Feeds:
Posts
Comments

Posts Tagged ‘turk’

King and his Jester jokes are also a common theme in Turkish caricatures

King and Jester jokes/stories are also a common theme in Turkish caricatures. In this example, the jester’s provoking/fooling the king by saying: “you can defeat your enemies blindfolded”.

Turkish sense of humour – just as with most cultures – has been shaped by past events and influential figures. However we Turks do not like to make fun of ourselves (e.g. like the English), therefore we create (semi*)fictional characters and make fun of them. We take ourselves too seriously…

However we still managed to obtain a great sense of humour with all sorts of jokes/funny stories. They include stories/jokes from religious figures such as Nasreddin Hodja, naive and funny figures such as Temel and Dursun, and stingy but funny figures (e.g. People of Kayseri are famous for being successful businessmen but also for being tight with money, therefore these types of jokes are attributed to them).

We also generally – for some reason – hold this belief that a joke should make you think as well as make you laugh, therefore a lot of our jokes have a moral story behind it. Although I am not against the ‘make you think’ part, I believe that the primary aim of a joke is to make you laugh and relax the mind, therefore the focus should be on being funny. Sometimes the primary goal has been forgotten, therefore we have many jokes which do not even make you smile, let alone make you laugh 🙂

You can find English translations of Temel and Dursun jokes, and Nasreddin Hodja stories all over the internet. Google them, or you may wish to click the hyperlinks for some chosen examples…

 

Less known (in English) are the ‘People of Kayseri’ jokes. A couple of examples are below:

Father and Son

Son asks his father: “Could you lend me 50 lire dad?”

Father replies: “40 lire? What do you need 30 lire for? Isn’t 20 enough? Here’s 10.”

And he takes out a 5 lira note and gives it to his son.

The son goes: “I needed 5 lira anyway…”

Father: “You naughty boy! Nearly had me if I hadn’t given you fake money”

On his death bed

A man from Kayseri is on his death bed. He asks: “My dear wife, are you here?”

Wife: “Yes, right next to you”

Man: “My sons Mehmet and Ahmet, are you here?”

Mehmet and Ahmet: “Yes, father”

Man: “My beautiful daughter Fatma?”

Fatma: “Yes, my dear father”

The man gets up rapidly and shouts furiously: “If you’re all here, who’s looking after the shop!?”

 

* I say “semi” because it is not hard to see that we have living Temels and Dursuns scattered around the streets. Turkey is a fun place with a plethora of funny (or tragicomic) characters which you can easily observe in daily life. Sometimes as you’re walking to work, you yourself are involved in or come across a few jokes/funny events 🙂

An example would be: You might ask where “so and so café” is. You shouldn’t surprised if you get a reply like: “I don’t know, where is it?”; or “Are you blind? Can’t you see it’s right there!” (I wouldn’t have asked if I’d seen it!)

Read Full Post »

Mekke’de cezalandırılıp eziyet çektigimiz zaman Hz. Muhammet (Sav) ‘Habeşistan’a gidin!’ dedi. ‘Adil kralın ülkesidir. Orada kimseye haksızlık yapılmaz!’” – Cafer bin Ebu Talip (r.a.), Cagrı filminden

 

Popülizm maalesef ülkemizde (ve ümmetde) çok ekmek yediriyor siyasetçilerimize. Maalesef popülist soylemleri en iyi kullananlar, en yüksek oyları alıyorlar. Ozellikle de din siyasete alet edilince bir sinerji oluşuyor. Saf düşünceli insanlar bu tarz soylemler karşısından hipnoz oluyor ve gözleri boyanıyor. Artık at gözlügüyle bakmaya başlıyorlar. Bu hipnoz edici söylemleri yapanlara karşı en ufak bir itiraz bile ‘vatan hain’ligi olarak görülebiliyor. “Bak yine Israil-Amerika lobisi iş başında” gibi lafları az duymuyoruz. Işin vahim tarafı bunları gerçekten inanarak söylüyorlar.

Artik popülizmi bırakmanın ve hakkaniyetli davranmanın vakti geldi, geçiyor… Somut belgelerle, istatistiklerle, delillerle işlerimizi yapmayı ögrenmemiz lazım. Birisi herhangi bir konuda “Batı”yı eleştiriyorsa, ben o kişinin soylediklerini ne kadar somut delillerle destekledigine ve kendisinin temas ettigi konuda neler yaptıgına bakıyorum. Ornegin Islamofobi konusunda Avrupa/Amerika’yı eleştiren bir siyasetçi, acaba Islamofobi’nin ve müslümanlara yapılan saldırıların azalması için ne gibi çalışmalar yapıyor (e.g. diplomasi yoluyla), kendi ülkesindeki diger dinden insanlara saygısı ne kadar, ve Avrupa/Amerika’daki islamofobiyle ilgili ne gibi istatistikler var elinde. Bu sadece bir örnek, onlarca örnek verilebilir (e.g. Batı medyası, Batı’da özgürlükler)…

Islamofobi örnegini verdigim için bu konuyla devam etmek istiyorum. Diger aklınıza gelen örneklere uyarlayabilirsiniz… Benim hayatımın çogu Ingilterede geçti. Cok kültürlü bir toplum oldugu için her tür insanla yaşadım, tanıştım. Ayrıca ingilizler ve Birlesik Krallık’ta yasayan diger etnik unsurlara baglı insanlarla da hep içli-dışlı oldum (yani gözlemlerim yüzeysel degil). Sunu en başta soylemeliyim: Ingilterenin bazı mahallelerinde tabiki problem yaşanıyordur fakat ben genel olarak bu insanların başka dinlere ve inançlara çok saygılı oldugunu gözlemledim. Hele bizlere nazaran çok öndeler. Burada başı örtülüsünü geçtim, burkalı (sadece gözleri görünür şekilde) dolaşan binlerce bayan var. Sokaklarda Kuran dagıtıp insanları Islama çagıran yüzlerce insan var. Cuma namazında sokaklara taşan cemaatler dahi gordum. Her okul ve üniversitede cuma namazının kılınması için yerler tahsis ediyorlar. Büyük marketlerde çalışan muslumanların, alkol reyonunda çalışmamasına izin veriyorlar. Müslüman çogunlugun oldugu herhangi bir ülkede düşünelim bu durumu: bırakın gayri-müslimleri, Cuma namazına gidenleri bile işten kovanları ve devletin bu konuda hiçbir uygulanan yasasının olmamasını düşününce, durumun ne kadar içler acısı oldugunu anlatmama gerek yok. Aralarında Ramazan ayının ne oldugunu bilenler, oruç tutanlara saygılılar. Ornegin Ramazan dışında ben ve arkadaşlarım yemeklerimizi dışarıdan alır ve ofiste sohbet ederek yerdik. Fakat Ramazanda arkadaşlarım canım çeker diye bir ay boyunca ofiste yemek yemedi (ve bunu başımada kakmadılar). Ayrıca kendi ulkelerinde zulüm görmüş, buralara sıgınmış ve burada insan yerine konmuş binlerce Müslüman var (Türkiye Türkleri/Kürtleri de dahil). Helal-haram yiyecekler belki bizdekinden daha belirgin…

