by Dr A. Mesut Erzurumluoğlu | Principal Bioinformatician at Bicycle Therapeutics (formerly at Boehringer Ingelheim, and Univs. of Cambridge, Leicester & Bristol) – blogging since 2006. All views mine unless stated otherwise
Gönül muhabbet ister podcast bahane! 🙂 Genelde, başarılı, bilgili ve ‘cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf hashtagini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumuzu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)
Az İş Çok Laf – Bölüm 25: Ilginç futbol terimleri ve ‘Terim’ üzerine – Kerem Aydın (22/09/2022)
Bu bölümde Bilkent Universitesi Endüstri mühendisliği mezunu ve arkadaşları arasında ‘futbol almanağı‘ olarak tanınan Kerem Aydın’ı ağırladık ve kendisiyle ilginç futbol terimleri ve Netflix’in ‘Terim’ belgeseli hakkında konuştuk.
Not: Kerem’i konuk aldığımız ilk podcast bölümü olan Bölüm 3 için tıklayın
Not 2: Yayında bahsettiğimiz Beşiktaş v Dinamo Kiev (2011) maçı son saniyeleri için tıklayın
Gönül muhabbet ister podcast bahane! 🙂 Genelde, başarılı, bilgili ve ‘cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf hashtagini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumuzu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)
Az İş Çok Laf – Bölüm 24: Suriyeli mülteciler üzerine – Ahmet Utku Akbıyık(17/06/2022)
Bu bölümde, Harvard Üniversitesi’nde doktora yapan Ahmet Utku Akbıyık’la Türkiye ve dünyadaki Suriyeli mültecilerin sosyal medya kullanımı ve sorunları üzerine konuştuk.Akbıyık aynı zamanda bir popüler kültür ve bilim dergisi olan Mesail‘de yazılar kaleme alıyor.
Not: Aşağıda okuyacaklarınız sevgili Rafşan Yağmur Çelik’in Bianet.org’un ‘Göç hikayeleri’ serisinde yayınladığı roportajımın orijinal versiyonudur – doğal olarak yayınlanan haberde verdigim cevaplar editlendi ve kısaltıldı. Yayınlanmış versiyonuna ise buradan ulaşabilirsiniz
Not: Aşağıda okuyacaklarınız sevgili Rafşan Yağmur Çelik’in Bianet.org’un ‘Göç hikayeleri’ serisinde yayınladığı roportajımın orijinal versiyonudur – doğal olarak yayınlanan haberde verdigim cevaplar editlendi ve kısaltıldı. Yayınlanmış versiyonuna ise buradan ulaşabilirsiniz
Ne zaman geldin? Bu hikaye nasıl ve neden başladı? O günden bugüne hayatında neler değişti? Neleri fark ettin? Burası sana ne öğretti?
Hayat hikayem biraz karışık fakat özet geçmek gerekirse 88 Ankara doğumluyum fakat hayatımın cogu (27/34’ü) Ingiltere’de gecti. Yaklaşık bir senedir de Almanya’da bir ilaç şirketinde (Boehringer Ingelheim’da) çalışıyorum.
Ailecek iki defa geldik Ingiltere’ye: 1989 (ben 1 yaşındayken) ve 2000’de (12 yaşında). Ingiltere’ye ilk geldiğimizde 6 sene kalmışız – 3 kardeşim de Ingiltere’de doğdular. 95’ten itibaren 5 sene Türkiye’de kaldıktan sonra, babamın Doktora çalısmaları için 2000 yılında tekrar Ingiltere’ye geldik. Ailecek 4 sene beraber yaşadıktan sonra ailem geri döndu; ben ve erkek kardeşim Ingiltere’de kaldık – 16 yaşımdan beri hem okuyorum, hem çalışıyorum. 2016’da evlendim ve ~4 yaşında bir oğlum var.
Cocukken futbolcu olmak istiyordum ve aklım-fikrim bundaydı – çok da yetenekliydim. Futbolda iyi olmamın bana çocukken özgüven ve okulda ‘cool’ cocuklar arasına girme açısından çok büyük katkıları da oldu. Fakat büyüdükce farklı alanlar da ilgimi çekmeye başladı: muhasebe, astronomi, arkeoloji ve – o zamanlar ‘geleceğin mesleği’ denilen – genetik. Hepsiyle ilgili araştırmalar yaptım; o alanlarda çalışan insanlarla görüştüm. Nihai olarak da farklı sebeplerden dolayı diger kariyer opsiyonlarını eledim ve genetikte karar kıldım. A-level (lise) notlarım da yuksek gelince Leicester Universitesinin Genetik bölümüne başvurdum.
