Feeds:
Posts
Comments

Posts Tagged ‘turkey’

Gönül muhabbet ister podcast bahane! 🙂
Genelde, başarılı, bilgili ve cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf hashtagini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumuzu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)


Az İş Çok Laf – Bölüm 22: Akademik hayatta otizmli olmak – Işın Altınkaya (12/02/2022)

Hostlar: Mesut Erzurumluoğlu (Twitter|Blog) ve Fikri Çiçek (Twitter)

Konuk: Işın Altınkaya (Twitter|AutisticsinAcademia)

Bu bölümde, Kopenhag Üniversitesi’nde Evrimsel biyoloji ve biyoinformatik alanında burslu doktora yapan Işın Altınkaya’yı ağırladık ve otizmin özel ve akademik hayatındaki etkileri hakkında konuştuk.

Podcast’te kullanılan terminoloji:

1- Meltdown (‘meltdavn’ diye okunur): Yorgunluk, aşırı uyarılma gibi sebeplerden kişinin aniden kontrolden çıkması (ve bazen bunalıma girmesi)

2- Lab: Laboratuvarın kısaltılmış versiyonu – akademik cevrelerde sadece ‘akademik grup’ anlamına da gelebilir (laboratuvarda calışmayan)

3- Comfort zone: Konfor alanı


Bizi Twitter‘dan takip edin!

Az İş Çok Laf – Bölüm 23: Yakında! Podcastimizi SpotifyYouTubeApple Podcasts ya da Google Podcasts‘ten takip edin ve arkadaşlarınızla paylaşın!


İntro müzikleri:

Vampire Weekend: Hannah Hunt
Kemal Sunal’ın ‘Umudumuz Şaban’ filminden bir sahne

Öneri, soru ya da reklam için: coklafazis.podcast@gmail.com

Podcast episode edited by: Mesut Erzurumluoğlu & Fikri Çiçek

Read Full Post »

Gönül muhabbet ister podcast bahane! 🙂
Genelde, başarılı, bilgili ve cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf hashtagini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumuzu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)


Az İş Çok Laf – Bölüm 21: Amerikan iş piyasası, enflasyon ve makroekonomi üzerine – Serdar Birinci (05/02/2021)

Hostlar: Fikri Çiçek (Twitter) ve Mesut Erzurumluoğlu (Twitter|Blog)

Konuk: Serdar Birinci (Twitter | Google Scholar)

Bu bölümde, aldıkları kararlarla tüm dünya ekonomilerini etkileyen Fed’de (Federal Reserve Bank/St. Louis) Uzman Araştırmacı olarak çalışan Dr Serdar Birinci’yi konuk aldık ve yaptığı araştırmalar, Amerika’da faiz, enflasyon ve işsizlik, ve bunların etkileri hakkında konuştuk.

Podcast’te kullanılan terminoloji:

1- FED/Federal Reserve Board: ABD’nin merkez bankasıdır (Wikipedia)

2- Labour market (“leybır” diye okunur): Iş marketi/piyasası

3- Income loss (“inkam” diye okunur): Gelir kaybı

4- ‘Scarring effect of unemployment’ (ESRC)

5- Great Recession: Büyük Durgunluk, 2008 yılının son aylarında ortaya çıkan ve birçok ülkeyi olumsuz yönde etkileyen ekonomik gelişmelerdir (Vikipedi)

6- ‘Great Resignation’ ya da ‘Big Quit’ (2021; Wikipedia)


Bizi Twitter‘dan takip edin!

Az İş Çok Laf – Bölüm 22: Yakında! Podcastimizi SpotifyYouTubeApple Podcasts ya da Google Podcasts‘ten takip edin ve arkadaşlarınızla paylaşın!


İntro müzikleri:

Vampire Weekend: Hannah Hunt
Kemal Sunal’ın ‘Umudumuz Şaban’ filminden bir sahne

Öneri, soru ya da reklam için: coklafazis.podcast@gmail.com

Podcast episode edited by: Mesut Erzurumluoğlu & Fikri Çiçek

Read Full Post »

Gönül muhabbet ister podcast bahane! 🙂
Genelde, başarılı, bilgili ve cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf hashtagini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumuzu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)


Az İş Çok Laf – Bölüm 20: ‘Teknikçi Hoca’ ile yüksek enflasyon & pandemi dönemi kriptopara piyasalarında yatırım üzerine (18/12/2021)

Hostlar: Fikri Çiçek (Twitter) ve Mesut Erzurumluoğlu (Twitter|Blog)

Konuk: Sosyal medya fenomeni ve teknik analist ‘Teknikçi Hoca’ (Twitter)

Bu bölümde, kriptopara yatırımcısı, teknik analiz uzmanı ve sosyal medya fenomeni ‘Teknikçi Hoca’yla kriptopara dünyası ve yatırım tavsiyeleri üzerine konuştuk. (Önemli not: ‘Teknikçi Hoca’yla çektiğimiz ilk bölümü dinlemediyseniz, bu linkten ya da (Spotify, Apple Podcasts gibi) podcast app’inizden ‘Az İş Çok Laf Bölüm 13’e tıklayarak dinleyebilirsiniz)

Podcast’te kullanılan terminoloji:

1- FED/Federal Reserve Board: ABD’nin merkez bankasıdır (Wikipedia)

2- Emtia: Ticarete konu olan altın, gümüş, petrol, doğal gaz, pamuk, mısır, buğday, şeker, kahve gibi malların tümüne verilen addır (QNBFI)

3- Fear & Greed Index/Kripto Korku ve Açgözlülük Endeksi: Korku ve açgözlülük endeksi, yatırımcıların Bitcoin ve diğer büyük kripto para birimlerine karşı genel tutumlarını sunar. ‘0’ değeri “Aşırı Korku”, ‘100’ değeri ise “Aşırı Açgözlülük” anlamına gelir (CoinGecko)

4- Altcoin-Bitcoin sezonu endeksi/Altcoin-Bitcoin Season Index (BitPanda)

5- Tether Dominance: Tether, hep 1 (bir) ABD doları değerinde olan bir kriptopara ve ‘Stablecoin’ türüdür. ‘Tether dominance’ da kriptoparalara güveni gösteren bir endekstir (Messari)

6- Kambiyo rejimi/Exchange rate regime: Bir ülkenin dış ticareti ile ilgili yapılan ödeme ve tahsilat işlemleri ile genel döviz giriş ve çıkışlarına ilişkin olarak uygulanan kur politikalarıdır (Ekşisözlük | Wikipedia)

7- Meme coin (‘Miym koin’ diye okunur): Dogecoin, Shiba Inu coin gibi, altyapısını oluşturan projeler ya da ana fikirden ziyade, sosyal medyadaki gelişmelerden etkilenen paralar

8- NFT/Non-fungible token (‘Eneftii’ diye okunur): Bir şeyin (herşey olabilir: sanat eserleri, resim) gerçekliğini ve sahibini tasdikleyen dijital sertifika (detay: BBC Türkçe)

9- Akıllı kontrat/Smart contracts: bilgisayar protokollerine bağlı çalışan sözleşmelerdir ve Blockchain (blok zinciri) üzerinde çalışan dijital kontratlar olarak da tanımlanmaktadır (Innova)


Bizi Twitter‘dan takip edin!

Az İş Çok Laf – Bölüm 21: Yakında! Podcastimizi SpotifyYouTubeApple Podcasts ya da Google Podcasts‘ten takip edin ve arkadaşlarınızla paylaşın!


İntro müzikleri:

Vampire Weekend: Hannah Hunt
Kemal Sunal’ın ‘Umudumuz Şaban’ filminden bir sahne

Öneri, soru ya da reklam için: coklafazis.podcast@gmail.com

Podcast episode edited by: Mesut Erzurumluoğlu & Fikri Çiçek

Read Full Post »

Gönül muhabbet ister podcast bahane! 🙂
Genelde, başarılı, bilgili ve cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf hashtagini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumuzu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)


Az İş Çok Laf – Bölüm 19: Komplo teorileri, Definecilik ve Sosyal Antropoloji üzerine – Dr Erol Sağlam (08/07/2021)

Hostlar: Fikri Çiçek (Twitter) ve Mesut Erzurumluoğlu (Twitter|Blog)

Konuk: Dr Erol Sağlam (Google Scholar | İMÜ)

Bu bölümde, Istanbul Medeniyet Üniversitesi’nde çalışan Dr Erol Sağlam’ı ağırladık. Dr Sağlam, doktorasını University of London Birkbeck College’da, Yüksek lisans ve lisans eğitimini de Boğaziçi Üniversitesi’nde tamamladı.

Podcast’te kullanılan terminoloji:

1- Sosyal Antropoloji: İnsan davranışlarının nedenini bulmaya çalışan bir disiplindir (İstanbul Üniversitesi)

2- Epistemoloji (bilgi felsefesi): Bilgiyle ilgilenen bir felsefe dalıdır. Epistemologlar, bilginin doğası (bir konuda nasıl emin olabiliriz?), kaynağı ve kapsamı, epistemolojik gerekçelendirme, inancın rasyonelliğini incelemektedir (Vikipedi)

3- Fact checking: Bir haberi, bilgiyi teyit etmek (örn. Teyit.org | NYT Fact Checks)

4- Satirical news: Gerçek haberleri abartıyla ya da biraz degiştirerek komik hale getiren medya (örn. Zaytung | The Onion)

5- Fake news: Bilerek yalan içerik üreten medya (örn. birçok ülkede hükümete yakın medya)


Erol Hoca’dan film tavsiyesi:

1- The Act of Killing – 2012 (IMDb)


Az İş Çok Laf’dan podcast bölümü tavsiyeleri:

1- Public Anthropologists: Theorising Conspiracies – Dr Erol Saglam, Dr Silvia Posocco, and Daniel Artus (Jul 2021)

2- Az İş Çok Laf – Bölüm 11: Sosyal Antropoloji üzerine – Dr Sertaç Sehlikoğlu (Feb 2021)

3- Az İş Çok Laf – Bölüm 12: Erkeklik, şiddet ve arzu üzerine – Antropolog Dr Sertaç Sehlikoğlu (Feb 2021)

Bizi Twitter‘dan takip edin!

Az İş Çok Laf – Bölüm 20: Yakında! Podcastimizi SpotifyYouTubeApple Podcasts ya da Google Podcasts‘ten takip edin ve arkadaşlarınızla paylaşın!


