger devamlı nasihat edilmezse, çok çabuk dogru yoldan kayıp ‘kural tanımaz’ hale gelebiliyor, vahşileşebiliyor, ve bir müslümana (hiç mi hiç!) yakışmayacak işleri hemen fıtrat haline getirebiliyor (e.g. küfürlü agızlar, sigara/içki/kumar/zina, rüşvet yeme, yolsuzluk, torpil, yalan/iftira, gıybet/dedikodu). Allah nasihat eden hocalarımızı başımızdan eksik etmesin; ve onları duyacak kulaklar versin bizlere!
Materyalist müslümanlar
Uzak ve yakın tarihtede eminim bu tarz akımlara kapılan müslümanlar vardı. Fakat bugünkü kadar epidemik bir hastalık sekilde yaygın hale geldigini düşünmüyorum. Bu tabirden kastım kişinin müslüman olmasına (en azından oldugunu iddia etmesine) ragmen, hayatını ve secimlerini (kişiden kişiye degişkenlik göstersede) materyal kazanımlara göre ayarlamasıdır.
Maalesef, neredeyse hepimize birazcık materyalizm bulaşmış! Burada iddiamı destekleyecek gözlemlerimi genel olarak ve kısaca(!) özetleyecegim… Sozlerim öncelikle nefsimedir, bu yuzden burada yazdıklarımı (ve benzerlerini) yaparsam, lütfen uyarın! Kendi yaptıklarınızı ise vicdanınıza havale ediyorum…
Gözlemledigim kadarıyla, ‘Materyalist Islamcılık’ virüsü insanı öncelikle ameli yönden etkiliyor:
- Yardima ihtiyacı olan birisi geldiginde, vicdanı ona siddetli bir şekilde cebindeki 3-5 kuruşu o kisiye uzatmasını soylesede, kafasını çevirip gider. Cünkü Seytan ona “seninde ihtiyacın var” vesvesesini vermiştir. Halbuki hayatında kumar, sigara, içki, spor izleme/oynama veya diger zevklere her zaman parası vardır…
Bencillik, menfaatperestlik ve cimrilik bu tarz insanların en önemli vasıflarıdır…
- Dinen farz olan ‘Zekat’ı kesinlikle önemsemez bu tipler. Odemesini tembih edenlerden uzaklaşırlar.
Sunnet olan Kurban kestirmeyi ve/yada sadaka/burs vermeyi saymıyorum bile… Isar ve tefani ruhundan bahsetmek ise ‘enayiliktir’ bunlar için.
- Hastalık-kaza-bela hakkında Allah’a degilde sigorta sirketlerine daha çok guvenirler. Başına bir kaza-bela gelir diye *sigorta yaptırır. Sigorta yaptırdıgı gun, gelecek adına kaygısı azalır. Oysa sadece Allah’a güvenmeli müslüman oldugunu iddia eden bir insan! Bu nazarda ‘gelecek kaygısı’ olmamalı!
*Kanuni olarak gerekli sigortalardan bahsetmiyorum. Insan yaşadıgı ülkenin kurallarına (dine alenen karşı gelmiyorsa) uymalı!
- Gelecek kaygısının insanın kendisine bakan bir tarafı oldugu gibi, insanın sevdiklerini de kapsar çogu zaman. Bu virüse kapılanlar devamlı para biriktirir, ev-arsa alır, mal yıgar ki çocuk/torunları da dünya namına mutlu(!) olsunlar. Hatta daha sonraki nesilleri de düşünenler vardır! Oysa bir muslümanın çocuk-torunlarına bırakabilecegi en guzel miras kanaat, ilim ve ahlaktır! Mal bugün var, yarın ise yoktur! Ahiretde ise sadece infak ettiklerinin sana faydası olacaktır…
- Bazı insanların aklından “genç öleyimde cesedim güzel olsun” gibi fikirlerde geçer. Bu konuda birşey yazabilecek durumum yok, çünkü o kadar ‘çukur’lara inemiyorum. Fakat hepimizin aklından geçebilecek olan “öldügümde insanlar arkamdan güzel konuşsunlar” istegi ilk başta masum gibi görünse de, biraz duşunursek, bir önceki söylemden çok farkının olmadıgını görebiliriz. Biz güzel-temiz-ahlaklı bir şekilde yaşarsak Allah bizden hoşnut olacaktır. Tek önemli olanda budur! Insanların arkamızdan guzel konuşması tabi bir göstergedir fakat Allah hosnut olduktan (ve alenen kul ve/yada kamu hakkı yemedikten) sonra ne dediklerinin bir önemi yoktur!