Babam eski kriminolog olduğu için bana hep Prof. Alec Jeffreys’in Leicester Universitesi’nde keşfettiği ‘DNA fingerprinting’ (adli tıbbı tamamen değistiren ‘DNA parmak izi’) tekniğinden bahsederdi. Bunun da genetiği seçmemdeki payı büyüktür. Ikinci yılımda Alec Hocadan ders alma şerefine de nail oldum.
Bugün geri dönüp baktığımda birçok kez 4 ayak üzerine düştüğümü goruyorum. Başarılı olacağıma her zaman inanıyordum fakat neredeyse elimi attığım her işten başarıyla çıktım. Birkac örnek verecek olursam: 2011’de mezun olduktan hemen sonra (Master yapmadan) 4-yıl tam burslu Doktora kazandım; akademide arastırmacıyken birçok makalem beklediğimden fazla atıf aldı; 32 yaşında Cambridge Universitesinde Uzman Arastırma Gorevlisi (Sen. Postdoc) olmak az insana nasip olacak birsey; ve birçok prestijli odul aldım – benim için en manidarı da Leicester Universitesi mezunları tarafından 2020 ‘Geleceğin Lideri’ ödülüne layık görulmemdi. Simdilerde ise dünyanın en büyük ilaç şirketlerinden birinde uzman araştırmacı olarak çalışıyorum ve şirketin ilaç portföyüne insan genetiği verilerini kullanarak katkı sağlıyorum – ve bu beni hem mutlu, hem de motive ediyor.
Ingiltere’ye geldiğin için hayatında neler değişti? Buradaki yaşam koşullarını nasıl görüyorsun? Burada kendini 2. sınıf vatandaş olarak hissettiğin oldu mu?
Göcmenlerin burada karşılaştığı en büyük sorunlar dil, kultur ve vize sorunları. Nispeten küçük yaşta geldiğim ve gayretli ve meraklı olduğum için dil ve kültür farklılığı çok sorun olmadı kendi adıma. Fakat bir 7-8 sene Ingiliz vatandaşı olmadığım için Ingiliz devletinin lise ve universite yıllarında her öğrenciye verdiği bursları alma konusunda buyuk sıkıntılar çektim. Babamın da maddi durumu çok iyi olmadığı için bu burslar olmadan universitede okumam neredeyse imkansızdı. Bu yüzden gitmediğim kurum, göruşmediğim danışman, yazmadığım mektup kalmamıştı. Hatta bu yüzden eğitimime (üniversiteye baslamadan önce ve ilk seneyi bitirdikten sonra) toplamda iki sene ara vermek zorunda kaldım. Babam, ben bir sene ara verdikten sonra, bir sene daha kaybetmeyeyim diye elinde avucunda ne varsa verip, benim 2007’de Leicester Universitesinde okumam için ilk yılın ucretini odemişti (o zamanlar ‘yabancı statusunde’ olan ögrenciler için ücret yıllık £9000’dı). Ilk yılı okurken burs ve vize konusunda araştırmalarımızı ve mücadelemizi de sürdürüyorduk. Tam bu sırada avukat olan bir aile dostumuz bize “bakın; bir işinize yarar mı?” diye Gaye Gürol adında bir Türk’ün Köln belediyesine karşı Avrupa Adalet Divanında (ECJ) kazandığı bir davanın metnini uzattı. Bu karar sayesinde Avrupa’da yaşayan her (vatandaş olmayan) Türk işçi çocuğu üniversiteler tarafından Avrupa Birliği vatandaşlarıyla aynı statüde kabul edilmek zorundaydı. Bu kararı – babamla iyice araştırdıktan sonra – hemen Leicester Üniversitesi finans departmanına götürdüm. Tabi hiçbirinin haberi yoktu bu karardan. Bana direkt bursları veren kurum olan Student Finance England’a yazmamı tavsiye ettiler. Fakat Student Finance England’ın da bu karardan haberleri olmadığını öğrenmiş oldum ve olayı daha da açıklayıcı/inandırıcı hale getirmek için 2-3 defa daha mektup yazmak zorunda kaldım. Üniversitem de bayağı yardımcı oldu bu konuda. Sonunda ‘Child of a Turkish Worker’ (Türk işçi çocuğu) statüsünü kabul ettiler fakat benim çok işime yaramadı çünkü üniversite bana sonradan (kurallar gereği) “başladığın statüyle devam etmek zorundasın” dedi. Fakat beni ve durumumu süreçte daha iyi tanıdıkları için yardımcı olmak istediler. Bana yardımcı olma adına “biz senin ilk yıl ekstradan ödediğin parayı iade edelim (~£6000); bir sene ara ver; dönüşte de seni ikinci yıldan başlatalım” teklifinde bulundular; ben de üniversiteye bir sene ara verdim. Fakat o bir senede de oturumum geldi. Bana nihai olarak faydası dokunmasa da “Child of a Turkish worker” statüsüyle (Student Finance England’dan) burs alan her öğrenciye faydam olduğu için mutlu oluyorum. Tabi burada Gaye Güröl’un da hakkını teslim etmek lazım.