İntro müzikleri:

The Kiffness – Ievan Polkka ft. Bilal Göregen (Club Remix) – with permission from David Scott (see tweet, dated 21/12/20)
Kemal Sunal’ın ‘Umudumuz Şaban’ filminden bir sahne

Öneri, soru ya da reklam için: coklafazis.podcast@gmail.com

Podcast episode edited by: Mesut Erzurumluoğlu & Fikri Çiçek

Read Full Post »

Figure showing excess ‘all-cause’ mortality in Istanbul (Turkey-wide data currently not available) in 2020 compared to 2015-19 averages – up to and including 30th December. We see a sharp increase in the number of excess deaths from week 11 onwards (i.e. 12th March onwards) – the week when the SARS-CoV-2 outbreak seems to have really took off in Istanbul. Reported number of total COVID-19 deaths on 30th December for Turkey was 20,642 (Reported number of total COVID-19 deaths on 25th October for Istanbul was 3,253 – last update; source: Ministry of Health/Sağlık Bakanlığı). But between 12th March and 30th December, we estimate excess deaths in Istanbul alone to be ~18,180 (NB: excess deaths were ~30 per week between 1st January and 12th March). Our estimate most likely points to either/both (i) an underestimation of deaths directly caused by COVID-19 and/or (ii) excessive deaths indirectly related to the current COVID-19 epidemic in Turkey. Both reasons deserve an extensive investigation by the media.

Important notes: This figure will be updated and shared on my Twitter feed every few weeks until the end of 2020 (the commentary below – posted 25th May 2020 will not be updated). The current (red line) plot finishes on the 52nd ‘week’ (i.e. 7-day interval) of 2020 which corresponds to 30th December, but the figures were updated on the 3rd January 2021 because the data provided by Istanbul Metropolitan Municipality is being updated retrospectively – which stabilises after ~7 days
. Further details on Istanbul’s death figures can be found here (Mayor of Istanbul’s statement and additional analysis carried out by Financial Times’ analysts) – including details about the initial confusion on whether these figures are ‘burials in Istanbul’ or ‘all deaths in Istanbul’. Plot wholly generated using the ggplot2 library in R.


An animation showing how the weekly deaths figures in Istanbul change between 2015 and 2020

Prominent newspapers in Turkey (e.g. Cumhuriyet, BirGün, duvaR, T24 – with >1M followers) have picked up on our analysis (incl. commentaries such as: Sınırlı veri, sınırsız pandemi)

Commentary/discussion (25/05/2020)

Excess ‘all-cause mortality’ (that is, deaths from all causes – not just COVID-19) is probably the most informative statistic when comparing countries as there is no standard in reporting COVID-19 deaths between countries (e.g. differential PCR-based testing accuracy, cause of death coded differently e.g. dying with vs due to COVID-19). Premature deaths are also the ultimate outcome to prevent* and easy to measure – making it less likely to be affected by measurement error. Excess all-cause mortality comparisons have their own caveats when comparing all the countries in the world as many countries aren’t transparent even in this regard (e.g. isolated and/or autocratic countries). However, we can still access reliable data from plenty of developed and developing countries – including cities with relatively autonomous local governments (e.g. Istanbul) in countries known to have ‘transparency’ issues.

All-cause mortality statistics can be very useful for a country/government to analyse how good it is tackling the multi-factorial challenges posed by the epidemic. As is shown in the above figure, analysing excess all-cause mortality will point us to deaths directly and indirectly related to the SARS-CoV-2 epidemic in Turkey. The indirect reasons include (not exhaustive): (i) people being scared to go to hospitals when they should have (and therefore died and not tested), and (ii) when they do, they may not have received the treatment they otherwise would have got due to insufficient number of beds, doctors/nurses.

I really like this figure by the Office of National Statistics (ONS; United Kingdom) as it can be very informative in preventing further unnecessary deaths. An analysis like this can point us to the indirect causes of excess deaths due to the epidemic. For example, there seems to be more people dying of Dementia/Alzheimer disease in England in April 2020 compared to the previous years, thus the causes of this spike should be further looked into (e.g. is it misdiagnosis or due to insufficient treatment?). There also seems to be less dying because of ischaemic heart disease, which probably means some of those who would have died in 2020 because of heart disease died due to COVID-19 – which makes sense as most who have died from COVID-19 were >65 aged men. Turkey (and all countries) should also make this data available. Image source: ons.gov.uk

We should note that (i) 2020’s Istanbul is a relatively less lively city than 2015-19’s Istanbul (e.g. less traffic on the roads and people on the streets) as there have been varying lockdown measures in the last couple of months, and (ii) we do not have access to Turkey-wide data to estimate what the total excess death figure in Turkey is. In our analysis we calculate excess deaths in Istanbul by comparing 2020’s results with 2015-10 averages. So, it is possible that the excess deaths are even higher in Istanbul (and most metropolitan cities around the world). This is something the Turkish government needs to be transparent and open to suggestions/improvement about. They clearly need help but only transparency can ensure that there is minimal unnecessary deaths.

The reasons behind excess deaths and whether the government could have done something about them should also be factored into whether a government is successful or not as very high excess all-cause mortality figures will show that they have tried to tackle this multidimensional problem using narrow-minded approaches. Especially the media need to ask the right questions (e.g. why is Turkey-wide data not available? what are the causes of these excess deaths? what is being done about them? who are advising the Turkish government?).

Aside from current excess deaths, long-term strategies should also be carefully taken – as although current excess deaths maybe low now for some countries (possibly including Turkey – we don’t know for sure), it may end up being as bad as other ‘poorly’ performing countries come the end of 2020 (with the additional ‘double whammy’ of destroying the economy of the country due to stricter lockdown measures). I therefore do not share the view of many academics who are repeatedly calling some countries ‘very successful’ as I think it’s too early to call any country ‘successful’ now. For me, there can only be ‘unsuccessful’ countries at the moment (e.g. Brazil seems to be a clear example of this – unless there are huge changes in policy by the government).

Finally, I value this exercise as I don’t think the media in Turkey is doing a good job of looking into what is causing these additional deaths. I will stop contributing to these analyses once I feel this issue is being properly looked in to by the government and the media**.

I am open to suggestions and criticism regarding these analyses. I am also happy – with appropriate attribution – for anyone to use the figure or the contents of this blog post (including direct Turkish translations).

Thanks for reading!

I’m happy to have contributed to this BBC World article by Becky Dale and Nassos Stylianou

Twitter thread I posted on the 25th May: (I posted my first such tweet on the 20th April)

Footnotes:

*If I was to provide an extreme example just to prove the point, imagine if whole of the UK was infected (e.g. due there were no lockdowns imposed or the lockdowns didn’t work at all, no education of the public regarding the spread) but there was no deaths from COVID-19 in the country because of world-class treatment provided to all those who were hospitalised, then we could safely say that the UK government/country was very successful. And vice-versa, if the total number of cases was only 100,000 in the whole country but all 100,000 died, then we could easily say – although the lockdowns etc. have worked – that government/country did a terrible job of handling the epidemic.

**There is criticism from some of my Turkish followers on why I’m not doing a similar analysis for the UK (my country of residence). However, similar – and better – analyses have been/are being carried out by scientists and the media professionals for the UK. Needless to say, the media, academia/intelligentsia and civil society in the UK is (i) more inquisitive, and (ii) have considerably more ‘know-how’ than their Turkish counterparts.

PS: Turkish version of the figure will appear on Sarkaç’s Twitter page (@sarkac_org) and blog every week – without the above commentary, as this is solely mine and does not necessarily reflect the views of Sarkaç.

PPS: I’m very concerned about a lack of preparation for an impending (large) earthquake in/near Istanbul. Combining this with more people being at home due to the epidemic, I fear the worst. The government and media must get on this matter as soon as possible.

Read Full Post »

Genetik_epidemiyoloji_alani_mesut_erzurumluoglu

Genetik alanının genel olarak alt-dalları. 15-20 yıl önceki “Genetik”le şimdiki genetik çok farklı ve bir sürü alt-dala ayrıldı. Belki de son 10-15 yılda ortaya çıkan Genetik Epidemiyoloji alanında çalışan ve bütün günü bilgisayar başında geçen bir araştırmacı olarak ben de “genetikçi”yim, tüm günü laboratuvarda geçen ve fare genetiği üzerine çalışan bir araştırmacı da. Not: Yazının genetikle ilgili bölümüne geçmek isterseniz direk “Bu girişten sonra asıl meselemiz olan “genetiğin reklamına” dönecek olursak…” diye başlayan kısma geçin.

Türk (ve Britanyalı) bir bilim insanı olarak halkımızın bilimle fazla ilgilenmemesine çok kızıyorum. Hatta akademisyenlerin/araştırmacıların dahi fen bilimleri ve/ya da sosyal bilimlerden çok siyasetle içli-dişli olması beni çıldırtıyor ve ülkem adına ümidimi kaybediyorum. Fakat kendi kendime “bir bilim insanı olarak bunun değişmesi için neler yapıyorum?” diye düşündüğümde haftada bir gün birkaç Türk gence özel fen/matematik/ingilizce dersi vermenin ve sağda-solda gençlere verdiğim konuşmaların dışında fazla birşey aklıma gelmiyor. Bunun üzerine “belki bir-iki kişi okur/çocuklarıyla paylaşır” düşüncesiyle bilimin her türlüsünün, özellikle de genetiğin reklamını yapan bir blog yazısı yazmaya karar verdim. Genel olarak bilim üretmenin önemi üzerine fikirlerimi sunduktan sonra, kendi alanım olan Genetik/Genetik Epidemiyoloji’ye doğru bir geçiş yapacağım. Kendim de nispeten genç ve daha yolun başında olduğum için (yaş 30) sözlerim daha çok lisans öğrencisi ve üniversite-öncesi yaşlardaki arkadaşlara yönelik olacak; hızlıca yazdığımdan daha olgun okurlarım için çiğ bir yazı olarak görünebilir. Ayrıca, istediğimden uzun bir yazı oldu maalesef. Isterseniz sonraki iki paragrafı okumadan direk “Bu girişten sonra asıl meselemiz olan “genetiğin reklamına” dönecek olursak…” diye başlayan kısma geçin.