Kimsenin kimseyle derdi yok! Herkes işinde, gücünde… Bizim bu insanlardan ögrenmemiz gereken çok şey var – nasıl onlarında bizden ögrenebilecekleri şeyler oldugu gibi…

Sadece Muslumanlara degil, yabancılara da genel olarak saygılılar. Ingiltere’de okula başladıgım ilk gün arkadaşlarım beni “merhaba, hoşgeldin”lerle karşıladılar. Hocam (ingiliz bir bayandı) benim ingilizcemin iyi olmadıgını duymuş ve sınıftakilere kendimi evimdeymiş gibi hissedeyim diye Turkce kelimeler dagıtmış. Kardeşlerime de ingilizce bilmiyorlar diye ozel Türkce bilen hoca tutmuşlardı durumları düzelene kadar.

Simdi ben bütün bunları gördükten sonra kusura kalmayın ama mesnetsiz şekilde “Batı şöyle-böyle” diyemem. Sezar’ın dahi hakkını Sezar’a vermek lazım. Tabiki kötü olaylar yaşanabiliyor ama onları “Batı” diye genelleyemeyiz. Nasıl bazı medya kuruluşlarının (Amerika’daki Fox TV gibi, özellikle terörizmle ilgili) genellemelerinden müslümanlar olarak rahatsız oluyorsak, bizde onları genellemeyelim. Somut bilgilerle ve suçlu kişilerle ilgilenelim, ‘genel’le degil!

Medyalarında da işini iyi yapan insanlar oldugu gibi, tetikçi insanlarda bulunuyor tabi. Bu tarz insanlara karşı bizlerinde sesini duyurabilecek yetkililerle irtibata geçmemiz lazım. Ozellikle liberal yazarlar bu konularda ezilen/sesini duyuramayan toplumlara sahip çıkıyorlar. Batının liberalleri, bizdeki liberaller gibi “çakma” degil. Gerçekten samimiyetle ulkemize/cografyamıza bakabilenler var. Ulkemizin dogrusuna dogru, yanlışına yanlış diyenler… Kimin söyledigine degil, söylenen dogrumu ona bakalım!

Sunuda çok duyuyorum: “Onlar Turkiyenin iyiligini düşünmezler!” (Devlet nazarında) Herhalde düşünmeyecek! Bir lafı söylemeden önce birazcık düşünsek çok yol katedecegiz. Sen onların iyiligini düşünüyormusun? Gece uykuların mı kaçıyor “Nasıl yardım edebilirim” diye? Ne bekliyoruz? Bizim için kendilerini öldürsünler mi? Menfaatlerinden feragat mi etsinler? Devletler arasında rekabet her zaman olmuştur, bundan sonrada olacaktır. Paranoyak olmaya da gerek yok! Korkma herkes kendi (devletinin) menfaatini düşünmekte, seni degil! Onlara lanet okumak yerine kendi siyasetçi ve diplomatlarımıza yoneltelim nacizane eleştirilerimizi. Bu ülkemizin somut olarak daha çok yararına olacaktır.

Amerikanlar/Ingilizler kendilerini, devletlerini, ülkelerini eleştirebiliyorlar; ve bu konuda ‘petition’lar aracılıgıyla organize oluyorlar. Seslerini üstdekilere duyuruyorlar. Bizde ise devlet ve devleti yönetenler (haşa!) Tanrı gibi gorülüyor. Eleştirirsen “vatan haini” oluyorsun. Başına eziyet gelirse, “devlete baş kaldırdıgın için” hakketmiş* oluyorsun. Devlet ve milletimizin yanlışlarını** dahi savunmamız bekleniyor.

Kusura bakmayın ama ben yapmayacagım…

Gazze’deki durumu gördükten sonra Birleşmiş Milletler’den (UN Official) Chris Gunness’in videosu… Ayrıca yüzlerce gayri-müslim ve ‘Batılı’, isimli (e.g. Tom Hurndall, Rachel Corrie) yada isimsiz kahramanı da görmezlikten gelmek en yumuşak tabirle ‘vefasızlık’ olur!

PS: Burada verdigim islamofobi ve Batı örneklerini ‘uç’ örnekler olduklarından ve soylemimi daha akılda kalır hale getirmek için kullandım. Fakat bırakın bizim ‘Batı’yla olan münakaşalarımızı, kendi içimizde ki tartışmalarda bile popülist soylemler havada uçuşuyor! Argümanını istatistikle ve/yada somut verilerle destekleyenlerin sayısı çok az! ‘Ajan’, ‘vatan haini’, ‘ülkeyi satmıyoruz sizin gibi’, ‘Amerika uşagı’ gibi soylemler çok prim yapıyor… ‘Vatan haini belirleme bakanlıgı’ kesildi herkes! Yazık bize! Gerçekten çok yazık!

”Müslümana haram çeşme” kıssasını okumanızı tavsiye ederim

** “Islami” terör örgütlerini bile eleştirtmeyenler var. “Sen Müslüman degilmisin?” diyor adam bana. Neymiş, onları desteklemezsem “Batı”yı desteklemiş oluyormuşum. “Birazda onların çocukları ölsün” diyor. Allah akıl fikir versin! Kısır bir döngü içindeyizde haberimiz yok! Vicdanını kaybedenin, pek birşeyi kalmamıştır. Dininden de…

Read Full Post »

Anatolia_FC
Anatolia FC, Ingiltere’nin Leicester şehrinde (2007-2011 yılları arasında) kurdugumuz amatör futbol kulübüydü. Benim de kulüp profilim ve maç istatistiklerime ulaşmak için linklere tıklayın…

If I have to make a tackle then I have already made a mistake” (Eger beni rakibin ayagına kayarken görürseniz, bir önceki pozisyonda hata yapmışımdır) – Maldini

Spor yapmayı saglıksal ve manevi açıdan çok önemsiyorum. Epidemiyoloji alanında okudugum derleme (review) makalelere göre günlük yarım saatlik sporun bile obezite riskini büyük bir ölçüde azalttıgı rapor ediliyor. Saglam bir kafanın genellikle saglam bir vucutta bulundugunu da çok duyduk; ve görülebilir bir gerçek. Nazik yerinin üzerine oturmaya alışmış bir insanın hayatta başarılı olması çok zordur. Spor yapmayan insan nispeten daha çabuk yorulur, daha çabuk uykusu gelir ve daha çok uyumak zorunda kalır. Cok uyuyanın gününde bereket olmaz.