Bu sureçte bana emeği geçen bir insandan daha bahsetmek isterim: Prof. Annette Cashmore, Leicester Üniversitesi’nde genetik lisans öğrencisiyken benim son yıl (sene 2011) proje hocamdı – laboratuvarında Candida albicans adında bir mantar üzerine çalışıyorduk ve normalde vücudumuzda zararsız bir şekilde yaşarken neden bir anda patojenik olduğunu (ve Candidiasis hastalığına yol açtıgını) araştırıyorduk. Öncesinde de akademisyen/bilim insanı olmayı düşünüyordum fakat burada geçirdiğim 5-6 ayda bilim yapmayı ne kadar sevdiğimi anladım ve doktora bursları olup-olmadığını sordum. O da bana normalde burs fonu bulduğunu ve beni takımında görmek isteyeceğini söyledi. “Ben sana haber vereceğim” dedi. Maalesef, bana bunları söylediği zamanda MS (Multiple Skleroz) hastasıydı ve belden aşağısı tutmuyordu. Tekerlekli sandalyesi vardı ve her ihtiyacı olduğunda eşi hemen geliyordu. Bu yüzden – çok başarılı bir bilim insanı olmasına rağmen – laboratuvarından da yavaş yavaş elini çekiyordu. Ben son yıl proje raporumu teslim ettikten sonra tekrar kapısını çaldım ve hal-hatırını sorduktan sonra burs meselesini hatırlattım. Çok özür dileyerek, sağlığının son dönemlerde daha da kötüleştiğini ve burs başvurularını yapamadığını ama bana güçlü bir referans yazacağını söyledi. Annette’in grubunda çalışamayacak ve belki de hiçbir yerden Doktora bursu bulamayacak olduğum için üzüldüğümü hatırlıyorum. Herşey için teşekkür ederek çıktım odadan ve direkt başvurulara başladım. Belki 10-15 tane “CV’n iyi/uyumlu ama maalesef burs fonumuz yok” emaili aldım. Bristol Üniversitesi’nden email attığım hocadan da benzer bir email geldi ama sonuna şu cümleyi eklemişti: “istersen şu burslu projemize başvur – sana uygun” Ben de eklediği linke tıkladıktan ve projeyi anladıktan sonra hemen başvurdum. Mülakattan sonra da bana bursu verdiler. İşin en güzel tarafı “ben istedim bir göz, Allah verdi iki göz” misali verilen burs “tam” burstu ve tamamen doktorama odaklanmamı sağlayacaktı. (Leicester’dan alacağım burs sadece okul masraflarını karşılayacaktı. Bir yerlerde çalışıp kiramı vs. kendim bulmak zorunda kalacaktım). Bristol Universitesi’nden (2015 sonu) mezun olduktan sonra ABD dahil başka yerlerde de çalışabilecekken (kısmen nostaljik sebeplerle) Leicester’a geri döndüm. Yaptığım ilk işlerden biri de Annette’i görmek oldu. Beni gördüğüne çok sevindiğini ve başarılarımı takip ettiğini söyledi. Bu görüşmeden ~6 ay sonra vefat etti. Konuyla ilgili olarak aklıma geldi: Bana en çok gelen sorulardan biri “İngiliz hocalar çok soğuk; nasıl çalışıyorsunuz onlarla?” Sizin hocanızdan, onların da sizden ne beklediğini bilmek önemli. Çok yoğun olduklarını akılda tutarak ona göre hazırlanarak görüşme talep etmek lazım. Bir de sadece ingilizceyi öğrenmeye değil, ingiliz (ya da hangi ülkeden/kültürden insanlarla çalışıyorsanız onların) kültürünü öğrenmeye de vakit harcamanız lazım. İngiliz, İspanyol, Alman, Çinli ve İskoç Hocalarım oldu. Hepsiyle de aram iyiydi.