Belki sıkıcı, yavan ve klişelerle dolu olacak ama önemli gördüğüm bir girişle başlayayım: Tüm gün siyaset, futbol/dizi ve komplo teorileri hakkında konuşan milletlerin, tüm insanlığı geçtim, kendi ülkelerine dahi bir fayda sunmaları imkansız. Bu milletler bir süre ülkenin kendi yeraltı/üstü kaynaklarından faydalanıp, onları tükettikten sonra, her alanda dışa bağımlı olmak zorunda kalırlar. Maalesef, Türkiye de bu konuda epey bir yol kaydetmiş durumda: Teknoloji, tıp ve diğer önemli bilim alanları adına çok birşey üretmediğimizden dolayı, hemen hemen her ilaç, teknoloji ve sistem/bilgiyi dışarıdan ithal ediyoruz. Haliyle belki 5 liraya üretilen elektronik eşya/sistem/ilacı 100 liraya satın alıyoruz. Ayrıca, o kadar para harcamamıza rağmen, “know-how”, yani bir işi düzgün bir şekilde yapabilme ve daha da geliştirebilme özelliğini de kazanamıyoruz. İşler böyle gittiği sürece de ilelebet fahiş fiyatlar ödemek zorunda kalacağız. Devlet insanına ve bilime (research & development) yatırım yapmadığından, ülkenin ekonomik olarak alım gücü zayıfladığı an, büyük krizler kapıdan içeri girecek ve normalden de daha büyük tavizler vermeden, bir sürü maddi-manevi sıkıntı çekilmeden ve on yıllar kaybedilmeden aşılamayacak. Özellikle biriken borçlarla gelecek nesillerin emekleri ve imkanları çalınacak. Bilimin önemine en güzel örnek iki tane dünya savaşı geçirip, ikisinde de düşman tarafından dümdüz edilmiş Almanya’nın nispeten kısa bir sürede kendine gelmesi ve şu anda dunyanın en büyük teknoloji, ilaç ve bilim üreten ülkesi olması – çünkü (dünyanın her yerinden gelmiş) bilim insanlarını baş üstünde tutan bir millet. Tüm dünya ekonomik krizle boğuşsa dahi, kendi başına ayakta kalabilecek belki de tek ülke. Bilim insanlarına atalarının yaptığı hataları analiz ettirdikten sonra, aynı hataları tekrarlamadan yollarına devam etmişler. Hem sosyal olarak, hem de teknolojik olarak gelişmişler. “Bizim atalarımız hata yapmaz” bağnazlığından kurtulup (örnek: Kemalisti de, Islamcısı da, Ulkücüsü de tiksindirici şekilde geri kafalı bu konuda), bu savaşları çıkaran ve ülkeyi her türlü krize sokan nesillere ise lanet okuyorlar. Almanya o günlerde olanlardan dolayı hala bazı ülkelere tazminat ödüyor. Biz de ise başımıza ülke olarak gelen olaylar bilimsel olarak araştırılmadığından tarih hep tekerrür ediyor – hep aynı hatalar, aynı krizler…

bilim_avam_din_mesut_erzurumluoglu

‘Bilimsel tartışma’ ve ‘Avamın tartışması’na basit bir örnek. “Bilimsel tartışma nasıl yapılır?” bilmeyen bir insanın hayata bakışıyla, bilmeyen arasındaki farkı az/çok ortaya koyuyor…

Bunları yazmamın sebebi ise eğer bilim insanı olmanın çok da önemli olmadığını düşünüyorsan, yanıldığını hatırlatmak içindir – her ne kadar da arkadaşlarının hepsi futbolcu olmak istese ya da etrafındaki insanlar tüm gün futbol/dizi hakkında konuşsa da… Bana göre bilim insanları dünyanın en çok ihtiyacı olduğu grup. Büyüdüğünde bakarsın: değerin Türkiye’de anlaşılmazsa, Amerika, Almanya, Ingiltere gibi dünyanın en gelişmiş ülkelerindeki gruplar değerini bilecektir. Gelişmiş dünyada her zaman iş bulabilecek bir insan olacaksın. Hele bir de her akademik grubun ihtiyacı olan bir yeteneğe sahipsen (fen bilimleri için genel bir örnek: ‘big data’ analiz/data science, sağlam istatistik bilgisi). Bu fırsatı başka hiçbir iş alanında kolay kolay bulamazsın. Ayrıca dünyaya ve hayata karşı bakışın ise çoğu insandan daha farklı ve kapsamlı olacak. Bu ise bana göre bir insanda paha biçilmez bir özellik. Hayatta sadece bilim insanlarının gördügü düzen ve desenler var ve bunların en azından bir kısmını görmeden ömür tüketmek çok büyük bir kayıp. Bu konuyu önceden paylaştığım Entelektüeller neden sevilmezler?, Din, bilim ve bilim adamları ve Duya duya gına geldi arkadaş gibi yazılarıma havale ediyorum. Özetle, ileride bir “bilim insanı” olmanızı tavsiye ediyorum.

dna-ve-genetik-kod-konu-anlatimi-8-sinif-fen5-1

Bir insanda 50-100 trilyon (100,000,000,000,000) hücre var (bunların %90’ı bakteri) ve inanılmaz bir şekilde, bir ignenin ucundan bile onlarca kat küçük olan (insan) hücrelerinin her birinin içinde yaklaşık 2 metre uzunluğunda DNA bulunuyor. Image source: fenogretmeni.net

Bu girişten sonra asıl meselemiz olan “genetiğin reklamına” dönecek olursak: ben çocukken genetik “geleceğin mesleği”ydi. İşin garibi şu anda da geleceğin meslekleri arasında yer alıyor. Fakat ufak bir farkla: ben çocukken, “çocukken” dediğim de daha 15 sene öncesi, genetik alanı çok genel olarak “insan genetiği/klinik genetik”, “model organizma ve hayvan/bitki genetiği” ve “adli genetik” olarak üçe ayrılıyordu ve çoğunlukla genetik denince akla beyaz önlüklü, laboratuvarda çalışan ve ufak tüplerde bazı sıvılar karıştırıp bunları değişik jellere yerleştiren insanlar akla geliyordu. Şimdi ise laboratuvarda çalışan insanlar hala olsa da, artık genel olarak laboratuvardaki işler kolaylaştığından, beyinden daha çok el mahareti önemli hale geldi ve tabir-i caizse, bu tarz “ayak işlerini” çoğunlukla akademisyen/araştırmacı olmayan “teknisyen”ler yapıyor. Akademisyenler/araştırmacılar ise asıl beyin gerektiren işlerle uğraşıyorlar ve her işlerini artık bilgisayarda hallediyorlar. Örneğin ben DNA fingerprinting’in (DNA parmak izinin) bulunduğu Leicester Üniversitesi’nde Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) üzerine çalışan bir Genetik Epidemiyologum ve kariyerim boyunca, doktora projemin ufak bir bölümü dışında hiç laboratuvarda çalışmadım – laboratuvarda çalışmayı da hiç sevmedim. Şu anda bir araştırma görevlisi (Postdoctoral Research Associate) olarak günlük işim yüzbinlerce insanın genetik (kişi başı milyonlarca mutasyona/genetik varyanta tekabül ediyor) ve (kişinin yaş, cinsiyet, sigara içip-içmediği gibi) fenotipik datasını “süper bilgisayar”ları kullanarak istatistiki olarak analiz etmek. Bu sayede insanları KOAH’a meyilli hale getiren genleri ve varyantları tespit etmeye ve bulduğumuz genlerin arasından biri “bir KOAH ilacına netice verir mi?” diye araştırmaya çalışıyoruz. Ayrıca yaptığımız analizlerden ne çıkacağı belli olmadığı için her sabah işe kalktığımda “ya Hu yine mi iş?” diye iç geçirmiyorum. Bir buluş yaptığımız zaman ileride insanlara bir ilaç olarak dönebileceğini düşünmek ise insanı manevi olarak mutlu ediyor. Genetik Epidemiyoloji alanı, diger alanlar gibi, çok hızlı ilerlediğinden belki her hafta ses getiren bir makale çıkıyor ve onları okuyunca insanın içi açılıyor ve geleceğe dair bazı hastalıkların tamamen tedavi edilebilmesi adına umudu artıyor.

mesut_erzurumluoglu_circos_plot_manhattan_gwas_lung_function

Bir ‘Circos’ çizimi (Circos plot). Teknik detaylara fazla girmeden, bu çizimde genomumuzda hangi bölgelerin KOAH tanısı için kullanılan FEV1, FVC ve FEV1/FVC’yle istatistiki olarak korelasyon gösterdigini görebiliyoruz. Çizimde bulunan her nokta – milyonlarca var – DNA’mızda bir varyanta tekabül ediyor ve noktalar yüksekse, orada bulunan genlere (isimleri dış dairede) sonraki araştırmalarımızda öncelik veriyoruz.

Bunları anlatmamın sebebi ise, diyelimki, lisede notların iyi ve üniversitede genetiği kazanma hakkı kazandın ama “kariyer olarak genetiği sevecek misin?” tam bilmiyorsun. Şimdiden sana seveceğini söyleyebilirim. Çünkü ilk figürde de göreceğin gibi genetik o kadar büyük bir alana dönüştüki Avrupa ve Amerika’da artık birçok üniversitenin Genetik departmanı Biyoloji departmanından ayrı. “Saf genetik” diye bir alan artık yok denebilir – çünkü genetiğin bir sürü birbirinden çok uzak alt-dalı (sub-field) oluştu. Bu yüzden ben de “genetikçiyim” dediğimde aslında işin kolayına kaçıyorum demektir. Genetik alanını bilen birisi bana “tamam da; genetikte hangi alandasın?” diye sorar çünkü başka bir “genetikçi”yle çok farklı konuları çalışıyor, çok farklı teknikler kullanıyor olabiliriz. Bu yüzden genetiği seçtikten sonra kendi kendine düşünmeli ve şimdi sıralayacağım alt-dallardan birine doğru ilerlemelisin:

  1. Eğer, daha çok çocuk yaştayken ortaya çıkan, Kistik fibroz (Cystic fibrosis) ve Akdeniz atesi (Mediterranean fever) gibi 100% genetik hastalıklar üzerine çalışmalar yürütmek istersen Klinik Genetik* (Clinical Genetics) alanını düşünebilirsin;
  2. Benim şimdi yaptığım gibi kanser, diyabet, obezite, KOAH gibi daha kompleks (hem genetik, hem sigara/alkol/hava kirliliği gibi çevresel etkenlerin önemli olduğu) hastalıkları çalışmak ve potansiyel olarak milyonlarca insanın hayatına katkı sağlama fikri hoşuna gidiyorsa Genetik Epidemiyoloji;
  3. CSI (Crime Scene Investigation) dizisindeki gibi cinayetlerin çözümünde yer almak istiyorsan Adli genetik (Forensic genetics);
  4. İnsanlık tarihini etkileyen eski caglardaki büyük savaşlar, göçler gibi olayları genetik ve tarihsel olarak çalışmak istiyorsan Popülasyon genetiği (Population genetics);
  5. İnsanlar üzerinde genetik deneylere izin verilmediği için insanlardaki bazı gen/protein/biological pathway’lerin üzerine çalışmak adına (insana genetik olarak en cok benzeyen hayvanlar olan) maymun, (fizyolojik olarak insanlara çok benzedikleri ve maymunlar üzerinde calışmaya nazaran daha ucuz ve etiksel oldukları için) fare/sıçan (murine), yuvarlak kurt (nematode), sirkesineği (Drosophila melanogaster) ya da zebrabalığı (developmental biology/gelişim biyolojisi) genetiği;
  6. Bakteriler ve menenjit gibi bakteriyel enfeksiyonları çalışma adına Bakteri genetiği (Bacterial genetics);
  7. Virüsler ve grip virüsü gibi virüslerle ilgili enfeksiyonlarını çalışma adına Virüs genetiği (Viral genetics);
  8. Mantarlar ve kandidiaz gibi enfeksiyonları çalışma adına Mantar genetiği (Fungal genetics);
  9. Bitkiler üzerine çalışmak ve/ya da insan nüfusu arttığı için ileride yemek bulmanın problem olmaması adına bitkilerin verimliliğini arttırmak istiyorsan Bitki genetiği (Plant genetics);
  10. Eski canlılar üzerine çalışmalar yürütmek istersen Paleogenetik (Palaeogenomics);
  11. Canlıların evrimi üzerine çalışmak istersen (ilk figürde olmayan) Evrimsel genetik (Evolutionary genetics)
  12. Çok büyük genetik dataların en iyi şekilde analiz edilmesini ve anlaşılmasını kolaylaştırmak istersen Biyoistatistik (Biostatistics) ya da
  13. Biyoenformatik (Bioinformatics)

alanlarında çalışabilirsin. Ayrıca, yeni dönemde (büyük ihtimalle bu sistemi bulanlara Nobel kazandıracak) CRISPR-Cas9 tekniğiyle insan genlerini dahi editlemeye/düzenlemeye başlayacaklar ve bir sürü hastalığı meydana getiren mutasyonları insanların genomlarından silecekler. Klonlamadan, kök hücre teknolojilerinden, gen terapilerinden, epigenetikten vs. hiç bahsetmedim bile. Yukarıda bahsettiğim her alt-dalda inanılmaz gelişmeler oluyor ve bu yüzden bana göre genetik alanı içinde her tür insanın beğeneceği bir alt-alan bulunabilir. Bulamıyorsan, iyi araştırmıyorsun demektir.

Bu yazımda “genetikçi” (aslında genetik epidemiyolog) olduğum için genetiğin alt-dalları üzerine detaylar verdim ve reklamını yaptım ama yukarıda söylediklerim artık birçok sosyal bilim ve fen bilimi için de geçerli**. Fakat büyük devletler genetik ve biyokimya alanına çok büyük paralar akıttığı için iş ve çalışacak proje bulma sıkıntısı çekmeyeceksiniz.

Umarım biraz fedakarlık yapıp, bilim insanı olmaya karar verirsiniz; çünkü halkımızın siyasetin kısır döngüsünden kurtulmasını bana göre ancak bilim insanları ve entelektüeller sağlayabilir. Ama binde birlerden yüzde birlere çıkması ve onlara karşı bakış açısının değişmesi ve önemlerinin artması lazım. Tabi genetik alanına girmeye karar verirseniz ekstradan mutlu olurum. Umuyorumki fikir dünyanızın gelişmesiyle doğrudan etrafınızdaki insanlara ve öğrencilerinize; yazdığınız kaliteli makalelerle ise tüm insanlığa faydanız dokunacak.

Gelecek sorulara vs. göre bu tarz yazıları yazmaya devam etmek istiyorum. Okuduğunuz için teşekkür ederim.

DNA by the numbers_Life_Technologies

DNA’yla ilgili ilginç anektodlar (‘DNA by the numbers’ by Life Technologies)

*Doktoramda Suudi Arabistan’daki akraba evlilikleri üzerine çalışmıştım ve yaptığım çalışmalar daha çok Klinik genetik alanına katkı sağlamıştı. Şimdi ise Genetik Epidemiyoji alanındayım. Makalelerime Google Scholar hesabımdan bakabilirsiniz.

**Biyoloji, Bilgisayar mühendisliği, Kimya, Fizik ve Matematik’le ilgili (ingilizce) videolar için tıklayınız.

epidemic-emerging_threats_nature_hiv_ebola

Epidemik haline gelebilecek hastalıklar. Bunların herhangi birine çare buldugumuz vakit, milyonlarca insanın hayatını kurtarmış olacagız. (‘Emerging Threats’ graphic by Nature. Source URL: http://www.nature.com/news/how-to-beat-the-next-ebola-1.18114)

PS: Genetik Epidemiyoloji alanında grup olarak yaptığımız araştırmaları özetleyen bir (ingilizce) yazım için tıklayın: Searching for “Breathtaking” genes. Literally! (Jun 2016)

Read Full Post »

FfA_freedom_for_academia_report_2017_figure_1
Research outputs of Turkey-based academics in relation to the previous year. This Freedom for Academia (FfA) study identified a significant reduction (11.5% on average) in the research output of Turkey-based academics in 2017 compared to 2016. When the average increase of 6.7% per year observed in the research output of Turkey-based academics between 2008 and 2015 is taken into account, this translates to a decrease of over 7,000 papers than the expected figure in 2017 in journals indexed by SCOPUS – a bibliographic database of peer-reviewed literature. Image Source: freedomforacademia.org

Freedom for Academia (website), a group consisting of (incl. myself) “British and Turkish academics/researchers who are willing to lend a helping hand to our colleagues and bring the struggles that they face to the attention of the public and academic circles”, has just published an ‘Annual report 2017’ on the effects of the AKP government’s large-scale purges on the research output of Turkey-based academics, titled:

7,000 papers gone missing: the short-term effects of the large-scale purges carried out by the AKP government on the research output of Turkey-based academics

(click here to access full article with photos, or ‘print friendly’ version from here)

I gave an interview to Santiago Moreno of Chemistry World regarding this report (Source: Turkish crackdown takes toll on academic output. Aug 2017. Chemistry World)

Firstly, as a Turkish citizen living in the UK – who loves his country of origin (also a proud British citizen), I am heartbroken, disappointed and terrified, all at the same time, with what has been going on in Turkey for some time now. Within the last 18 months or so, thousands of academics – as well as tens of thousands of other civil servants – have lost their jobs due to decrees issued by the Turkish government. None of them have been told how they are linked to the “15th July 2016 coup attempt” and what their crime (by international standards) was.

FfA_freedom_for_academia_report_2017_figure_2
The percentage change in research outputs of 12 Turkish universities in relation to the previous year

These large-scale sackings have undoubtedly had an impact on the state of Turkey-based research and academia. The report tries to quantify the relative decreases in the research output of Turkey-based academics in different academic fields, and speculates on the causal factors. They find, on average, a ~12% decrease in the research output of Turkey-based academics in 2017. They also identified substantial decreases in the research outputs of some of Turkey’s top universities such as Bilkent (-9%), Hacettepe (-11%) and Gazi (-20%) in 2017 compared to 2016. Both Süleyman Demirel University and Pamukkale University, which lost nearly 200 academics each to governmental decrees issued by the AKP government, showed nearly a 30% decrease in 2017 compared to 2016.

I believe, a decrease in the number of publications is just one of the ways academia in Turkey has been affected overall. Turkey/Turkish academia wasn’t a place/group necessarily known for its work/scientific ethic and any ethics that was present before these large-scale dismissals has now definitely disappeared as the posts left by the dismissed academics is being filled by cronies (as I had stated in my Chemistry World interview in August 2017). These cronies are then going to hire individuals who are not necessarily good scientists but good bootlickers like themselves, and even if everything became relatively ‘normal’ (e.g. state of emergency lifted, academics in prison are acquitted) today, it would still take tens of years to change the academic circles that have been poisoned because of nepotism/cronyism, governmental suppression and political factionalism. In fact, academics in Turkey are so divided that not many cared when over eight thousand of their colleagues were dismissed as “members of a terrorist organisation”, as they did not belong to their ‘creed’ (e.g. to their ‘Kemalist’ or ‘Nationalist’ or ‘Islamist’ or ‘Pro-Kurdish’ groups). I try and follow many Turkey-based academics, and unfortunately, I barely see them talk about anything other than political issues – not on scientific and/or social advancements as academics/intellectuals should be doing. I tried to make my point in a short letter I wrote to Nature and in a (longer) blog post: Blame anyone but the government (Mar 2017).

Finally, I agree with the conclusions of the report that the sharp decrease of ~18%* in the research outputs of Turkey-based academics in relation to the expected 2017 figures is likely to be due to a combination of factors, especially psychological stresses endured by academics; and not just due to the absolute number of the purged academics (~6% of total), as outlined in the discussion section of the report.

*6.5% average increase every year between 2012 and 2016 + 11.5% decrease in 2017 figures compared to 2016 figures

References

1- FfA contributors. FfA Annual Report 2017. URL: http://www.freedomforacademia.org/ffa-annual-report-2017/. DOI: 10.13140/RG.2.2.16386.02244. Date accessed: 01/03/2018

2- Moreno, SS. Turkish crackdown takes toll on academic output. Chemistry World. 4 Aug 2017. URL: https://www.chemistryworld.com/news/turkish-crackdown-takes-toll-on-academic-output/3007804.article. Date accessed: 01/03/2018

3- Erzurumluoglu, A. Listen to accused Turkish scientists. Nature 543, 491 (2017). https://doi.org/10.1038/543491c

PS: To view a collection of my previous comments about the subject matter, please see my June 2017 post: Effects of the AKP government’s purges on the research output of Turkey-based academics (Jun 2017)

Read Full Post »

Noam_Chomsky_portrait_2015

Günümüzden (dünyaca ünlü) Chomsky, Hawking, Dawkins ve (bizden örnek) Ahmet Altan (birazda Ilber Ortaylı), eskilerden ise Newton, Einstein, Nietzsche, Descartes, Zola, İbn Rüşd, Freud, Kant, Camus, Sartre, Orwell, Russell, Marx gibi insanlar, fikirlerine/teorilerine katılalım-katılmayalım, gerçek entelektüellerdir. (NB: Listeyi bilerek uzun tuttum; kendime göre her türden entelektüele örnek vermek için)

“And those who were seen dancing were thought to be insane by those who could not hear the music” (Nietzsche) – Türkçe tercümesi aşağı-yukarı: Ve müziği duymayanlar, dans edenleri deli sanıyordu. Bana göre entelektüel/alim/üst düzey akademisyenlerin onları eleştiren/aşagılayan cahillere karşı durumunu açıklayan en güzel cümle. Hikmet/hakikat dolu.