- Bütün tedbirleri alsa da, evini bırakıp tatile gittiginde aklı hep “acaba eve hırsız girermi?” “eşyalarıma birşey olurmu?” gibi sorularla rahatsız olur. Oysa müslüman tedbirini aldıktan sonra başına gelen her işte Allah’a tevekkül eder… Gerisine pek kafa yormaz…
- Emekli olacagı günü terhis gunu gibi beklerler ki aylak-aylak yaşasın, günlerini uyuşuk- uyuşuk yatarak geçirsinler… Emekliligi yeni neslin onunun açılması açısından önemli görsemde, müslümanların emeklilik icin yaşamasını kesinlikle anlamıyorum ve tasvip etmiyorum. Insan (seviyesine gore) ömrünün her dakikasında “Allah için ne yapabilirim?” diye kafa yorması gerekir! Emekliligi de bu açıdan bir fırsat olarak görebilir…
Aynı şekilde, ömurleri boyunca “Cumartesi gelsede boş-boş yatsak” diye Cuma gününü dört gözle beklerler…
- Ozellikle Sabah namazını kaçırmayı önemsemezler, çünkü 10 saatlik uykularının bölünmemesi saglıkları açısından çok(!) önemlidir… Aynısı yemek yerken de geçerlidir. Gunde 5 ögün yemek yemeleri çok önemlidir, zira birazcık dahi aç kalsa bu saglıgını feci(!) sekilde olumsuz etkileyecektir. Ayrıca agzı hiç boş durmamalıdır yoksa hayatdan zevk(!) alamaz, nefisleri ise biraz körelir mâzallah! Canının çektigi bir pastanın dahi ne yapıp edip en büyük dilimini daima kendine alır, öbur türlü gözü doymaz! “Bunuda mı yazdın? Bu kadarda abartma!” demeyin! Işkembeleri çok önemlidir bu insanların! Zira o bölge akıllarını ve kalplerini yönetir…
- Omür, yeteneklerini ve paralarını devamlı israf ederler! Bu müsrifligi hiç önemsemezler…
- Daima ev-araba almanın ruyasını kurarlar. (Afedersiniz ama) WC’ye dahi gittiginde onları düşünür, hesaplar yapar.
- Kızını isteyen damat adayının (yada tersi) ahlakı, ibadeti ve kötu huylarından once kazandıgı para ve makamını sorarlar…
Materyalist islamizm anlayışı amellerimizi etkiledikten sonra, imanımızı da etkilemeye başlar:
- Bu tipler her olayı direk sebep-sonuçlara baglarlar. “şunu yaparsak böyle olur”, “Bu olmasaydı şu olmazdı” gibi lafları agızlarında çok duyarsınız… Allah’ı (haşa!) hep ‘denklem dışı’ bırakırlar. Hayatı matematik gibi sanarlar. Ornegin başarılı bir insan kendi yeteneginden dolayı başarılı olmuştur bunlar için. Bu söylemin Karun’un Hz. Musa(a.s)’ya dediginden bir farkı yoktur!
Oysa hersey Allah’ın elindedir. Başarıyı da, parayı da istedigine verir. Yetenek ve azimle birebir dogru orantı olacak diye bir kural yoktur. Bize duşen dogru-dürüst çalışmaktır, zafer-başarı Allah’tandır! Ayrıca başarı da, başarısızlıkta bir sınavdır!