Sorunuza geri dönecek olursam: Göçmen çocuğu olmanın kesin bir avantajı var mı bilmiyorum fakat insan biraz meraklı ve gayretli olursa hem kendi kültürünün, hem de Britanya’daki çok kültürlülügün meyvelerini toplayabilir. Onlarca milletten arkadaşım var ve hepsinden az ya da çok birşeyler kaptım.
Başlarda dil, kultur ve vize sorunları yaşıyorsunuz fakat İngiltere’de ırkçılık çok ciddiye alındığı için öğretmenlerin ya da iş verenlerin size alenen bir ayrımcılık yapması çok zor. Ben ~2 sene farklı kebap dükkanlarında da çalıştım; bu sektörde çalışanların bazıları benden farklı seyler söyleceklerdir fakat ayak takımı tiplerin içkiliyken söylediklerini genel halka mal etmek doğru olmaz. Ayrıca Ingilizler, Türk göçmenler nispeten yeni olsalar da, Güney Asyalı (Hindistan, Pakistan ve Bangladeşli çok) ve Karayipli göçmenler uzun zamandır buralarda yasadıkları için farklı kültürden insanlarla beraber yaşamaya alışmışlar. Bunları söyledikten sonra şunu da eklemem lazım: Egitim Bakanlığının (Department for Education and Skills) 2007’de yayınladığı bir raporda Türk/Kürt öğrenciler ortaokulda (secondary school – Key Stage 2 and 3) en başarısız etnik gruptu. 2010’da yine buna benzer sonucların yayınlandığı başka bir grubun raporunu daha okudum. Umarım durumlar son 10 senede iyileşmiştir fakat buraya gelen ilk jenerasyon Türk/Kürt ailelerin önceliği para kazanmak olduğu icin çocuklarının da eğitimlerine odaklanıp, genç yaşta restoran/kebap dükkanından gelecek sıcak paraya yüz çevirmeleri çok zor. Herhalde Almanya’da olduğu gibi 1-2 jenerasyon sonra Türk/Kürt orijinli insanların sesini Ingiltere’de de daha çok duyacağız.
Türkçe konuşma, yeme-içme ihtiyacı duyuyor musun? Yabancı arkadaşların ve Türkiyeli arkadaşlarınla geçirdiğin vakitlerde farklılıklar var mı? ya da aynılıklar?
Türkce konuşmayı ve Türk kültürünü önemsiyorum. Oğlumun da Türkceyi iyi öğrenmesi için gayret gösteriyoruz eşimle. Iyi bir akademik eğitimin dışında Ingilizlerin genel kulturu, nezaketi ve sadeliğini, Almanlarin iş disiplini ve ahlakını, Turklerin de sıcaklıgı ve bonkörlüğünü kazanması icin çabalayacagız.
Ingiltere’de gördüğün Türkiye algısı nasıl?
Doğruyu söylemek gerekirse Türkiye algısı ben çocukken/ergenken çok çok daha iyiydi. Müslüman, Hristiyan, Hindu veya farklı milletlerden farketmez, arkadaşlarım ve hocalarım aileleriyle tatile hep Türkiye’ye giderlerdi. Simdi de eşleri/sevgilileriyle gidenler var fakat artık gitmeden “Türkiye emniyetli mi?” diye soruyorlar bana.
Ruhun ve kalbin de burada mı? Ne düşünüyorsun bu konuda?
Ülkemi seviyorum ve Türk/Kürt gençlerine vaktim el verdikce farklı mecralardan maddi-manevi destek vermeye çalısıyorum ama milliyetçi değilim. Yaşadığım toplumu ilgilendiren yönüm olarak Türk kökenimden ziyade ‘bilim insanı/araştırmacı’, ‘iyi bir eş/aile babası’, ‘güvenilir/yardımsever/çalışkan bir insan’ gibi kimliklerimin önde olmasını isterim.
Ingiltere’de kozmopolit bir ortamda büyüdüm ve bunu benimsedim; dünyanın her kıtasından arkadaşım, birçok mutfağa ilgim var – ozellikle Hint ve Uygur/Çin mutfağına (Not: bence kahvaltıda en iyisi Türk kahvaltısı).
Bilimin üstünlüğüne inanan, rasyonel kalmaya çalışan, araştıran, açık görüşlü bir ‘dunya vatandaşı’ olduğumu düşünüyorum. Eşimle Leicester’da bir Sih mâbedinde, kültürel bir faaliyette tanıştık. Rol modellerim hep bilim insanları veya entelektüeller oldu. Oğlumuzun ismini dahi Isaac Newton’dan esinlenerek Isaac Ali koyduk. (Not: Kedimizin ismi de Newton bu arada 😊 Ayrıca oğlumuzun doğduğu gün Isaac Newton’ın hocalık yaptığı Cambridge Üniversitesinden kabul almamı da Allah’ın isim konusunda hoşnut olması olarak yorumluyorum)
Ingiltere’deki deneyimlerinden eklemek istediklerin? En şaşırdığın olaylar?