 

Kendime göre (sıkıcı olsa da) genel bir çerçeve çizerek başlayayım: Entelektüel insanlar (aydınlar) normal halka nazaran çok akıllıdırlar. Hatta birçogu dahidir. Fakat birçok insanın aksine bu deha/akıllarını kurnazlıga ya da para/pul kazanmak için degil, ilim/bilim/kültür ögrenmeye harcarlar. Bundan dolayı çok okur – her türden (özellikle Felsefe) kitabı okur, konuyu araştırırlar*, ve gezerler; dünyadan her tür millet/kültür/insanla tanışmayı önemserler. Fakat konumuzla ilgili olarak, bu saydıgım özellikler (genel olarak) başkaları için sorun teşkil etmez. Entelektüellerin bunlarla beraber bulunan başka haslet/karakterleri de vardır – ve asıl bunlardır çogu kez onları (genel olarak) halk nazarında pek sevecen bir konumda bulunmalarına mani olan (NB: burada suç halkın/diger insanların, entelektüel insanların degil). Entelektüellerin bu özelliklerini kendi çapım ve gözlemlerime göre aşagıda (karışık-kuruşuk bir şekilde) sıralayacagım:

  • Entelektüeller öncelikle çok meraklı ve sorgulayıcıdırlar. Açık görüşlü olduklarından, genelde insanların tabu gördügü, konuşmaktan/sorgulamaktan korktugu konuları araştırmaya özel vakit ayırırlar. Başkalarının aklına dahi gelmeyen soruları düşünüp, bunların üzerine günlerce/aylarca kafa yorabilirler. Bu da dar görüşlü insanların hoşuna gitmez. Hayatlarını üzerine kurdukları saman çöpünden temelleri yıkma tehlikesi oldugundan, sorgulayıcı insanlar her zaman ‘problem’ teşkil eder bu insanlar için. Küfrün, şiddetin, cehaletin pohpohlandıgı bir ortam da varsa, bu insanlar için bir cennete döner o ülke. Tarihte birçok aydın/entelektüel ya ülkelerinde çok sıkıntı çekmiştir ve/ya da ülkelerinden ayrılmak zorunda bırakılmışlardır.
  • Entelektüel geçinenle gerçekten entelektüel olanlar yan yana geldiklerinde aralarındaki görgü/bilgi/kalite farkı hemen ortaya çıkar. Evvelki tipler bunu iyi bildiklerinden, entelektüellerle yanyana/karşı-karşıya gelmekten korkarlar ve etrafına toplananları da (kötüleyerek) bu insanlardan uzak tutmaya çalışırlar. Bilgili/entelektüel insanlar kadar başkalarının haset damarını azdıran/çatlatan ikinci bir insan tipi yoktur. Bunu para, mal/mülk, şan/şöhretle dahi başaramazsınız. Okuyup/araştırıp/farklı yerleri gezip, kendini devamlı geliştiren birisi bir sene önceki haliyle dahi büyük farklılıklar gösterir. Bunları yapmayan ise 20 yaşında nasıl birisiyse 50 yaşında da aşagı-yukarı aynı insandır. Aynı hata/yanlışları tekrar eder.
  • Hiç bir konuda kolay kolay kesin konuşmazlar. Olayları sadece siyah ve beyaz olarak görmezler ve hayatta gri hatların çok fazla bulundugunu bilirler. Ornegin aşırı-sag medya ve halkın önemli bir kısmından gelen o kadar baskıya ragmen ve kendileri ateist ya da başka bir dine mensup olsalar dahi “müslümanlar” ve “terörist” kelimelerini yanyana getiren bir entelektüel görmezsiniz. Cünkü olayın dinden/inançtan çok fakirlik, cehalet, savaş, hukuk/adalet yoksunlugu gibi diger faktörlerden etkilendigini bilirler. Bilmeyen ise fikrini beyan etmeden önce araştırıp, ögrenir.

Hayatta çogu (sosyolojik, biyolojik, psikolojik) olgunun kompleks oldugunu kavrayan bir insan, hiç bir kavrama “siyah” ya da “beyaz” diye bakmaz. Siyah-beyaz bakanları bir defa kandırmanız yeterli olacaktır; ve özellikle popülist liderler bunu çok iyi anlamışlardır ve (tabiri caizse) “mallarını iyi bilirler”. Ornegin “vatan elden gidiyor”, “ben gidersem başınıza kafirler/Ermeniler gelir”, “ezanlarımızın susturulmasına izin vermeyin”, “müslüman kardeşlerimize sahip çıkacagız”, “vatan hainleri hep okumuşların arasından çıkıyor” gibi basit/içi boş argümanlar, bizim halkımız gibi dini istismara çok açık, yıllarca ezilmiş ve ezik hale getirilmiş, devamlı “eski günler”in geleceginden korkan ve günü kurtarmaya bakan toplumlarda çok etkilidir. “Öteki”nin “siyah” olduguna bir defa inandırırsan ve halkı bu konuda kandırırsan, ömür boyu kazanırsın – ta ki başkası çıkıp bir gün senin “siyah” oldugunu gösterene dek. Oysa kompleks düşünebilen ve analiz yetenegi yüksek olan toplumlar/kişileri kandırmak (ya da ikna etmek) için daha yaratıcı argümanlara, somut başarılara ve transparanlıga ihtiyaç vardır. Bu da popülizm ve “ver mehteri/gazı” metodu ile işini yürütenlerin hoşuna gitmez.

  • Duygusal davranmazlar. Her daim akl-ı selim davranırlar. Bu da hemen-anında, (aşırı sagcılar ve dinciler gibi) ikna etmeden bir sonuca varmak isteyenleri çıldırtır. Örnegin Anadolu’da I. Dünya Savaşı sırasında devlet eliyle yapılan Ermeni katliamına karşılık “ama Ermeniler de bize saldırmış” denince, “Ha; tamam o zaman!” demezler. “Tamam haklı olabilirsin ama once bir anlat bakalım: Spesifik olarak kim kime, nerede, nasıl saldırmış? Bu saldırılara karşılık yapılan operasyonlarda öldürülen/sürülen Ermeniler aynı insanlar mı? Somut belgelerin var mı?” cevabı karşısındakini zor durumda bırakabiliyor.
  • Cogu zaman, örnegin bir tartışma oldugunda, iki “taraf”ın da istedigi cevabı vermezler. Dosta da “acı” (gerçekleri) söylerler; (danışan) tanımadıkları insanlara da. Kendilerini begendirme (“insanlar beni sevsin”) gibi bir dertleri yoktur. Belki de entelektüel potansiyeline sahip insanların en büyük trajedisi, cahillere kendini begendirme sevdasıdır. En samimi arkadaşları/aile/akrabaları dahi bir bilgi getirdiginde sorgularlar. Bazen “belki masumdur” diye “şeytanın avukatlıgı”nı dahi yapmaya hazırdırlar. Çünkü o kişinin/grubun ‘şeytan’ olup olmadıgı elde olan bilgiyle 100% kesinleşmemiştir. Ayrıca şeytanlaştırılanların çogu zaman ‘sesini duyuramayanlar’ ve/ya ‘ezilenler’den olduklarını bilirler – tarihte de çok örnekleri vardır çünkü. Bu da kendilerini halk (ve tanışları) nazarında popüler yapmaz; hatta belki kendilerinin dahi bu ‘şeytani’ grupların ‘sempatizan’ı olarak yaftalanmalarına yol açabilir.
  • Bir işi/projeyi analiz ederken somut kavram/kriterler üzerinden degerlendirirler. Bu da işlerini “ver mehteri/gazı” metoduyla ilerletenlerin hoşuna gitmez. Fakat halk çogu zaman bu tiplere daha çok kıymet verir – çünkü duymak istediklerini söylerler. Kahvehanelerde atıp-tutan adamlardan tutun, devletin en yüksek yerlerini (liyakati olmadıgı halde) işgal eden milletvekillerine kadar hayatın her alanındaki popülistlerin “kuru sıkı” argümanlarını hemen çürütürler. Diger insanlar gibi onların büyülerinden etkilenmezler. Bu da onların düşman görünmesi için yeterlidir, çünkü olaylara futbol takımı tutar gibi bakmazlar.
  • Dedikodu ve teyit edilmemiş bilgilere kafa yormazlar. Istedikleri cevapları alamadıkları için dedikoducu insanlar da zaten bu insanlardan uzak dururlar. Hatta kurdukları dedikodu halkalarında kötülerler…
  • Standartları yüksek oldugu için başkalarının çok memnun oldugu proje/durum/halleri dahi eleştirebilirler. Kolay kolay memnun edemezsiniz. Cünkü gozleri hep “potansiyel olarak ne yapılabilir?”dedir. “Büyük” resmi gördugunu herkes iddia eder/ediyor ama çok yönlü olmadan, her türden alanda araştırma yapmadan konuşan insanlarınki sadece lafta kalır. Bu da yaptıgı ufak işler için büyük (ve sürekli) övgü bekleyen ve eleştiriye gelemeyen insanların hoşuna gitmiyor.
  • Yaptıkları (büyük) iyilikleri (dahi) kimseye anlatmazlar. Etraflarında onları sevmeyen/haset eden insanlar ise anca dedikodularını yaparlar: “kimseye faydası dokunmuyor ama oturdugu yerden herkesi eleştiriyor.”
  • Herşeyden önemlisi entelektüel insanların bir duruşu vardır ve bunu hiç birşeye karşılık, hiçbir şartta degiştirmezler. Para/şan/şöhretle satın alınamazlar. Bundan dolayı hürdürler ve çıkar çatışmaları (conflict of interest) yoktur. Fikirleri için kimseye hesap vermek zorunda hissetmezler ve fikirlerini istedikleri gibi söylerler.
  • Bir konuda fikir beyan etmeleri ya da şimşekleri uzerlerine çekmeleri için başlarına birşey gelmek zorunda degildir. Durduk yere başlarını belaya soktukları çok olur. Ornegin (en geniş manasıyla – LGBT gruplarından tutun, müslümanlara kadar) mazlum/ezilmiş gördükleri insanları/grupları savunurlar ve bu devlet “büyük”lerinin ve takipçilerinin hoşuna gitmez – onları savunmaları için kendilerinin de mazlum olmalarına gerek yoktur (belki de onları başkalarından ayıran en önemli özellik bana göre), çünkü entelektüel bir sorumlulukları (intellectual responsibility) oldugunu bilirler. Emile Zola ve Alfred Dreyfus olayı buna çok güzel bir örnektir. Durduk yere tüm Fransa’yı karşısına almıştır.
  • Hiciv yapma yetenekleri (ve espri kabiliyetleri) çok yüksektir. Yazdıkları, eleştirdikleri insanların hoşuna gitmemesinin yanı sıra, belli bir seviyenin üstünde oldugundan birçok insan da ne söylemek istediklerini anlamayıp, negatif tavır takınabiliyor.
  • Makam dertleri yoktur. En iyi yerleri hak etseler de hiçbir bir makama talip olmazlar. Fakat o makamlarda oturanlar (ya da gözü olanlar) kesinlikle “bu adam/kadın benden daha fazla hak ediyor” deyip yerlerini bırakmazlar.
  • Bazıları çok sıkıntı çekmiş olmalarına ve geldikleri yerlere kolay gelmemelerine ragmen, ezik degildirler. Bundan dolayı ezik insanların hemen hemen hepsinde bulunan haset gibi hastalıkların damlası dahi yoktur (konuyla ilgili Eziklik semptomatolojisi isimli yazıma göz atabilirsiniz).
  • (Cok akıllı oldukları ve) Kelime dagarcıkları çok zengin oldugu için söylediklerinin/yazdıklarının anlaşılması birçok insana zor gelebiliyor. Başkalarının kendilerini anlaması için seviyelerini düşürme gibi bir dertleri de olmadıgından, bu insanları irite edebiliyor. Bazı (hasid) insanlar için ise bu neden dahi onları aşagı çekmek için yeterli: kendilerine karşı “kendini begenmiş/birşey sanıyor”, “burnundan kıl aldırmıyor”, “halktan degil/halkı anlamıyor”, “sanki kansere çare bulmuş gibi konuşuyor” gibi cümleleri çok kullanırlar.