- Salih rüya gorenleri dahi duyduklarında küçümserler. “Bunlar deli saçması” deyip aşagılarlar… Birazcık bilim bilenler (ve/yada rasyonalist/pozitivist geçinenler!) ise “psikolojik olarak beynin bir kurgusu” derler. Oysa ahir zamanda rüyaların çok önemli oldugunu Efendimiz (s.a.v) bizzat kendisi söylemiştir.
- Nazar gibi – yine Efendimizin tasdikledigi – şeylere inanmazlar/önemsemezler… “Masallah” demez; güzelligin anne-babadan degil, Allah’tan geldigini unuturlar…
- Kimse görmüyorsa – canları istediginde – her türlü haramı işlerler. Allah’ın görmesi çok önemli degildir, ki çogu zaman O(c.c.) akıllarına dahi gelmez! Başkalarının ise günahlarını açıga çıkarmak çok hoşlarına gider! Oysa Allah’ın sakladıgını, kul ortaya çıkarmamalıdır (kamuyu ilgilendiren yolsuzluk gibi bir durum degil ise)!
- Cin ve meleklerin varlıgını sorgularlar. Oysa müslüman bir insan bu tarz varlıklara inanmak zorundadır, zira imanın kesin şartları arasında Kuran’a inanmakta vardır. Kuran-ı Kerim’de bu varlıkların varlıgı hakkında onlarca ayet vardır (hatta cinlerden ismini alan Cin suresi vardır). “Müslümanım” diyen adam neye inandıgını bilmeli (yani seviyesi yettigince ilmihal, hadis, adab, Kuran ilmi ogrenmeli) ve ona göre yaşamalıdır!
- Hikmetini anlayamadıgı haramları işlemeyi ve/yada farzları ifa etmeyi önemsemezler… Oysa bu insanı dinden dahi çıkarır da farkında olmaz insan!
- “Allah ne der?”den önce “millet ne der?”i düşünürler…
- Ornegin, 10 defa sigara molası verirler, fakat (başkası için dahi) bir namaz molasına vakitleri yoktur(!)
- Menfaatleriyle dogru orantılı grup/partileri, dinlerinden bile daha ateşli savunurlar (e.g. bugünkü AKP/RTE’yi ekranlarda gözü kara savunan avaneler gibi)! Menfaatleri bittigi gün başka gruba geçerler…
- Kendisinden makam olarak daha üstde birisinin (e.g. Amiri, Başkanı, Komutanı, Cumhurbaşkanı) elini sıkmanın, el-etek-ayagını öpmenin, aynı masada oturmanın hayalini kurar. Eger hayaline ulaşırsa gece gündüz o anı düşünür. Fakat kendisini yaratan Allah(c.c.)’la randevusu olan namazı önemsemez (veya kılmaz)!
- Haset ve/ya menfaat’den dolayı kişilere karşı aşırı ve devamlı nefret veya sevmek karakterlerinde vardır. Ornegin sevdigi patronunun adeta kul/kölesi olur. (Haşa!) Tanrı gibi, ne eleştirir, ne eleştirtir, somut olarak bir hatasını dahi görse/gösterseler “olsun bir bildigi vardır” der ve gözü kara savunur!
- Alimlerin ne dediklerini pek takmazlar. Dini kendi anlayışlarına göre yaşar, Kuran’ı kendi anlayışlarına gore yorumlarlar… Ilimlerini yeterli görürler…
Beyefendiler 1400 yıllık Islam mirasını (e.g. tefsir, hak mezhepler, kelam ilmi) red edip, **modernlik(!) adına kendi bir gramlık ilimleriyle, dinde (en azından kendi hayatlarında) reforma kalkışırlar. “Bu devirde de bu olurmu?” gibi laflar agızlarında sakız gibidir…
**Bunların modernlik adına yaptıgını, Selefi/Vahabiler’de ‘dinin aslına(!) dönme’ adına yaptıklarını iddia ediyorlar. Adama demezlermi “senin ilmin nedir de Imam-ı Azam’ı, Imam Ahmet bin Hanbel’ı, Mevlana’yı, Ustad Bediuzzaman’ı, Imam Rabbani’yi red edip, kendi kendine dini yorumluyorsun?”. Terör gruplarının ilham kaynagı da hep bu Selefi/Vahabi (ve benzeri ultra-ortodoks) akımlardır. Bu yuzden Ehli-sünnet tarikatlardaki ‘icazet’ mefhumunu çok önemsiyorum. Bu sayede ortaya çıkan yeni yetmelere “senin hocan kimdi?” diye sorabiliyor, cevaba gorede bu kişinin dogru bir dini ilim tahsis edip etmedigini ögrenebiliyorsun. Cünkü bu Selefi/Vahabi’lerin yaptıgı bir kişinin tıp kitabı okuyup kendi kendine ameliyat/tedavi yapmak istemesine benziyor. Oysa adama sorarlar “hangi okuldan mezun oldun? Kimin yanında yetiştin?” diye. Kimse bu adamlara çocugunu teslim etmez, etmemeli de!