Cok mutlu bir çocukluk ve eğitim hayatı geçirdim Leicester’da. Hatta 2020 Oğretmenler Günü’nde attığım ve sonradan Instagram ve Twitter’da viral hale gelen tweetimde de belirttiğim gibi (2000 yılı) sınıfa ilk girdiğim gün beni arkadaşlarım “Hoş geldin” ve “merhaba”larla karsıladılar. Meğer sınıf öğretmenim (Karen Holman’dı adı) benim hiç ingilizce bilmediğimi önceden (herhalde mudurden) öğrenmiş ve arkadaslarıma “ona kendisini evinde hissettirelim” diye Türkce kelimeler dağıtmış. Diğer öğretmenlerim de çok yardımcı oldular bana: orneğin Fen bilgisi hocam ilk donemlerde sınavlara sözlukle girmeme izin vermişti. Matematik hocam ise – geldiğim ay girdiğim sınavda en düşük notu ben almama rağmen – beni alt sınıfa yollamamıştı haksızlık olur diye. Ben de gayretli ve bir ise kafasını koyduğu zaman çabuk kavrayan bir çocuktum; 6 ayda ingilizcem iyi bir seviyeye gelmişti; matematik sınıfında da ‘altın’ gruba yukseldim hemen.
Tabi ki bugünlere kolay gelmedik; ailemin ve benim sayılamayacak kadar fedakarlıgı var arka planda: Finansal sorunlar; vize sorunları; psikolojik sorunlar – fakat ben doğru şeyleri yaptıkça beni hiçbir şeyin durduramayacağını biliyordum. Ingiliz eğitim sisteminin bana gore en iyi tarafı da insanlara – bazılarımıza az, bazılarımıza biraz daha fazla ama – hata yapmaşansı veriyor ve – hayat toz pembe olmasa da – emek ve fedakarlığınızın karşılığını eninde-sonunda alıyorsunuz.
İlgili Tweet/Bilgiseller
Ben 12 yaşındayken (2000) ailecek İngiltere'ye taşındık ve ingilizcem neredeyse sıfırdı. Bunu duyan (Karen Holman adında) Sınıf Öğretmenim, kendimi evimde hissedeyim diye tüm arkadaşlarıma Türkçe cümleler dağıtmış. Sınıfa girer-girmez arkadaşlarımın hepsi bana "Hoşgeldin" dediler
Çok ünlü Instagram hesapları, son bir senedir bu tweeti paylaşıyorlar fakat sadece foto paylaşıldığı için haberim olmuyor – arkadaşlar haber veriyorlar genelde.
Beni gençliğimden beri tanıyanlar, bu olayı >10 senedir anlattığımı bilirler. Olay da, isimler de gerçek (ben de! 😅) https://t.co/QaSB9mRwHD
Ben de soranlara "akademik eğitim ve araştırma kariyerimle ilgili geriye dönüp baktığımda, hep kritik anlarda dört ayak üzerine düşmüşüm" diyorum
Doktora ve sonrası tanıştığım arkadaş ve Hocalarımın birçoguyla samimiyim – işim düşse ya da referans istesem anında yardımcı olurlar https://t.co/l2KcyPnxwk
Prof. Sir Alec Jeffreys 70 yaşına girmiş. Kendisinin benim Genetik alanını seçmemde rolü büyüktür. Tanımayanlar için gerçek bir hikaye anlatmak istiyorum: https://t.co/X7lgnzVptI
2011'de mezun olduğum Leicester Üniversitesi'nin eski mezunları tarafından 'Geleceğin lideri' kategorisinde ödül almak beni çok mutlu etti. https://t.co/Fq61WEd8rb
— A. Mesut Erzurumluoğlu (@mesuturkiye) March 6, 2020
Isaac Newton benim 'bilim kahramanım'. Oğlumun adı dahi Isaac. Birçok bilim insanı için gelmiş geçmiş en önemli bilim insanıdır.