Bu sebeplerden dolayı (genel olarak) insanlar entelektüelleri sevmez/sallamaz ve degerleri çogu zaman hayattayken bilinmez. Cogunluk onların hakkını vermek istemez. Öldükten sonra kıymeti bilinenler dahi çok azdır. “Sen nerden biliyorsun?” diyorsanız, “entelektüel” ya da “entelektüel gibi” diyebilecegim arkadaş ve Hocalarım oldu – ve onları gözlemledim kendi çapıma göre.

 

*Ilk başta saydıgım özellikler birçok akademisyende de vardır. Fakat çogu akademisyen entelektüel degildir – özellikle bizim ülkemiz gibi entelektüel kültürün oluşmamış/oturmamış oldugu ve popülistligin hala çok ekmek yedirdigi ülkelerde yetişenler. Bu yüzden müslüman entelektüellerin sayısı Batı’ya nazaran oldukça azdır. Ingiliz milleti bu konuda çok güzel bir örnektir; ve çogu Ingiliz akademisyen en azından “entelektüel gibi”dir. Yukarıda saydıgım birçok özelligi barındırırlar.

 

PS: Entelektüeller güzel sanatlar ve müzikle de çok ilgilidirler. Fakat konumuzla ilgili olmadıgı için yukarıda belirtmedim.

PPS: Konunun başlıgı Brexit referandum (2016) oylamasından önce (popülist) Ingiltere Adalet Bakanı Michael Gove’un “people in this country have had enough of experts” demesinden etkilenerek ortaya çıkmıştır. Bizde de bu tarz popülist söylemler çok sık kullanılır ve maalesef halkın hiçte azımsanmayacak bir kısmından itibar görür. Maalesef Ingiliz milletinin içinde de Ilber Ortaylı’nın deyimiyle (TR’ye göre nispeten daha az olsa da) **”kasabalı” ya da Marx’ın deyimiyle ***”lümpen” diye tabir edebilecegimiz ciddi bir topluluk var; ve bu tarz sözler onlarda da makes bulmaktadır. Brexit’in (ve dünyada buna benzer diger duygusal ama mantıksız kararlardaki) en büyük sebeplerinden birisi de bu insanlardır. Bu iki tip insan grubunun kesin ve keskin inanışları vardır. Senin de onlar gibi yaşamanı beklerler; ve kendi kriterlerine göre hakkında hüküm verirler (“agzinin payini” verirler). Entelektüel insanlar ise bu tipler tarafından sevilme/sayılmayı hiç önemsemedigi ve onlar gibi yaşamadıgı için her türlü ithama maruz kalabilirler (e.g. vatan haini, okumuş ama adam olamamış, boş işlerle ugraşan tipler)

 

**Hiçbir entelektüel birikimi ya da kayda deger zirai/ekonomik/sanatsal üretimi olmadıgı (hatta dogru-düzgün bir CV’si dahi olmadıgı halde) gözü devlete “kapak atıp”, memurluk ve/ya da önemli makamlarda olan tipler

***TDK’ya göre: içinde bulunduğu toplumun kültürüne yabancı düşen, sözde bilgili tutum ve davranışlarıyla itici olan; mensup olduğu sınıfın insanlarından kendini üstün göstermeye çalışan, bu yolda itici tavır ve tutum sergileyen, büyük bölümü işçi sınıfından (ya da ayak takımı tiplerden) oluşmuş insanlar. Bunlara iyi bir örnek sonradan görme siyasal islamcılardır.

Read Full Post »

AKP_KHK_academic_ffa_report_1_june_2017
Research outputs of Turkey-based academics in relation to the previous year. Image from Freedom for Academia website

Freedom for Academia, a group consisting of “British and Turkish academics/researchers who are willing to lend a helping hand to our colleagues and bring these injustices to the attention of the public and academic circles”, has just published a report on the effects of the AKP government’s purges on the research output of Turkey-based academics, titled: The short-term effects of the large-scale purges carried out by the AKP government on the research output of Turkey-based academics  (click to see full article on a new page).

Firstly, as a Turkish citizen living in the UK (also a proud British citizen), I am heartbroken, disappointed and terrified, all at the same time, with what is going on in Turkey at the moment. Within the last 10 months or so, thousands of academics – as well as tens of thousands of other civil servants – have lost their jobs due to decrees issued by the Turkish government. None of them have been told how they are linked to the “15th July 2016 coup attempt” and what their crime (by international standards) was.

These large-scale sackings have undoubtedly had an impact on the state of Turkey-based research and academia. The report tries to quantify the relative decreases in the research output of Turkey-based academics in different academic fields, and speculates on the causal factors. They find, on average, a ~30% decrease in the research output of Turkey-based academics in 2017 – likely to be an underestimate because of the extrapolation method used (i.e. if there is a downward trajectory in the research outputs of Turkey-based academics – which there clearly is – then multiplying the cumulative figure on the 31st May 2017 by two is going to overestimate the 2017 figures).

Finally, I agree with the conclusions that the sharp decrease in the research outputs of Turkey-based academics in relation to the 2016 figures is likely to be due to a combination of factors, especially psychological stresses endured by academics; and not just due to the absolute number of the purged academics, as outlined in the discussion section of the report.

Addition to post (04/08/17): I gave an interview to Santiago Saez of Chemistry World and shared my views on the struggles academics in Turkey face: Turkish crackdown takes toll on academic output. You can also read my views on the mass-scale purges in my Blame anyone but the government post.

PS: Myself and Dr Firat Batmaz from Loughborough University were invited by Dr. Ismail Sezgin to give two interviews (one in English and one in Turkish) on this report and share our thoughts on the state of Turkey-based academia. You can view these below:

I gave an interview to Santiago Moreno of Chemistry World regarding this report (Source: Turkish crackdown takes toll on academic output. Aug 2017. Chemistry World)

Addition to blog (08/08/2019) – a crude analysis for 2018:

Read Full Post »

UK-regional-map-562x790
Birleşik Krallık (United Kingdom, UK) Ingiltere (England), Galler (Wales), Iskoçya (Scotland) ve Kuzey Irlanda (Northern Ireland)’dan oluşur. Büyük Britanya (Great Britain) ise Ingiltere, Iskoçya ve Galler’den oluşur. (Not: Spesifik sorusu olanlar bana Twitter ya da emailden ulaşabilirler)

Britanya/Ingiltere’de uzun yıllar yaşamış, bu ülkenin sisteminde yetişmiş ve nispeten başarılı olmuş bir birey olarak bana bu ülkenin egitim sistemi ve yaşam koşullarıyla ilgili çok soru soruluyor. Buralara gelen birçok arkadaşımız da psikolojik ve maddi sorunlarla boguşabiliyor, ya da vize, ingilizce ogrenememe, ingiliz kültürüne alışamama (Ingiliz kültürüne dair gözlemlerim adlı yazıma bakabilirsiniz bu konuda), doktoraları ile ilgili sorunlar yaşayabiliyorlar.

İlginizi çekebilecek bir bilgisel – İngiltere’de “Home fee” okumak için verdiğim mücadeleyle ilgili…

Bir nebze yardımcı olur ümidiyle bana sıkça sorulan soruları burada (oldugu gibi, fazla düzenlemeden) paylaşacagım. Sorunuz burada cevaplanmamışsa, lütfen bana buradan (en altta ‘comment’ atma bolümü var) ya da m.erz@hotmail.com’dan ulaşın; yardımcı olmaya calışayım:

İngiltere’de Doktora/PhD öğrencisiyim. Yakında birinci yıl APG (Advanced Postgraduate Assessment*)’m var. Ne önerirsiniz?

Öncelikle bir Doktora/PhD öğrencisi olduğunuzu unutmayın. PhD, akademik olarak alabileceğiniz en yüksek ünvandır – yani çok önemli bir ünvan. Ingilizler doktorayı bitirdiğinizde, size çalıştığınız spesifik konu/alanda ‘bir uzman’ gözüyle bakacaklar – bu yüzden size şimdiden “uzman olacak potansiyel var mı?” gözüyle bakarlar. Bunun şuurunda olun ve kesinlikle pısırık davranmayın.

APG’ye hazırlanırken (bence) yapmanız gerekenleri kendi tecrübe ve gözlemlerime göre sıralarsam:

1- Herşeyden önce literatüre hakim olun. Spesifik konunuzla ilgili her makale ve kitaptan haberdar olun. “Çok fazla makale var” diyorsanız, spesifik konunuz nedir tam bilmiyorsunuz demektir. (Yıl boyu tembellik yaptıysanız, en son çıkan 1-2 review ya da önemli makaleyi okuyup, tamamen anlamaya çalışın.)

Buna rağmen yine de gözünüzden bir makale kaçmışsa, ve APG’nizde examineriniz “şu makaleden haberin var mı?” diye sorarsa, “yok görmedim” yerine “evet haberim var; print edip masamın üzerine koymuştum. Burdan çıkışta ilk okuyacağım makale olacak” gibi politik cevaplarla geçiştirmeye çalışın.