Ayrıca davranışlar bulaşıcıdır. Spor yapmayan anne-babanın çocuklarıda büyük ihtimalle spor yapmaz. Bir kısır-döngü başlar ve böyle devam eder gider…

Fakat benim konsantre olmak istedigim nokta – futbol örnegine odaklanarak – sporun benim üzerimde bıraktıgı (fiziki etkilerinden çok) kalıcı manevi etkileridir.

Ben çocukluk ve delikanlılık dönemlerim de çok top oynadım ve hemen hemen herzaman sahaya forvet olarak çıktım. Bugunden geçmişime dönup baktıgımda futbolu forvet olarak oynamanın benim daha sabırlı olmama, ruhen daha sakin davranmama (e.g. nispeten daha az fevri davranmama, daha yavas sinirlenmeme, sinirlenince daha çabuk sakinleşmeme) ve hislerimin onune aklımı daha çok koymama vesile oldugunu soyleyebilirim. Nasıl oldugunu ise sozlere dökebildigim kadarıyla madde-madde aktaracagım…

(i) Oncelikle forvetin isi gol atmaktır. Insan asıl işini bilmeli ve öncelikle ona odaklanmalıdır. Yan-işlere ancak asıl işini yaptıktan sonra odaklanmalıdır…

(ii) Gol atabilmek için kendine güveninin tam olması lazım. Bizde herkes ‘golcü/forvet’ olabilecegine inandıgı için gozler hep senin uzerinde oluyor. Kendine güvenmeyen adamdan forvet olmaz!

(iii) Gol kaçırsan da, kötü oynasanda sogukkanlılıgını (ingilizlerin ‘composure’ dedigi) korumayı ögrenmen lazım. Bir forvet için sakin kalmak en önemli hasletlerden birisidir. Sakin kalarak, topa vurman gereken yerde vurmayı, arkadaşına pas atman gereken yerdede atmayı bilmen lazım. Ayrıca hangisini yapmanın ‘en dogru’ oldugu her zaman belirgin degildir. Zamanla, tecrube ve sogukkanlılıgı arttıkça insan daha dogru seçimler yapıyor.

(iv) 4-3 yenildigin bir maçta ‘hattrick’ de yapsan (i.e. takımının 3 golünü sen atmış dahi olsan) arkadaşların sana “ah o golü kacırmasaydın kazanırdık” diyebiliyor. Kendini savunabilirsin tabi, fakat takımdaki uhuvveti bozmamak adına bazen haklı da olsan susman gerektigini bilmelisin.

Yüzüne hakem görmeden dirsek atan bir defans oyuncusuna takımını 10 kişi bırakmamak için karşılık vermemeyi de bilmelisin. Bunu herkes başaramaz. “La havle…” deyip işine bakmayı bilmelisin!

(v) “Sonunu düşünen kahraman olamaz” tabiri futbolda golcüler içinde geçerlidir. Penaltının başına hocan seni koymuşsa “aman penaltıyı kaçırırsam ne olur?” diye düşünmemen lazım. O an sadece işine odaklanman gerekir. Topa konsantre olmayan kotü bir vuruş çıkarır ve büyük ihtimalle de kaçırır.  Aynı anda birden fazla fikirle kafasını kurcalayan insanlar, ‘asıl işe’ konsantre olamazlar.

(vi) Kaleciyle karşı karşıya kaldıgında yanındaki arkadaşına topu bırakmak istesende bazen arkadaşın senin kadar akıllı olamayabiliyor ve ofsayt’da bekleyebiliyor. Ofsayt olacagından dolayı ona pas atmaman gerekiyor. Yani o anda hem kaleciye, hem defansa, hem arkadaşına, hemde topa bakman gerekiyor ve en dogru/akıllı seçimi yapman bekleniyor.

Ayrıca kendin ofsayta kalmamak için koşularını iyi ayarlaman gerekiyor. Gözün hem defansta hem topu atacak arkadaşında olmalı. Koşu anını ona gore ayarlayıp hem defans oyuncularına gore daha onceden hızlanmış olmalısın, hemde pasın atıldıgı anda en sondaki defans oyuncusunun hızasında olmalısın. Kolay bir iş degil. Eger “koşuyu yapmadan bekleyeyim, pas atıldıktan sonra koşmaya başlarım” dersen sittin sene defansın arkasına atılan topa yetişemezsin (kaleci yada defans uzaklaştırır her defasında).

(vii) ‘Iyi’ bir forvet olmak beyin işi. Maçın çogunda top ayagına gelmiyor, fakat gelen 3-5 anda golü atman bekleniyor. Bunun içinde yetenegini dogru kullanmanın yanında, sabırlı ve hep konsantre olman, golu ‘koklaman’ ve defans oyuncularından daha uyanık/kurnaz olman gerekiyor.

(viii) Forvet oyuncusunun görevlerinden biriside, kendisi gol atamıyorsa arkadaşlarına alan açmaktır. Skorun yakın oldugu maçlarda takım baskı yediyse, rakip defans oyuncularının ileri çıkmasına izin vermemesi ve kendi defansının ileri diktigi topları kontrolu altına alıp topu göturebildigi kadar rakip sahaya taşıması gerekiyor. Kapalı defanslara karsı sırtı donuk oynamayı (e.g. topu kaptırmadan koşu yapan arkadasına iletmeyi) ve gerektiginde defansa hata yaptırarak faul kazanmayı becermesi gerekiyor.

(ix) Bazi maçlarda gol atamayacagını hissedersin (e.g. rakip çok kapalı oynuyordur, seni markaj altına almışlardır). O zaman kendin yerine “takım nasıl gol atar?”i düşünmen ve ona gore oyununu adapte etmen gerekir.

(x) Bazen hocanın verdigi kararları begenmeyebilirsin. Ona tabiki goruslerini soyleme hakkın vardır fakat karar mercisi o oldugu için takımın adına bazı şeyleri sineye çekmeyi ogrenmesini bilmeli insan.

(xi) Enerjini iyi kullanmayı bilmen lazım. Iyi niyetlede olsa ‘başı kesik tavuk’ gibi ordan oraya koşarsan, gol pozisyonu geldiginde yorgunluktan yeterli guçte bir vuruş yapamaz ve golu atamazsın.

(xii) Futbolda maalesef bazen yenilmekte vardır. Insanın nefsine hoş gelmesede (bana yenilgiler çok agır gelirdi) bunu kabullenmeyi ogrenmeli insan. Yenilgi tatmamış insan, hiç birşey yapmamış insandır.

Yenilgide, rakibinin dogru yaptıgı şeyleride analiz etmek onemlidir, kendi yaptıgın hataların yanında. Her maçtan gerekli dersleri almayı ogrenmeliyiz.

(xiii) Rehavet iyi takımların en buyuk düşmanıdır. Her maçta – rakip kim olursa olsun – organize olmayı, rakibe saygı duymayı ve elinden geleni yapmayı ögrenmeli insan.