Bu tweet'e göre Newton meğer Matematik ve Fizik'i tamamen değiştiren kalkülüs ve yer çekimi kanununu 1665'te vebadan dolayı evden çalışırken bulmuş. https://t.co/TJETcOwIWi
Gönül muhabbet ister podcast bahane! 🙂 Genelde, başarılı, bilgili ve ‘cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf hashtagini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumuzu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)
Az İş Çok Laf – Bölüm 23: Türkiye’nin mülteci krizi üzerine – Sümeyye Açıkgöz(21/05/2022)
Bu bölümde, bir yardım ve araştırma kuruluşu Epic Migrations‘ın kurucusu olan ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nde doktora yapan Sümeyye Açıkgöz’le Türkiye’deki mülteci krizi ve etkileri üzerine konuştuk.
Backstory: I joined the Human Genetics team of Boehringer Ingelheim Pharma (in South Germany) ~6 months ago and as part of our ‘team responsibilities’, it was our turn to give a short presentation (technically called a ‘Safety Minute’) on a health & safety issue of our choice (e.g. how to ride a bike safely, safety in the lab). I rolled the lowest value within our team and therefore had to choose the topic and give the presentation. I didn’t feel like I could lecture the attendees/my colleagues on German laws or working in a lab filled with chemicals – as I recently moved to Germany and spend my entire working day in front of my home PC. So I thought it would hopefully be interesting for them to hear what are the small things (therefore must-do things like cleaning teeth properly incl. flossing, getting vaccinated, doing sports or having a first-aid kit nearby* is not mentioned here) I do at home (office) for my physical and mental wellbeing and then they could take what they wanted from the presentation but also comment on what they found interesting or even wrong – so I could learn from them too. Needless to say, many enjoyed the topic and shared their views with me during the call or via email afterwards. I therefore wanted to share the presentation in my blog too for the same reasons.
So in preparation for this topic, I had a look around my home and made a list of the small things that I do for my physical and mental well-being (NB: of course anything I do for my physical wellbeing affects my mental well-being too) – in no particular order:
Physical well-being
I (try to) start the day with some face exercises
I try to keep my home clean and wash the dishes before going to bed (get a dishwasher if you can!)
I have a few wrist & elbow rests on my table to prevent tennis/computer elbow
I make time during my lunch break to have a proper ‘Turkish breakfast’ (see slide): e.g. Fresh bread/baguette, Omelette (e.g. Menemen made with top/”0″ class eggs, ‘sivri’ pepper, and good quality chopped tomatoes), green and black olives (in high-quality olive oil), variety of fruit, yoghurt (with mint), and good-quality spices e.g. pepper, chilli flakes…
I eat a teaspoonful of Manuka Honey every day (UMF 15+), take ‘A-Z’ vitamin & mineral supplement once a week, and try to have fruit on my table to nudge me to eat more (I should do this with water too!)
Once a month (or every two months), I rinse my sinuses with saline solution (made using high-quality salt and filtered lukewarm water) using a Neti syringe. I used to suffer from sinusitis (and consequent migraines) almost every 2-3 days before I started doing this
I gargle with antibacterial mouthwash or salty water once a day – doing this continually has cured my chronic tonsilitis, cough (from nasal drip) and bad breath
I don’t eat anything after 9pm (only water or high-quality jasmine/linden tea allowed). I find that brushing my teeth somehow signals to my brain that I will not be eating – and the urge to eat (mostly) stops
I set a reminder on my phone at ~9:30pm everyday to do some exercise such as (15x) crunches, push-ups, pull-ups, and leg-ups – if I haven’t already done some cycling or football/basketball training that day (making sure to apply Sudocrem or Chamois cream to jock area to prevent skin damage/jock itch due to friction)
I try to get a ‘good’ sleep by sleeping no later than 12pm. I also raise my thorax & head (cured my reflux/stomach – used to feel like garbage in the morning) and put ‘night-mode’ (i.e. switch to warmer colours) on my mobile phone before sleep
Currently obsessed with these short Latin phrases of wisdom – looking for more: Per aspera ad astra (through hardships to the stars) Amor fati (love your fate) Memento mori (remember that you will die) pic.twitter.com/TVzJ2SCxk8
— A. Mesut Erzurumluoğlu (@mesuturkiye) April 1, 2022
Mental well-being
I am shameless at getting help from friends who are more knowledgeable than me on respective matters and this saves me so much time and hassle
I made sure my internet was fast enough to not cause me trouble during meetings and webinars. It can be draining to let it linger and it is certainly worth the additional 10-20 euros/pounds a month if mostly working from home
I try to keep my home tidy and spacious by selling/giving away unnecessary stuff (e.g. if I don’t use something for ~6 months, then I can do away with it)
I open the windows and meditate/sit/lie on the floor several times during work hours. Also having a head massager is a (cheap) luxury which is well worth it!