Bir de examinerlarınızın CV’lerine ya da Google Scholar sayfalarına bakın ki ne gibi makaleler çıkarmışlar haberdar olun.

2- Ingilizlerin çok sevdiğim ve gerçekten de birini ‘judge’ yaparken karakterlerini yansıtan bir deyimi var: “First impression is last impression”  (ilk izlenim, son izlenimdir). Ilk izlenim çok önemli; güler yüzlü olun ve rahat görünmeye çalışın. Heyecanlı olabilirsiniz fakat bunu azaltmanın yolları var. Sunuma başlamadan önce sesinizi odada tanıdık birisiyle konuşarak kalibre edin (hatta bir arkadaşınızdan rica edin, biraz erkenden gelsin sırf bu iş için). O kişiyle konuştukça sesiniz açılacaktır ve nefesinizi daha iyi ayarlamanıza yardımcı olacaktır.

Ayrıca sunumunuza slaytlara değil de, insanların gözünün içine bakarak başlayın. Bu süreci kolaylaştırmak için de aklınızda unutmayacağınız 3-5 basit cümle tutun. Örnek: “Hi everyone. I’m Mesut; and I’m a PhD student working under Prof. Brian studying whether dopamine overexpression causes schizophrenia-like behaviour in mice. In the next 15 minutes or so, I’ll try and present how I’m going to do this. I also have some preliminary results that I’d like to share with you and get your comments on. If at any point you have a question, please do ask“. Sizin rahat (confident) olduğunuzu görünce, examinerlarınız da rahatlayacaktır; ve sonradan ufak-tefek hatalar dahi yapsanız görmezlikten geleceklerdir.

3- Introduction’ı kısa tutun, çünkü examinerlar başkalarının ne yaptığını değil, sizin ne yaptığınızı dinlemek için orada. Fakat alanınıza hakim olduğunuzu göstermeniz önemli (çalıştığınız konu neden önemli? benzer çalışmalar oldu mu? Varsa, senin çalışmanı ayıran nedir?). Güzel bir review/makaleyi örnek alın ve onu 2-3 slaytta anlatın. Sonraki slayt da ise arkadaşlarımızın belki de en az yaptığı şeyi yapın: eski literatürü biraz eleştirin; eksikliklerini, hatalarını bulun ve “ben bu eksiklerden haberdarım” mesajı verin. Bir bilim insanı gibi davranın: eski araştırmalara/buluşlara saygılı ama aynı zamanda eleştirel (critical) yaklaşabilen bir insan gibi…

En başta kendinizi tanıtırken hocanızın da ismini zikrettiniz. Artık bir daha ismini dahi anmayın – ta ki en son slaytınız olan “Acknowledgements” slaytına kadar. Ikide bir hocanızın ismini anmanız ve/ya da teşekkür etmeniz sizi pısırık ve hocasının arkasına saklanan bir öğrenci olarak gösterebilir. Türk mentalitesiyle ikide bir hocanızı övmenizin (“onun sayesinde oldu bunlar“, “hocama çok teşekkür ediyorum“) size hiçbir faydası dokunmayacaktır.

4- Introduction, **Aims & Objectives, Methods, Results ve Discussion slaytlarından sonra birer slaytı da (i) “bu bir senede neler öğrendim?” ve (ii) “bu sene neler yaptım?”a ayırın. Birincisi için, öğrendiginiz “skill”er (programming, wet-lab skills, istatistik vs. gibi), ikincisi icin de (a) bitirdiğiniz kurslar/workshoplar, (b) katıldığınız konferanslar/sunduğunuz posterler, (c) hazırda olan makaleleriniz (submitted/published olmasına gerek yok), (d) katılmayı planladığınız workshop ve conferencelardan bahsedin. Kazandığınız ‘skill’erin doktoranızda size nasıl faydalı olacağından bahsedin.

5- Gelebilecek soruları düşünün. Spesifik soruların dışında çok sık gelen genel sorular: (i) “what do you hope to achieve at the end of your PhD?” – iki cevabınız olsun; biri idealist, diğeri realist; (ii) “how does this help the man on the street?”; (iii) “what are the implications of studying this question?” – mesela önemli bir proteini calışıyorsanız, bunun bir hastalık icin ilaç üretilmesine yol açabileceğini söyleyebilirsiniz.

Çok iyi olan öğrenciler ise gelmesini istedikleri soruları dahi kendileri ayarlayabiliyorlar. Sunumlarında mesela ilgi çekebilecek bir konudan bahsedin ve “isterseniz soru-cevap kısmında daha detaylı anlatabilirim” deyin. Emin olun soracaklardır. Bu sayede sorulacaklardan bir soru azaltmış olursunuz.

Soru-cevap kısmında gerçekten takıldıysanız, “I have no idea” vs. gibi cevaplar vermeyin ya da sessiz-sessiz (kızarıp) durmayın. Gerekirse soruyu onlara geri çevirin: “Of course as a PhD student, I’m still learning; and would value the thoughts of experts like you. You’ve published many papers on schizophrenia before. What do you think?” demeniz daha akıllıca bir opsiyon. Bu da examinerlarınızın CV’lerine önceden bakmış olmanın yararları…

Umarım işinize yarar. Kolaylıklar dilerim.

*First year review ve Probation review olarak da biliniyor.

**’Aim’ ve ‘Objective’ arasındaki farkı ögrenmek/bilmek önemli. Örnegin: Aim “Londra’dan Istanbul’a varmak”sa, “Objective”leriniz (i) Skyscanner.com websitesine girip uygun bir fiyata Londra-Istanbul uçak bileti satın almak, (ii) Evinden Londra’daki havaalanına uygun bir saate otobüs/taksi/tren ayarlamak, (iii) Yola cıkmadan Türk Pasaport’unu yanına almak, (iv) Havaalanına 2 saat erken gelmek ve varınca “check-in” yapmaktır. “Aims and Objectives” slaytı sunumuzun belki de en önemli kısmı.

Yazın İngiltere’de dil okuluna gitmeyi düşünüyorum. Hangi ili seçmemi önerirsiniz? Brighton maddi açıdan uygun gibi duruyor… Ayrıca önerebileceğiniz bir dil okulu var mı? Bir yakınınızın gittiği ve/ya iyi bildiğiniz… Aile yanında kalmak en uygun seçenek gibi duruyor fakat sizin çevrenizde sıkıntı yaşıyanlar oldu mu? Size göre bir insanın aylık yeme-içme masrafı ne kadar olur?

Ben şu anda Leicester’da yaşadıgım icin daha çok bu civardaki dil kurslarından haberdarım. Maddi durumunuzu bilmiyorum ama üniversitelerin ‘intensive’ dil kursları, biraz pahalı olsalar da, çok kaliteli oluyor. Bu intensive kurslar pahalı gelirse, üniversitelerin normal “summer class”ları dahi baska yerlere nazaran daha iyi olabiliyor. Leicester üniversitesinin (konaklama dahil) ‘International Summer School‘ kursuyla kıyaslayıp (fiyat, ders programı vs.), ona göre kararınızı verin bence.

Aile yanında kalacak olmanız ingilizcenizi daha iyi geliştireceksiniz anlamına gelmiyor. Yanında kalacagınız aile işten dolayı yogunsa ve/ya konuşkan olmazsa, yüzlerini dahi göremeyebilirsiniz.

Yemek vs. Orta ve Kuzey Ingiltere’de nispeten ucuz ve zorlarsanız aylık ortalama £150-200’la geçinebilirsiniz. Ama Londra vs. de bunun iki katı rahat gidebilir. Ayrıca belki her gün bir-iki saatiniz metroda/yollarda geçebilir.

Brighton’ı çok bilmiyorum ama turistik bir yer oldugu için yazın konaklama fiyatları tavan yapabilir. Ayrıca Brighton’ın kalitesiz dil kurslarıyla ilgili kötü bir ünü var.

Tabi yazdıklarım çok genel. Aynı şehir içinde dahi fiyatlar ve kalite çok degişebiliyor. Begendiginiz birkaç yere email atıp aklınızda kalan soruları sorabilir, ona göre son kararınızı verebilirsiniz. En geç Nisan/Mayıs’a kadar kursunuzu ayarlamanızda fayda var çünkü yaza dogru hemen hemen her kurs ve aile yanı doluyor. Son dakikaya kalırsa size maddi açıdan çok pahalıya mal olabilir.

Ben İngiltere’de Yüksek Lisans (Master) yapmak istiyorum ama herhangi bir ücret ödemem gerekiyor mu?

Ingiltere’de yüksek lisans/Master’lar ücretli; ve hangi ülkenin vatandaşı oldugunuzun fiyatın belirlenmesinde büyük etkisi var. Avrupa birligi ve Britanya vatandaşlarına daha düşük bir fiyat uygulaması var (yıllık ~£9000 gibi). Yabancılara ise ~£12000 civarında (yıllık). Bu fiyatlar bolümden bolüme ve üniversiteden üniversiteye degişiyor (tıp ve benzeri alanlar çok daha yuksek). Universitenin ‘postgraduate prospectus’larını isteyip bakmak ya da admissions office’e email atıp sormak lazım. QS Top Universities sitesinde bazı genel bilgiler mevcut.

Iyi olan Britanya/ingiltere’de cogu Master programı bir sene (ama iki sene olanlar da var). Findamasters.com ve jobs.ac.uk gibi sitelerde reklamlar oluyor; ama her açılan Master programı da bu sitelerde yayınlanmıyor – bu yuzden direk universitenin sitesine bakmak gerekebilir kendi alanınıza gore.

Ayrıca kira, yemek vs. giderleri yıllık £6-7 bini bulabilir. Londra gibi pahalı şehirleri duşunuyorsanız, bu rakamın üzerine en az bir £3-4 bin daha ekleyin.

Maddi durumunuz yeterliyse, geriye kalan tek sey IELTS skorunuz olacaktır. Cogu üniversite 6-6.5 istiyor.

İngiltere’de üniversite okumak için Türkiye’de uluslararası bakalorya (International Baccalaureate) kapsamında olan bir lisede eğitim görmem zorunlu mu? Yoksa IELTS ve GCE yeterli olacak mıdır? Su an lise öğrencisiyim, İngiltere’de İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü okumayı planlıyorum. 