(xiv) Ne kadarda hakemi aldatmak (ve haksız kazanç saglamak) nefse hoş geldiginden, ahlaklı oynamak her babayigin harcı degildir. Forvet olarak ceza sahası (ve çevresinde) gerekmedikçe kendini yere bırakmamak yada rakibinin sana ufak bir dokunuşundan sonra onun kart gormesi için sakatlık simulasyonları yapmak vicdanen, ahlaken ve dinen kabul edilir birşey degildir. Sporda dahi insan müslüman oldugunu (ve ahlaklı davranması gerektigini) unutmamalı. Hak etmeden kazanılan başarı, başarı degildir. Buna en çokta insanın vicdanı ve Allah şahitdir.

(xv) Futbol sahasında ne olursa olsun, (menfi şeyler dönmediyse) maç bitiminde rakibinin ve hakemin elini sıkmayı ögreniyor insan.

(xvi) Gol attıkları surece, takımın gozdesi çogu zaman forvetlerdir. Fakat bu hiçbir zaman insanı rehavete sokmamalı. Başarıya ulaşmak kadar, orada kalmakta onemlidir; ve çogu zaman daha zordur. Nice başarılı insan, en yüksege çıktıktan sonra kaybolmuştur. Averaj yetenekteki insanlar devamlı ve organize bir şekilde çalışarak, çok daha iyi kariyerlere sahip olmuştur bir çogundan.

(xvii) Insan herseyi kendi başına yapamayacagını çok çabuk anlıyor futbolda. Buda insanın haddini bilmesi açısından bir ders olabiliyor…

(xviii) Futbol bir takım oyunudur, bu yüzden takımın içinde bir ‘parça’ olmayı ögrenmelidir insan. Başarı ugruna, insanlarla beraber çalışmak zorundasınız.

(xix) Futbol fedakarlıgı da ogretir. Her oyuncu elinden geleni yapıp yapmadıgını (vicdanında) çok iyi bilir. Dışardakiler bilmese bile… Belki terinin son damlasına kadar akıttıgını gör(e)meyebilir insanlar. Belki biraz daha az yetenekli arkadaşının hatalarını onlemek adına kendin hata yaparsında kimse senin hatanı örtmez. Bazen kornerde ön direge gidecegini bilirsin topun ama arkadaşında orada oldugu için o alana dogru koşu yapmazsın. Belki top ondan seker diye de yerini ona göre ayarlarsın… Yada defansif bir kornerde kısa boylu bir takım arkadaşına uzun bir rakip geldigini görürsun. Boyun yeterli uzunlukta olmasına ragmen, sorumluluktan kaçıp basit/kısa bir rakiple eşleşebilirsin. Fakat onunla rakip degiştirip sorumluluk almalı insan… Kendi işini zorlaştırma pahasına! Takım için!

Takımlarımızın ‘scout’ları sorumluluk sahibi futbolcuları da aramalı! Sırf teknik olarak yetenekli görünen topçuları degil!

(xx) Futbolcunun en önemli hasletlerinden biride tecrübe kazanma ve gençlere aktarma becerisidir. Genç futbolcular ne kadar yetenekli de olsalar, son dakikada 1-0 önde (veya geride) iken (ve benzeri “ufak bir hatanın dahi buyuk kayıp yada kazançlara sebep verebilecegi” durumlarda) nasıl davranacagını bilemeyebilir, sakin kalamayabilirler… Bu tarz durumlarda tecrübeli oyuncular yaptıkları ve soyledikleriyle takım arkadaşlarını rahatlatmalıdır

(xxi) Birçok maçı saha içinde degil, saha dışındaki ‘hazırsız’lıgımızdan dolayı kaybettigimizi; birçok golüde, yine saha dışı faktörlerden dolayı kaçırdıgını görüyorsun bir forvet olarak… Antrenman yapmanın (yani bir işe iyi hazırlanmanın) ne kadar önemli oldugunu ögretiyor futbol insana…

Bristol International Cup Final 2013 – Video’ya çekilmiş maçlarımızdan biri


Yukarıda yazdıklarımın hepsi kendisini kritik edebilen, maçtan sonra sadece yaptıgı ‘iyi’ şeyleri degil, hatalarını da analiz eden bireyler içindir. Ben top oynarken kendi (amatör) çapıma gore bu analizleri yapmaya çalışırdım.

Bence, çocuklarımız/gençlerimize kendi kabiliyetlerine gore bir spor bulmayı ‘yapılacaklar’ listesinde ilk sıralara koymalıyız. Futbolcu olsunlar diye degil, hayat dersleri alsınlar diye…

Yukarıda yazmadım fakat futbol vesilesiyle sayısız guzel insanla tanıştım. Ayrıca çevrem genişlediginden daha sosyal hale geldim ve insanlarla konuşma/anlaşma yetenegim gelişti. Bugun bir futbolcu degilim fakat (ins.) akademisyenlik/bilim adamlıgına dogru yürüdügüm bu ‘ömür’ denen yolda, futbol(ve diger sporlar)dan ögrendigim dersler çok işime yaradı, yaramaya da devam ediyor…

PS: Tabi ben sırf forvet olarak ögrendiklerimi yazdım. Mesela kaptanlık yapmışsa bir insan, her türden insanı bir araya toplamayı, onlara ornek olarak saygılarını kazanmayı ve takım içinde bir sinerji oluşturmayı ogrenmesi gerekir. Ornek olmak isteyen insan sorumluluk almalı, herkesten daha çok koşmalı/çabalamalı ve takım zor durumda kaldıgında imdadına yetişmeli. Bunların hepsini (iyi bir şekilde) yapmak fiziki güç ve yetenegin yanı sıra, çok yüksek derecede iradi ve akli güç gerektirir.

Ayrıca futbol sahasındaki diger pozisyonlardan da yukarıda bahsettigimin dışında alınabilecek dersler vardır. Mesela kaleciler yalnızdır, ufak hataları bile rakip adına golle sonuçlanabilir ve hataları göze daha çok batar. Onündeki defansı her zaman organize etmelidir.

Defans oyuncuları bir forvet kadar (kale önünde) yetenekli olmak zorunda degildir fakat aklını kullanmayı, diger defanstaki arkadaşlarıyla organize ve senkronize bir şekilde oynamasını bilmelidir; ve her daim konsantre olmalıdır. Oyunun tıkandıgı maçlarda ileriye çıkıp gol at(tır)abilmelidir.

Futboldan veya takım oyunlarından hoşlanmayanlar diger tek kişilik sporlara da göz atmalıdırlar.