I have photos of people (e.g. my family) and quotes (see slide for example) that make me happy and/or motivate me on my office desk/table**. Having a digital photo frame (set to ‘random’ mode) also helps massively to make use of photos on my PC.
Leaving the home is important e.g. I go nature parks and/or to the cinema (and/or a restaurant) at least once a week with my family and/or work colleagues
I play Wordle (both Turkish and English versions), a strategy/puzzle/mystery game (e.g. Professor Layton, Minesweeper or Brain Training on my Nintendo DS), and/or Sudoku every morning to start the day with a challenge that gets me going and the brain working
I look at the stars and planets during the night using an app called ‘Sky Map’. I also check out Google Earth, and Explore.org every now and then to observe elephants, eagles (nests), safari animals etc. live
I don’t read the news in the morning – especially during stressful world events (e.g. Russia’s unlawful invasion of Ukraine)
I hope the list was useful. It is also available to download here as a Powerpoint slide:
*I also keep an easy-to-eyeball first-aid guideline on my desktop – you can either buy a poster or a digital copy (like the one below) and keep it on your desktop
**I also keep a magazine or book that entertains me nearby; or have a favourite video/podcast list on my YouTube/Spotify accounts to fall back on when I want to discharge
Gönül muhabbet ister podcast bahane! 🙂 Genelde, başarılı, bilgilive ‘cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf hashtagini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumuzu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)
Az İş Çok Laf – Bölüm 22: Akademik hayatta otizmli olmak – IşınAltınkaya (12/02/2022)
Bu bölümde, Kopenhag Üniversitesi’nde Evrimsel biyoloji ve biyoinformatik alanında burslu doktora yapan Işın Altınkaya’yı ağırladık ve otizmin özel ve akademik hayatındaki etkileri hakkında konuştuk.
Gönül muhabbet ister podcast bahane! 🙂 Genelde, başarılı, bilgilive ‘cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf hashtagini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumuzu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)
Az İş Çok Laf – Bölüm 21: Amerikan iş piyasası, enflasyon ve makroekonomi üzerine – Serdar Birinci (05/02/2021)
Bu bölümde, aldıkları kararlarla tüm dünya ekonomilerini etkileyen Fed’de (Federal Reserve Bank/St. Louis) Uzman Araştırmacı olarak çalışan Dr Serdar Birinci’yi konuk aldık ve yaptığı araştırmalar, Amerika’da faiz, enflasyon ve işsizlik, ve bunların etkileri hakkında konuştuk.
Podcast’te kullanılan terminoloji:
1- FED/Federal Reserve Board: ABD’nin merkez bankasıdır (Wikipedia)
2- Labour market (“leybır” diye okunur): Iş marketi/piyasası
5- Great Recession: Büyük Durgunluk, 2008 yılının son aylarında ortaya çıkan ve birçok ülkeyi olumsuz yönde etkileyen ekonomik gelişmelerdir (Vikipedi)
6- ‘Great Resignation’ ya da ‘Big Quit’ (2021; Wikipedia)
Gönül muhabbet ister podcast bahane! 🙂 Genelde, başarılı, bilgilive ‘cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf hashtagini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumuzu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)
Az İş Çok Laf – Bölüm 20: ‘Teknikçi Hoca’ ile yüksek enflasyon & pandemi dönemi kriptopara piyasalarında yatırım üzerine (18/12/2021)
Konuk: Sosyal medya fenomeni ve teknik analist ‘Teknikçi Hoca’ (Twitter)
Bu bölümde, kriptopara yatırımcısı, teknik analiz uzmanı ve sosyal medya fenomeni ‘Teknikçi Hoca’yla kriptopara dünyası ve yatırım tavsiyeleri üzerine konuştuk. (Önemli not: ‘Teknikçi Hoca’yla çektiğimiz ilk bölümü dinlemediyseniz, bu linkten ya da (Spotify, Apple Podcasts gibi) podcast app’inizden ‘Az İş Çok Laf Bölüm 13’e tıklayarak dinleyebilirsiniz)
Podcast’te kullanılan terminoloji:
1- FED/Federal Reserve Board: ABD’nin merkez bankasıdır (Wikipedia)