Universitelerin en çok ilgilenecekleri kualifikasyonunuz ingilizce yeterliliginiz olacaktır. Normalde IELTS’ten 6 ya da fazlasını alırsanız (ve maddi durumunuz yerindeyse), size çogu bolümün kapısı açılır. Fakat Ingiliz dili ve edebiyatı (ve hukuk) için büyük ihtimal daha yüksek skorlar gerekecektir. Eger IELTS dereceniz nispeten yüksekse (7 gibi), sizi büyük ihtimal direk (lisans) 1’nci sınıfa alırlar. Ama orta seviyeyse (ama yine de en az 6 gerekiyordur ingiliz dili ve edebiyatı icin), o zaman size (bir sene) ‘Foundation’ okumayı şart koşabilirler. Bence başvuruları yapın ve gelecek cevaplara gore pozisyonunuzu belirleyin. Kabul gelirse ne güzel; gelmezse hocalarla emailleşir derdinizi anlatırsınız. Belki bir-iki aylık ‘pre-sessional’ kurstan sonra kabul ederler.

Daha detaylı bilgi isterseniz, üniversitelerin çogunun sitesinde “Turkey” bölümü var (Turkiye’den gelen ögrenciler için). Ornek: Leicester Universitesi le.ac.uk/student-life/international-students/countries-list/europe/turkey ve le.ac.uk/courses/major-in-english-literature-ba

Britanya/Ingiltere’de üniversite okumak ucuz birşey degil. Yabancı ogrenciler (Avrupa birligi dısındakiler) icin fiyatlar senelik £10-15bin arası (tıp ve benzeri alanlar daha da pahalı). Üç yıllık bir kurs için (kira, yemek vs. ile) £60-70binlik masraf demek bu.

Yurtdışına ilk çıkış ve yerleşme bir problem. Biz yaklaşık 10 arkadaş İngiltere’ye gelecegiz. Öncelikli problemimiz ailece yaşayabilecegimiz bir ev bulabilme.

Hoşgeliyorsunuz. Maalesef bir çok arkadaşımız (makul fiyatlarda) kalacak yer bulma sorunu yaşıyor. Biz de bu konuda çok yardımcı olamıyoruz maalesef. Birçok ogrenci grubunun Facebook sayfası var (ornek: University of Leicester Turkish Society), orada duyuru yapabilirsiniz. Bazen buradaki arkadaşlar yazları (ya da kursları bitince) evlerini boşaltıyorlar ve yerlerine kalacak birilerini arıyorlar.

Gruplardan ses çıkmazsa, www.rightmove.co.uk/, www.zoopla.co.uk/ ve www.gumtree.com gibi sitelerden sizlere uygun ‘rent/kira’lık evler aramanız lazım. Bu sitelerdeki evler istediginiz gibi degilse, ajenta/estate agentları da aramanız gerekebilir. Onlara istediginiz tarzdaki evi anlatırsanız (ornek: üniversiteye yakın, 2 odalı, aylık £600), ellerine geçtikçe sizi ararlar (yabancılardan 6 aylık kirayı eve girer girmez isteyebiliyorlar). Acil çözümler için de otel odası tutulabilir, fakat oteller son saniye tutulursa çok pahalı oluyor. Universitelerin de geçici ‘accomodation’ları var fakat onlar da pahalı olabilir. Son çare geçici olarak Booking.com ve Airbnb.com gibi sitelerden ev/otel odası kiralamak.

Bu gibi ülkelerde işin püf noktası her işi çok önceden ayarlamaktır. Lütfen son ana bırakmayın, çünkü ev tutarken kagıt/kürek işleri dahi 1-2 hafta sürebiliyor (bir ay sürenler dahi var). Fazla yardımcı olamadıgım için özür diliyorum.

Anladığım kadarıyla İngiltere’de doktoraya burslu kabul almak biraz zor; eğer vaktiniz varsa, doktora (PhD) başvurum konusunda bana tavsiyede bulunabilir misiniz? Yani “burs alman için şunu yapsan işine yarar“, “dil skorun olmasa da olabiliyor” ya da “deadline’lar genelde şöyle“; “buraları takip etsen çok iyi olur” gibi

Dediğiniz gibi Britanya/İngiltere’de burslu doktora bulmak oldukça zor. Öncelikle ingilizceniniz oldukça iyi bir düzeyde olması lazım (sadece yazım değil, konuşmada da). Bir de açılan pozisyonda/projede ‘background’ınızın iyi olması gerek; sizi rakiplerinizden ayıran özellikleriniz ve somut başarılarınız olmalı.Örneğin kıytırıktan bir makale dahi yazmış olsanız, sizin için büyük avantaj çünkü çogu doktora-öncesi öğrencinin makalesi olmaz.

Şansınızı arttırmak için güzel bir CV ve bir sayfalık ‘Supporting statement’ yazıp, uygun gördügünüz her hocayı ‘spam’leyin (ve kendinizi ‘reject’lere alıştırın) derim. Kısmetin nereden çıkacağı belli olmaz; her yolu denemek lazım. Supporting statement’ta “ben şöyle uçarım; böyle kaçarım“ı yemiyor İngilizler. Bu yüzden somut şeylerle desteklemeniz lazım söylediklerinizi: örnegin “writing skillerim çok iyi” yerine, “şu sayıda makale yazdım” gibi; “şu ‘analysis skilleri’ ögrendim” yerine “şu isimde bir workshop’a katıldım” gibi; “presentation skill’lerim çok iyi” yerine; “şu-şu konferanslarda sunum yaptım” gibi. İngiliz kültürüne dair gözlemlerim adlı yazımın ilgili kısmına bakabilirsiniz bu konuda.

Son olarak, eğer Avrupa Birliği ya da Britanya vatandaşı değilseniz, size verecekleri bursun büyük bir kısmı ‘tuition fee’inize gidecektir (PhD’de ‘Home’ fee: ~£4000; ‘Overseas’ fee: ~£12000). Bunu da düşünmelisiniz.

Doktora burslarını findaphd.com ve jobs.ac.uk gibi sitelerden takip edebilirsiniz. Ben de buralardan bulmuştum doktora bursumu. Ayrıca şu an İngiltere’de bir üniversitede öğrenciyseniz, ‘departmental email’lere de bakmayı ihmal etmeyin. Ben (Leicester Üniversitesi’ndeki) ilk Post-doktoramı, Bristol Üniversitesi’nde doktora yaparken departman-arası gönderilmiş bir emailde gördüm.

Benim (yazıyı yazdığım tarihteki) CV ve Supporting statement örneklerim aşağıda – size uyan kısımlarını uyarlarsınız; benimki bayağı akademik bir versiyon:

mesut_erzurumluoglu_cv_mar_2017

mesut_erzurumluoglu_supporting_statement_postdoc

İngiliz eğitim sisteminden biraz bahsedebilir misiniz?

Ingiliz_egitim_sistemi
En basit şekilde Ingiliz egitim sistemi

Ingiltere’de zorunlu eğitim süresi 11 yıldır (‘Year 11’a kadardır; 15 yaşında mezun olunur). Yukarıdaki tabloyu kısaca özetlersek, ogrenciler 5 yaşındayken okula (1’nci sınıf), 15 yaşında iken GCSE sınavlarına (buna Ingiltere’nin LGS/LYS’si denebilir) başlarlar. GCSE’de aldıkları dersler ve notlara göre ise ‘Sixth form’ college’e girerler (Ingiltere’nin sistemi Türkiye’yle aynı olmasa da, bunlara kabaca ‘lise’ denebilir). GCSE Maths (Matematik), English (Ingilizce) ve Science (Fen) college’lerin en çok önemsedikleri derslerdir. Bu derslerde ‘B’ ve üzeri (en yüksek not ‘A*’, en düşük not ‘G’dir. ‘U’ ise ‘dersten kaldı’ anlamına gelir) alan ögrencilere her bölümün ve kolejin kapısı açılır. College’de ögrenciler çogunlukla 4 ‘A-level’ seçerler; ve yine seçtikleri dersler ve (2 yıl sonunda) bu derslerde aldıkları notlar onlara belli universite ve bölümlerin kapısını açar (örnegin, Cambridge/Oxford’a girmek için başvurdugunuz alanla ilgili olan en az 4 tane A* almak, sonra da bir mülakatdan geçmek gerekiyor. Diger üniversitelerde mülakat yok; sadece notlarına bakıyorlar). Her şey yolunda giderse, bir ögrenci 18 yaşında üniversiteye başlar. Sonrasında yüksek lisans (Master) yapmak isteyenler üniversitede (3 yılın sonunda) en az ‘2.2’, doktora (PhD) yapmak isteyenlerin ise en az ‘2.1’ alması gerekiyor.

Tavsiye edeceğim siteler:

Ucretsiz Ingilizcenizi geliştirmek için: learnenglish.britishcouncil.org

Reel TL/Sterlin kur hesabı için: XE

Burslu ya da ‘self-funded’ PhD/doktora bulmak için: findaphd.com ve jobs.ac.uk/phd

Yüksek lisans/Master kursu bulmak için: findamasters.com ve *jobs.ac.uk

Part-time ya da Full-time iş bulmak için: *jobs.ac.uk, *reed.co.uk, *monster.co.uk ve *indeed.co.uk

Kiralık ev bulmak için: *rightmove.co.uk, *zoopla.co.uk ve *gumtree.com

Kiralık oda/ev bulmak için: *airbnb.com

Otel odası kiralamak için: *booking.com ve *trivago.co.uk

Ucuz uçak biletleri için: *skyscanner.net ve *easyjet.com

Park yeri bulmak için: *justpark.com

Ucuz araba sigortası için: *gocompare.com, *moneysupermarket.com, *comparethemarket.com, *confused.com ve *directline.com

Provisional UK sürücü belgesine başvurmak için: gov.uk/apply-first-provisional-driving-licence

Banka hesabı açmak için gereken belgeler: barclays.co.uk/validid

Ingiltere’de oturum almanın yolları: visabureau.com/uk/indefinite-leave-to-remain.aspx

Ucuz telefon hatları: Lycamobile, Vectone, Lebara ve giffgaff (bir de bu siteye bakın derim: moneysavingexpert.com/phones/cheap-sim-only-contracts)

Dünya üniversite sıralamaları: QS World University Rankings

Okul/kolejlerin performanslarını karşılaştırmak için: Compare School/College Performance

Ingiltere’de gezilecek tarihi yerler için: english-heritage.org.uk

Ucuz otobüs ve tren biletleri için: *uk.megabus.com (otobüs), *crosscountrytrains.co.uk (tren) ve *virgintrains.co.uk (tren) – Eger ögrenci iseniz ve sürekli tren kullanacaksanız, mutlaka 16-25 Railcard‘da da başvurun

Ucuza araba kiralamak için: *Enterprise

Bedava üniversite seviyesinde dersler için: *coursera.org

Etrafınızdaki kazalardan haberdar olmak için: crashmap.co.uk/Search ya da Waze*

*app’ı da var

Ekleme (07/09/2019):

Read Full Post »

« Newer Posts - Older Posts »