PPS: Ben de az topçu degildim 🙂 Cok hızlıydım (14 yaşımda 100 metreyi 12 saniye’de koşmuşlugum var) ve iki ayagımla da iyi vuruşlar çıkarabiliyordum. Futbol zekam ve liderlik özelligimde vardı… Boyum-posum ve kondisyonum da yerinde(ydi) çok şükür. Fakat büyüme çagımdaki saglık sebeplerinden (ve desteksizlikten) dolayı kısmet olmadı… Babamın işleri ve egitiminden dolayı devamlı taşınmamız da önemli bir faktör oldu. 1997-98’de Gençlerbirligi altyapısında oynarken (10 yaşındayım), maçlar/antremanlarda herkesi geçer, kaleciyi de geçer sonra başka bir arkadaşıma bırakırdım – golü o atsın diye… Buna ragmen alt yapıdaki hoca kendi adamlarını (büyük ihtimal tanıdıklarının çocuklarını) oynatma adına beni oynatmıyordu; bizde çocuk oldugumuz için psikolojik olarak moralimiz bozuldu ve (kardeşimle) takımdan ayrıldık. 2000’de Ingiltere’ye taşındıktan sonra da Leicester’da Highfield Rangers adında bir takımda benden yaşça büyük (ve çok uzun olan) siyahi topçularla beraber oynadım ve takımımın forveti ve gol kralıydım.

Omür şöyle bin sene olsaydı, mutlaka ne yapar eder denerdim futbolcu olmayı; ama ömür (çok) kısa oldugundan, (işinde iyi olmak istiyorsan) sadece bir işe odanlanmak zorunda kalıyorsun. Bilimle ugraşmak hoşuma gidiyor, bu yüzden halimden memnunum çok şükür…

Universite’de de futbolu bırakmadım:

TLSL top goalscorers list (2007-08 season)
Top Goalscorer for Anatolia FC in The Leicester Sunday League Division 4 (2007/08 season)


UoB_Staff_FC
Dandy Regents 2-7 University of Bristol (UoB) Staff FC (my team) Match Report

Bristol_Chinese_FC
UoB Staff FC 6 – 2 Bristol Chinese FC (my team) – This time playing against my University’s team

Bristol_Post_Football_Nov_2012
Played a game for Lazz FC and got my goal – an amateur Turkish team in Bristol (UK)

Anatolia FC v Wigston Car Breakers
Anatolia FC v Wigston Car Breakers (29 Nov 2009) – Article in Leicester Mercury

Read Full Post »

Kalite/görgü parayla pulla değil, kitap, ilim ve eğitimle alınır...

Kalite/görgü parayla pulla değil, ilim ve eğitimle alınır. Kaliteli her insanın bir ‘duruş’u vardır.

Hiç kimseyi kendimiz gibi düşünmüyor diye aşağılayamayız(mamalıyız!). Fakat “buyur kardeşim, neden böyle düşünüyorsun bir anlatıver” dedigimizde, bir argüman üretemiyorsa ve sorularının karşısında kıvırıyor ve ordan oraya atlıyorsa, o adamdan alabilecegin bir cevap olmadıgını anlayacaksın; ve derhal yanından uzaklaşacaksın. Cünkü boyle insanların bir duruşu yoktur ve onlarla konuşmak tamamıyle zaman israfıdır. Daha bir dakika önce ak dediğine bir dakika sonra kara diyebilir. Bu yüzden birisiyle (seviyeli şekilde – hakikati bulma amacı ile) tartışmaya başlamadan önce bakarım bir duruşu varmı diye…

Ben kendi yaşadıklarımdan örnek verecek olursam: Dünya görüşü tamamen zıt bir insanla, ornegin bir ateist arkadaşla bile din ve Tanrı’nın (Allah’ın) varlıgı konusunda konuşabiliyor, tartışabiliyorum çünkü adam(lar)ın bir duruşu var. Diyor ki “bana bilimsel şeylerle gel dinleyeyim”. Ben de çapım yettigi kadar onlara bilimsel argümanlarla geliyorum; ve şu ana kadar ki her konuşmam sonrasında (benim bir özelligimden degil, Allahın inayeti) bana “evet senin söylediklerinde de haklılık payı var” dediler. Karşındakinin samimi bir duruşu olunca ona göre bir argüman üretebiliyorsun – ve tatmin olursa “evet haklıymışsın” ya da “anlayabiliyorum seni” diyebiliyor. Düzeyli, seviyeli adamın hali – tamamen zıt fikirde dahi olsa – başka oluyor!

Insanların ekonomik refah düzeyini arttırabilirsin fakat bu tek başına toplumun ‘kalite’ ve ‘seviye’sini artırmaz. Etrafında olan bitene karşı duyarlı ve gerekli duruşu sergileyen insanlardan oluşan bir toplum istiyorsak (aynı şeyleri/şeylere düşünmesine/inanmasına gerek yok) – ki istemeliyiz – bunu egitimle ve görgümüzü arttırarak (e.g. farklı ülkeler gezerek, kitaplar okuyarak, insanlarla tanışarak, kritik düşünerek) halledebiliriz.

Fakat maalesef (inşallah degişir diye dua ediyorum), bizim milletimizin söylenildigi (yada caka sattığı) gibi ne muhafazakar, ne demokrat, ne meritokrat, ne liberal, ne dindar, ne de egalitaryan bir duruşu var. Cünkü *demokrasiyi sadece sandığa gitmek diye algılayandan demokrat olmaz! Bütün çapsız/liyakatsız arkadaş/akrabalarına torpil arayandan meritokrat olmaz! Kendisi gibi olmayan insanların (e.g. Kürt, Alevi, Sünni, Ermeni) ezilmesine/alenen haklarının yenilmesine ses cıkarmayandan liberal olmaz! Devamlı ve 5 vakit namaz kılma oranının %10’larda dolaştıgı, zekatını tam verenlerin belki dahada az olduğu millet dindar olamaz! Sadece dört parmak göstererek ‘Rabiacı’, “Kahrolsun Israil” diye böğürerek ‘Filistinci’ olamazsın! Ağzında (haşa!) sakız yaptığın Efendimizle (S.a.v), Yaradanımızla (c.c.) ilgili bir kitap dahi okumamışken, “çalıyorlar ama çalışıyorlar” diyorken, (küçük günahları bıraktım) büyük günahları (e.g. zina, kumar, yalan, hırsızlık, yolsuzluk) dahi önemsemiyorken muhafazakar olamazsın! Sırf bir gruba kininden dolayı, dünyanın her yerine yayılmış Türk okullarını kapatmaya çalışan bir iktidara oy vererek miliyetçi olamazsın! Kahvede bütün gününü nazik yerinin üzerine oturarak ve sigara/alkol içerek geçiren tipler bu ülkeyi bir arpa boyu ileri goturemez! Daha ‘insan’ olamamışken, ‘müslüman’ hiç olamazsın!

Milletimizin maalesef “şöyle güzel bir duruşu var” diyemiyorsun – partizanlık, **jingoizm, nepotizm ve benzeri kotü hasletlerin dışında mutabakata varacağımız bir duruşumuz yok… Maalesef aynı problemler (hatta fazlasıyla) ümmette de var. Belki namaz kılma, Kuran okuma oranları daha yüksektir ama kural tanımamazlık, herkesin kafasına göre kendi ‘şeriat’ını uygulama hastalığı, bilim/sanat/tarih düşmanlığı gibi ‘gerilik’ler oralarda diz boyu!