- Verdikleri sözlerin hiçbir (ahlaki) degeri yoktur. Size bir söz verirler, sonra başkası (kendilerine göre) sizden daha iyi bir teklif yaparsa yada canları istemezse hemen sözlerinden cayarlar.
Basit bir örnek olarak: Bir tamirciyle saat 5’e anlaşırsın. Fakat saat 5 olur kimse kapınızı çalmaz. Iyi niyetle 5:30’u beklersiniz yine çıt çıkmaz. Bari adamı arayıp bir sorayım dersiniz “başına birşey mi geldi?” diye, bakarsınız ki “Abi ben gelmeyecegim. Başka bir iş aldım, su an ordayım. Siz başka birini bulun” der. Fakat aynı adamı sonradan başka bir mecliste konuşurken duyarsın ve “abiler beni bilirsiniz, hayatımda çocuklarıma haram lokma yedirmedim” diye caka satıyordur. Bu tarz tonlarca örnek verebilirim… Liyakati olmadıgı halde, birilerinin el-etek-ayagını öperek kazanılan makamlar; müşteriyi kazıklayarak kazanılan kazançlar; kamu malını, babasının malı gibi kullanan siyasetçiler/belediye çalışanları; işçisinin hakkına girip, zengin olan tüccarlar; işini dürüst yapmayan işçiler… Acaba onlarda “ben Allah’tan başka kimsenin önünde egilmedim!”, “çok şükür hiç haram lokma yemedim!”, “ne yaptıysam, Allah için yaptım!” diyor mudur? Eminim diyorlardır… Insan işini dürüst yapmalı, bilerek kimsenin hakkına girmemeli ve sözünün eri olmalı! Cünkü verdigin sözde durmamak bir münafıklık alametidir. Münafıklar ise kafirden (yani bile bile Allah’ı ve Efendimiz(s.a.v)’i reddedenlerden) bile daha aşagıdır!
- Adamlarda ilim sahibi olmanın, gezmiş-görmüş olmanın, tecrübe sahibi olmanın, bilgi sahibi olmanın hiçbir degeri yoktur. Karşısındaki insanın sadece kazandıgı para, ün ve makamının bir degeri vardır… Bunlara göre deger biçerler karşısındakilere… Gıpta ettikleri insanlarda alimler yada bilim adamları degil, ünlüler ve zenginlerdir.
Bir bilim/ilim adamına dahi “ne kadar para kazanıyorsun?” derler ve ona göre deger biçerler gözlerinde! Bu tiplere (müslüman olmasına ragmen) Kuran-ı Kerim’i dahi okutamazsın çünkü karşılıgında cebine birşey girmiyordur! Eğer Kuran okumak sevab hanesi yerine, banka hesabını (direk) arttırsaydı, bütün gün Kuran okurlar, dini ilim öğrenirlerdi!
Oysa paranın kazanamayacagı şeyler vardır: ahlak, adamlık, iman, cesaret, tecrübe, ilim gibi… Bir insanın cebinde az parası olabilir fakat milyar dolarlarla alınamayacak bir ilmi, irfanı ve/yada imanı olabilir!