2- Emtia: Ticarete konu olan altın, gümüş, petrol, doğal gaz, pamuk, mısır, buğday, şeker, kahve gibi malların tümüne verilen addır (QNBFI)
3- Fear & Greed Index/Kripto Korku ve Açgözlülük Endeksi: Korku ve açgözlülük endeksi, yatırımcıların Bitcoin ve diğer büyük kripto para birimlerine karşı genel tutumlarını sunar. ‘0’ değeri “Aşırı Korku”, ‘100’ değeri ise “Aşırı Açgözlülük” anlamına gelir (CoinGecko)
4- Altcoin-Bitcoin sezonu endeksi/Altcoin-Bitcoin Season Index (BitPanda)
5- Tether Dominance: Tether, hep 1 (bir) ABD doları değerinde olan bir kriptopara ve ‘Stablecoin’ türüdür. ‘Tether dominance’ da kriptoparalara güveni gösteren bir endekstir (Messari)
6- Kambiyo rejimi/Exchange rate regime: Bir ülkenin dış ticareti ile ilgili yapılan ödeme ve tahsilat işlemleri ile genel döviz giriş ve çıkışlarına ilişkin olarak uygulanan kur politikalarıdır (Ekşisözlük | Wikipedia)
7- Meme coin (‘Miym koin’ diye okunur): Dogecoin, Shiba Inu coin gibi, altyapısını oluşturan projeler ya da ana fikirden ziyade, sosyal medyadaki gelişmelerden etkilenen paralar
8- NFT/Non-fungible token (‘Eneftii’ diye okunur): Bir şeyin (herşey olabilir: sanat eserleri, resim) gerçekliğini ve sahibini tasdikleyen dijital sertifika (detay: BBC Türkçe)
9- Akıllı kontrat/Smart contracts: bilgisayar protokollerine bağlı çalışan sözleşmelerdir ve Blockchain (blok zinciri) üzerinde çalışan dijital kontratlar olarak da tanımlanmaktadır (Innova)
Gönül muhabbet ister podcast bahane! 🙂 Genelde, başarılı, bilgilive ‘cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf hashtagini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumuzu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)
Az İş Çok Laf – Bölüm 19: Komplo teorileri, Definecilik ve Sosyal Antropoloji üzerine – Dr Erol Sağlam (08/07/2021)
Bu bölümde, Istanbul Medeniyet Üniversitesi’nde çalışan Dr Erol Sağlam’ı ağırladık. Dr Sağlam, doktorasını University of London Birkbeck College’da, Yüksek lisans ve lisans eğitimini de Boğaziçi Üniversitesi’nde tamamladı.
Podcast’te kullanılan terminoloji:
1- Sosyal Antropoloji: İnsan davranışlarının nedenini bulmaya çalışan bir disiplindir (İstanbul Üniversitesi)
2- Epistemoloji (bilgi felsefesi): Bilgiyle ilgilenen bir felsefe dalıdır. Epistemologlar, bilginin doğası (bir konuda nasıl emin olabiliriz?), kaynağı ve kapsamı, epistemolojik gerekçelendirme, inancın rasyonelliğini incelemektedir (Vikipedi)
Gönül muhabbet ister podcast bahane! 🙂 Genelde, başarılı, bilgilive ‘cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf hashtagini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumuzu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)
Az İş Çok Laf – Bölüm 18: Doğayı koruma ve moleküler biyoloji üzerine – Dr Gözde Çilingir (20/06/2021)
Bu bölümde, Zürih Üniversitesi’nde Koruma biyolojisi/genetiği alanında Doktora-sonrası Araştırma görevlisi olarak çalışan Dr Gözde Çilingir’i ağırladık. Gözde ayrıca sosyal medyayı aktif olarak kullanıyor ve ekolojik dengenin korunmasının önemi konusunda Türkçe ve İngilizce paylaşımlar yapıyor.
Podcast’te kullanılan terminoloji:
1- Koruma biyolojisi (Conservation Biology): Türlerin çeşitliliğini inceleyen ve korumayı hedefleyen, biyoloji biliminin bir alt dalıdır (Vikipedi|Bilim Genç)
2- Aldabra (dev) tosbağası: Gözde’nin, doktorası sonrası araştırmalarını üzerinde yürüttüğü kara kaplumbağası türü. Detay ve resim için Vikipedi sayfasını inceleyebilirsiniz (Wikipedia)
3- Endemizm (endemik): “Yöreye özgü” anlamına gelir ve genelde bir yöreye özgü hayvan/bitki türleri için kullanılır (Bilgi Ustam)
4- Marmara Denizi deniz salyası felaketi – 2021: Detay ve resim için Vikipedi sayfasını inceleyebilirsiniz (Vikipedi)
Gözde’nin belgesel tavsiyeleri:
1- David Attenborough: A Life on Our Planet (Netflix)
2- The Salt of the Earth (2014)
3- Racing Extinction (2015)
4- Jane (2017)
5- Rewilding a Mountain (2020; izlemek için tıklayın)