Bu kadar problemi çözmek için nerden başlanır bilmiyorum fakat en azından ‘iyi’yi anlayacak kapasite olmalı insanlarda/toplumda. Sonra da yapanlar ‘bizden’ olsun yada olmasın, iyiye iyi, kötüye de kötü demeyi öğrenmeliyiz. Evrensel etiğin öğretilmesini çok önemsiyorum bu noktada (Lütfen nesli ihya etmek için yazımı okuyunuz)…

Allah sonumuzu hayretsin, şuurumuzu artırsın ve dünyanın en büyük milletleri arasına yine soksun bizi! Dua ile…

*Demokrasinin düzgün işlemesi için medyanın özgür olması, güçler ayrılıgının ilkesinin uygulanması ve hukukun üstünlügünün tesis edilmesi şartdır. Bunların olmadıgı yerde Sisi gibi bir katil %96, Esed gibi bir zalim ise %88 oy alır.

** Bizde ‘Milliyetçilik’le karıştırılıyor, fakat bizdeki faşizanca, ırkçılıga kayan ‘sözde’ bir milliyetçilik. Ben vatanımı-milletimi-tarihimi-atalarımı severim (hem de çok!) fakat kesinlikle sırf Türk olmaktan dolayı kendimi kimseden üstün görmem.

 

PS: Allah’a karşı çok küstahlıgım oldu fakat dünya namına kimseye veremeyecegim hesabım yok! Babam dahi bana torpil yapmadı, yapmaz! Hayatda ne başardıysam Allah’ın inayeti ve gayretimle başardım!

Insan haram yerse, suç işlerse, kamu malından aşırırsa, para-mal-makam karşılıgı kalemini-şerefini-iffetini-izzetini satarsa… Tabi ‘duruş’ sergileyemez! Duyarsız ve kulaktan dolma bilgilerle yaşayan halka birşey d(iy)emiyorum, fakat ortalıkta alim-yazar-düşünür gibi dolaşan insanlara birde bu gözle bakmanızı tavsiye ederim!

PPS: Olaylara kader penceresinden (kendi çapımca) bakmaya çalışıyorum çogu zaman. Mesela “Allah bize ne diye dogru-düzgün muhalefet partileri nasip etmiyor?” diye kendi kendime düşünüyorum… Sonra aklıma “Bir toplum kendinde olan durumu değiştirmedikçe, (hiç şüphe yok ki!) Allah da o toplumda olan hali değiştirmez.” ayeti geliyor… Cevabımı buluyorum… Allah bize saçma-sapan iktidar partilerinin peşinden gitmeyi degil, hakkın peşinden gitmeyi nasip etsin!

Read Full Post »

Whirling Dervish

Whirling Dervishes are characteristic of Sufism. The saying below from Rumi melts many hearts as well as mine’s. We need his understanding of Islam more than ever!

The great Islamic scholar Mawlana Jalaladdin Rumi once said:

“Yesterday I was clever, so I wanted to change the world. Today I am wise, so I am changing myself”

(Not comparing myself with Rumi in any way) When I was a kid I also used to think I could and had to change the world. However after 25 years of life experience with 21 years of it as a student since the age of 4 (and counting, as a PhD student), I now feel different. It seems like my dreams have become more realistic (or maybe narrowed down, depending on how you look at it)…

So I now say:

“Yesterday, I wanted to change the world. Today, I’m (concentrating on) writing my thesis” 🙂

Read Full Post »

Our eyes have been blurred with distractions
Our eyes have become blurred with distractions. We lost touch with the realities of this life.
Note: Scroll down for the English version of this post

Hayatın anlamını araştıran/sorgulayanların çoğu zaman, dinleri ve Allah’ı tamamen yalanlayanlardan olmasını anlamıyorum; gerçekten anlamıyorum!

Soylemeliyim ki hiçbir zaman bulamayacaksınız; egonuzu (nefsinizi) yenip/dizginleyip, Hakk’ın (c.c.) önünde eğilmediginiz surece! Biraz sert bir cevap gibi gelebilir ama gerçek bu. Samimiyetle O(c.c.)’nu bulmak istersek, ben Allah’ın bize ‘doğru yol’u gosterecegine inanıyorum. Buna siz de inanın!

Shakespeare, Tolstoy, Dostoyevsky, Dickens, Orwell’i okumak/anlamak için harcadıgımız zamanın onda birini Allah’ı (şimdilik varlıgına inanın ya da inanmayın) tanımaya/anlamaya harcasak da ondan sonra kararımızı versek.

Bir köpek dahi sahibini tanıyorsa, insan kendisini yaratandan geleni hayli hayli tanır. Kendi tecrübemden konuşuyorum. Kuran’a bakın; ve size (herkesinki farklı) tesir edecek öyle ayetler karşınıza çıkacak ki “işte bu kitap beni Yaratan’dan gelmiş!” dedirtecek!


Ek: İşe nasıl bir mucize ve ne kadar önemli birisi oldugunu tefekkür ederek başlayabilirsin. Ben de (beni etkileyen) bir örnekle yardımcı olmaya çalışayım: Mesela senin gibi bir insan dünya tarihinde olmadı; olmayacak! Eşsiz bir insansın! Allah seni (evet sadece seni!) yaratmak için annenle babanı tanıştırdı ve kalplerini birbirlerine ısıttı. Annenin 300 küsür yumurtasının arasında, babanın da milyarlarca spermi arasında seni yaratacak kombinasyonu seçti. Aynı şey, anne-baban ve dede-ninelerin için de gecerli… Onların anne-babası için de… Onlardan önceki nesiller içinde… Bu halkada bir tane eksik veya degişim olsaydı, sen olmayacaktın!

Ek 2: Arzu ederseniz ‘Evrim teorisi‘ (ingilizce) ve ‘hayat gayem‘le ilgili yazdıgım eski yazılarıma da göz gezdirebilirsiniz…

rumi_mevlana

People who’ve asked me “what is the meaning of life?” had one thing in common: Outright denial of all religions and (any idea of a) God

This is what I can’t understand; I really can’t!

Most of the time, any answer I gave would be thrown back at me with distaste. Sorry but – as a friend whose willing to help you – I’ll tell you what I believe and try backing them up with as much evidence (which convinces me) as possible, but it is up to you to be convinced or not. I don’t have the power to tune anybody’s heart or mind…

For me: Without religion, there’s no* meaning to life! Otherwise life just becomes: “You live because you were born; you had no choice!”

“Life was just an accident and your sperm happens to be the (un)lucky one out of the zillions that your father produced – also the same applies to your father; and his father… You just have to put up with it.”