- Bu insanlar ibadetlerini dahi kendilerine makam-mansıp yolunda yardımcı olacaksa yaparlar… Yoksa terk etmekte hiçbir mahzur görmezler…
Menfaatlerine dogru orantılı görürlerse, cemaat-tarikat-dini STK’lara dahi katılırlar. Namazı kaçırırlar fakat hiçbir dini programı kaçırmazlar! Hemde en ön sıradadırlar çogu zaman… Menfaatleri geregince ‘Rabia’cı, ‘ümmet’çi olurlar; en yüksek seste “Kahrolsun Israil-Amerika-Avrupa!” diye b(öğü)ağırmaya özen gösterirler!
Fakat ne zaman menfaatleri ters düşer (mesela kişisel menfaatinden daha fazla zekat-sadaka-himmet isterler) hemen ayrılırlar, hatta bu grupları/hocaları Seytan’laştırmakta bir mahzur görmezler. Cünkü amaçları hiçbir zaman Allah dostlarının yanında bulunmak ve nasihat almak olmadı.
- “Dün dündür, bugün bugündür”cüdürler… Dün soylediklerini bugün yalanlamak onların yüzünü kızartmaz.
Yalan söylemeyi çok önemsemezler… Oysa Ustad Said Nursi “Yalan bir lâfz-ı kafirdir!” der.
“Bal tutan, parmagını yalar”cıdırlar… Bu yüzden yolsuzlugu, kamu malından hırsızlıgı, rüşvet yemeyi çok anormal birşey olarak karşılamazlar.
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın”cıdır! Kendi menfaatine dokunulmadıgı sürece, etrafında olup bitenler umrunda degildir!
“Once dünyamızı kazanalım, ahireti zaten ne yapar eder kazanırız”cıdırlar! Bu yüzden yukarıda da birçok kez saydıgım yada ima ettigim gibi yalan söylemeyi, rüşvet yemeyi, torpille adam kayırmayı, menfaatleri dogrultusunda diger büyük-küçük günahları işlemeyi, ve bunlardan dolayı Allah tarafından hesaba çekileceklerini fazla önemsemezler! Bir sevap işleseler, onu gözlerinde büyütürler; ve daha fazla günah işlemeye ruhsat bilirler…
Yukarıda birçok şey sıraladım. Belki dahada uzatabilirdim… Fakat yazımdan bir ders alacaksanız oda şu olsun: Hayallerinin birinci sırasında ‘Allah rızası’nın dısında başka şeyler varsa, sende bu hastalıga tutulmuşsun! Bir an evvel (samimi bir şekilde) tövbe etmeli ve Allah’a kalbini dogru yolda mutmain etmesi dogrultusunda dua etmeli insan…
PS: Bu yazıma “Allahsız/Peygambersiz/Kitapsız/içi boş müslümanlık” gibi isimlerin de uygun oldugunu düşündüm fakat hem bazılarının orijinal olmadıgını gördüm, hem de (kendi karakterim ve yazımın seviyesine göre) fazla sansasyonel buldum. Rahmetli Ömer Lütfi Mete’nin ‘Allah’sız Müslümanlık’ kitabını da okumanızı tavsiye ederim.
PPS: Müslüman geçinen birisi ahiretini berbat ederek (hiçe sayarak!), dünyada mutlu olamaz! Olacagını sanıyorsa yanılıyor! “Müslüman tereyagı gibidir; bozuldu mu yenmez, hatta zehir gibi olur” der Ustad… Katılmamak elde degil! Dünya namına mal-mülk-makam edinecegim diye gavur gibi (e.g. kamu/kul hakkı yiyerek, torpil için el-etek-ayak öperek) yaşayamaz! Allah belli bir süreden sonra verdigi mal-mülk-makamın hepsini geri alır ondan, kişi yüklendigi günahları ve ahiretini berbat ettigiyle kalır! Gayri-müslimler en azından dunyasını yaşıyor, Allah izin veriyor buna… Fakat gavurca yaşayan müslümana Allah (belli bir mühletden sonra) ne dunyada ne de ahiretde mutluluk nasip eder! Müslüman aleminin (her anlamda) perişan haline bir de bu perspektiften bakmalı…