Having no sense of meaning in life is why many people who have no belief in God and the afterlife commit suicide or waste their life (e.g. drugs, night life, gambling, games); and the one’s who don’t, live in constant fear of death – especially when they get older…

There can only be one “true” religion in the world – others will have no, some or a lot of truth in it but can’t be the “true religion”; and everybody has to make it their primary aim to find it! We spend hours reading Orwell, Shakespeare, Tolstoy, Dostoevsky’s works (rightly so! they can teach us a lot) but rarely do we look at the books which have (trying to word it as an objective person) “supposedly” been sent to us by God himself. Why aren’t we curious about them? How many of them have we read?

The true religion has to answer all reasonable philosophical questions which come to mind, whilst not contradicting scientific and historical facts… Also this doesn’t mean that we must “like” the answers that are given. Truth almost always hurts.

I believe I’ve found it and it has stood the test of time, however what convinces me may not convince you/others. Therefore everyone’s on their own conquest to find the truth and the true religion – the thing that will give our lives a meaning.

Please see my post God of Science for a few arguments on the existence of God (and the wrong belief that current scientific knowledge in genetics is incompatible with God). Happy to discuss any points…

*Read Albert Camus and other ‘existentialist’ philosophers (e.g. Sartre, Nietzsche) if you don’t believe me – they were atheists and believed that life had no meaning, so try(!) enjoying it while lasts…

Rumi-Quote-Ways-to-Jannah
There are as many ways to Paradise as there are human souls – Rumi

PS: There is a school of thought which believes that we’re made up of life, soul and body. Thus as long as we’re alive, the soul is tied to the body (via life). This can explain why we become unconscious (and ‘blackout’) when we faint. However when we die, we will not be unconscious as the ‘tie’ that is life (as we understand it) does not exist anymore. Thus the soul is free to travel (and get rid of the shackles/limitations of the body) and meet the Creator. Please read around the idea if interested. Happy to discuss…

PPS: I respect everyone’s beliefs – and lack of it. It is their own life choice at the end of the day! However it would selfish of me not to share/propagate something that I believe is to be true (i.e. belief in the existence of an omniscient and omnipotent God).

Read Full Post »

Temel and Dursun are (semi!) fictional characters, originated in the Black sea region of Turkey known for their humour, wit and craziness (this last attribute is sometimes replaced by naivity) all at the same time; therefore many jokes have been told about them which fit their characteristics. For more info on Turkish sense of humour, click here.

Temel

How Temel is usually depicted in cartoons – especially with a big and long nose, a well-known characteristic of the ‘Laz’ people living in the Black sea region of Turkey


Here’s just a few of them; they’re much better in Turkish as there is a lot in these jokes which is lost in translation. Hope you enjoy them anyway!

Joke 1:

Dursun has made a lot of money in the USA and tells his beloved friend Temel to join him in LA. He tells him there are so many opportunities for him to earn his living here, going even further to say he’d be rich even if he picks up the money people throw/drop on the streets. So Temel jumps on the first plane and travels to the US; and with his first step he sees a $10 note on the floor. But he decides not to take it, saying: “I’m not going to start working on the first day!“.

Joke 2:

Temel owes a lot of money to the local shops. One day he wins the lottery and the locals wait for him to pay back what he owes – and maybe more. However three months down the line, Temel still hasn’t paid anything so the shopkeepers come down to ask why that is the case. Temel tells them: “I didn’t want you guys to think money’s changed me!

Joke 3:

Temel asks a cafe owner: “Do you have cold tea?” and he gets the reply “No“, so he leaves. He keeps asking the same question for the next three days so the cafe owner thinks I’ll make him cold tea the next day. Temel comes in and asks the same question, but this time the cafe owner says “yes”. Then Temel says: “well that’s great, heat it up and bring me some tea. I’ve missed drinking tea a lot!

Joke 4:

Temel enters a multi-choice matriculation exam. He flips a coin for each question and picks the choices accordingly. An hour into the exam – when all the students have given in their papers and he’s the only one left in the room, the invigilator sees that he’s still flipping coins; and tells him there isn’t much time left and asks him whether he is about to finish. Temel answers: “I’ve finished half an hour ago, just going through my answers!”

Joke 5:

Temel and Dursun love playing football. One day when they were contemplating about the afterlife, Temel asks Dursun: “Do you think there is football in Heaven?” and Dursun answers “I don’t know but whoever goes there first, will let the other know OK?“. So they agree and a few years down the line Dursun dies and appears in Temel’s dream: “Temel, I’ve got one good and one bad news for you“. Temel asks for the good one first and Dursun answers: “There is football in Heaven!

What about the bad one?

Your name is on the team sheet this week!

Joke 6:

When they’re young, Temel and Dursun try stealing a few apples from a tree in a garden nearby. While they’re at it, the owner sees them and they start to run. The owner shouts “stop you BASTARD!”; and Dursun stops and tells Temel “he recognised me, you keep running brother!”

Joke 7:

Temel and Dursun are stopped by a tourist in Istanbul. He asks: “Hi, do you speak English?“. Temel and Dursun look at each other, not understanding what he meant. The tourist also asks: “Parlez vous Francais?” and said the same thing in many other languages. The tourist then leaves not getting an answer.

Dursun turns to Temel and says: “I think it is time we learn a foreign language“.

Temel: “What’s the point? Look he knew 5 languages but still couldn’t explain what he wanted“.

Joke 8:

Temel appears in court as he has just killed a dozen or so people at a marketplace due to his truck’s brakes failing. The judge asks: “Explain why you did this?“.

Temel: “I am very sorry; it was not intentional. My brakes failed and I had no other choice but to hit somewhere to stop my truck. I noticed that if I swerved to the right I would kill a child. If I swerved to the left, I would enter the marketplace and potentially kill dozens. So I decided to kill the child.”

Judge: “How did you then kill all these people?!

Temel: “Unfortunately the kid ran towards the marketplace

Joke 9:

Temel and Dursun go to watch a movie, which has a horse racing scene. Just as the race is about to start, Temel bets Dursun that the white horse will win – and Dursun agrees to bet on the black horse. The white horse won, so Temel also won the bet. However, after the movie Temel feels uneasy and confesses:

I watched this movie before and knew which horse was going to win.

Dursun replies: I watched the movie too.

But I wanted to bet on the underdog this time!

Joke 10:

Temel is on Who Wants to be a Millionaire. He passes the first set of ‘easy’ questions…

£4000 question: How long did the ‘Hundred Years’ War’ last?

a) 99 years b) 116 years c) 150 years d) 100 years

He asks the audience and passes on to the next question

£8000 question: Where did the ‘Panama hat’ originate?

a) Panama b) Brazil c) Chile d) Ecuador

He phones a friend and passes on to the next question

£16000 question: When do the Russians celebrate the ‘October Revolution’?

a) October b) September c) November d) January

He uses the ‘fifty-fifty option’ and passes on to the next question

£32000 question: What animal were the ‘Canary Islands’ named after?

a) Canaries b) Seals c) Cats d) Kangaroos

Temel decides to take the money…

[Scroll down]

Funny eh? Thought you were more clever than Temel? Think again!

Answers: 1) 116 years, 2) Ecuador, 3) November, 4) Seals

Read Full Post »

images

Ingiltere’de (ingiliz) arkadaşlarım bana ‘Secret Santa’ (Gizli Noel Baba) adındaki faaliyetlerine katılmamı istediler. Yapılan şey ise bir kagıda adını yazıyorsun ve diger katılan kişilerinde isminin bulundugu bir kutuya atıyorsun. Sonra cekilişte kimin ismi sana cıkarsa, ona gizlice hediye alıyorsun ve o kişi hediyenin kimin tarafından alındıgını bilmiyor (soylemek yasak!). Hediyeler arasında bir ayrım olmasın diye de en baştan kac liralık limit oldugu belirleniyor (mesela 10 sterlin).

Fikir cok guzel ama ruhu yok; insanlara ogretebilecegi cok şey var ama etkisiz. Neden bu isin ‘bizce’ versiyonunu yapmayalım diye duşundum; ve boyle birşeyi kendi aramızda neden mesela ‘Gizli Zeyneller’ olarak yapmayalım? Bu sayede tanışmamıza, birbirimizle hediyeleşmeyi teşvik etmemize ve yaptıgımız iyilikleri gizli tutmamız gerektigini daha iyi anlamamıza vesile olur. Eminim daha cok Zeynel Abidin (r.a.) gibi insanların yetişmesine de vesile olur…

 

Zeynel-Abidin (r.a.)’la ilgili…

Zeynelabidin (r.a.), Hz. Hüseyin’in (ra) oğlu ve Hz. Ali’nin (ra) torunudur. Fakir ve kimsesizlere yardım konusunda büyük bir gayret gösterirdi. Çok sayıda fakire yardım ettiği halde, ihlas düsturu gereği bunu hiç kimseye fark ettirmezdi. Gece karanlığında sırtında un taşıyarak bunu muhtaçlara yetiştirirdi. Sürekli bu işi yaptığı halde hiç kimse bilemedi. Ancak, vefatından sonra cenazesi yıkanıp sırtındaki nasırlaşmış yerle karşılaşılınca durum öğrenilebildi.

Read Full Post »

Mesut Erzurumluoglu
My Poster in front of David Wilson Library, University of Leicester, UK

The above lab photo was printed on a large billboard just in front of the David Wilson Library (during the refurbishment/renovations) at the University of Leicester (UoL) in 2011, and then in 2013. The photo was also used in the Biological Sciences sections of the 2011/12, 2012/13 and 2013/14 UoL undergraduate prospectuses – although I was a PhD student at the University of Bristol since January 2012. I was in the third (out of four) year of my PhD course but was still in the UoL prospectus as an ‘undergraduate’ 🙂

Me in University of Leicester Prospectus 2012/13

The university also included my views in the online version of the University of Leicester Biological Sciences prospectus and in a ‘Time management’ lecture:

Univ. of Leicester - Biological Sciences webpage
Univ. of Leicester – Biological Sciences webpage
Time management lecture
Apocryphal quote attributed to me: “It wasn’t that challenging, if you’re organised” was used in a ‘Time Management’ lecture (2016) given at the University of Leicester (by Dr. Alex Patel -see her comment below). Photo by Yasemin Alpdogan.

Read Full Post »

DNA

Structure of DNA – the blueprint of all organisms

Deduction of Human migrations and Ancestry through the use of Uniparentally inherited DNA

Our genome is made up of 22 pairs of autosomes and 2 sex chromosomes making up a total of 46 chromosomes. We inherit half from our mother and the other from our father. If you receive an X from both your parents, you will become a female; and if you receive a Y from your father (you will always receive an X from your mother) you will be male. This makes the Y chromosome (excluding the pseudo-autosomal regions) the only nuclear chromomosome which is uniparentally inherited (males inherit it only from their fathers and females do not have it). Because it does not have a homologous pair (like the autosomes do), recombination does not occur thus no mix up of DNA sequences occur. This is why it is unique in the way that fathers pass on the same DNA sequence to their sons without any change (except for a few spontaneous mutations). So if we could go back in time and check the DNA sequence of the Y chromosome of your grandfather 20 generations back we would see that you have the same as his (apart from minor changes). This is why information through the analysis of the DNA sequence in the non-recombining regions can be used to deduce an individual’s ancestry (Jobling and Tyler Smith, 2003).

Information from the Non-recombining regions of the Y Chromosome

The Y chromosome of many males from all world populations have been analysed and a phylogenetic tree which is rooted to Africans has been constructed (Karafet et al 2008). The same is true for the mitochondrial DNA also (van Oven and Kayser, 2008). Each branch of the tree is called a ‘haplogroup’ which is the term used to describe a group of individuals who share the same Y-DNA haplotypes (or mitochondrial haplotypes in terms of the mtDNA phylogenetic tree), thus share a common ancestor some time in history (Underhill and Kivisild 2008).

European males usually belong to one of the two major Y-DNA haplogroups: R and I (see eupedia.org)

R is by far the most prevalent accounting to over 70% of males in Europe and I accounts for just over 20% (see eupedia.com for more information). What is intriguing however is that, through the analysis of the frequencies of the haplogroups in different regions of the world, haplogroup I seems to correspond to native Europeans whereas the R haplogroup seems to have arrived from Anatolia where present day Turkey is.

To conclude, there is definitely strong evidence that most European males share a common ancestor who lived in Turkey quite a few centuries ago. Human history is an intriguing area and genetics has a lot to offer to these studies!

Same for European languages?

Same for European languages?

For more information (ordered to help understand the issue better):

– Human Genome: http://en.wikipedia.org/wiki/Human_genome

– Y chromosome: http://en.wikipedia.org/wiki/Y_chromosome

– Mitochondrial DNA: http://en.wikipedia.org/wiki/Mitochondrial_DNA

– Origins, age, spread and ethnic association of European haplogroups and subclades: http://www.eupedia.com/europe/origins_haplogroups_europe.shtml

– Underhill PA, Kivisild T. 2007. Use of y chromosome and mitochondrial DNA population structure in tracing human migrations. Annu Rev Genet. 2007;41:539-64.

– Jobling MA, Tyler-Smith C. 2003. The human Y chromosome: an evolutionary marker comes of age. Nat Rev Genet. 2003 Aug;4(8):598-612.

– Karafet TM et al. 2008. New binary polymorphisms reshape and increase resolution of the human Y chromosomal haplogroup tree. Genome Res. 2008 May;18(5):830-8. Epub  2008 Apr 2.

– van Oven M, Kayser M. 2009. Updated comprehensive phylogenetic tree of global human mitochondrial DNA variation. Hum Mutat 30(2):E386-E394. http://www.phylotree.org.

Read Full Post »

« Newer Posts - Older Posts »